6 Mart 2010 Cumartesi

Tapınak Şövalyeleri ve Masonluk

TAPINAK ŞÖVALYELERİ VE MASONLUK

SUNUCU:
Ortaçağda, tarihe yön veren birçok olayın perde arkasında gizli bir örgüt vardı.
Bu gizli örgütün ilk kimliği "Tapınak Şövalyeleri" idi.
Tapınak Şövalyeleri başlangıçta Hıristiyanlık uğruna savaşmaya and içmiş bir Haçlı tarikatı olarak kurulmuşken zamanla sapkın öğretilere kapılarak Hıristiyanlıktan bütünüyle uzaklaştı.
Tarikat üyeleri dünyevi çıkar ve ihtiraslara kapılarak Allah'ı ve dini unuttular.
Askeri güçlerini ve siyasi bağlantılarını kullanarak büyük servetler elde ettiler.
Öyle ki Ortaçağda, Kilise'den ve Avrupa devletlerinden çok daha büyük bir maddi güce ve zenginliğe ulaştılar.
Bu büyük güç sayesinde tapınakçılar, zamanla devlet yöneticilerine, Kilise otoritelerine dahi söz geçirir hale geldiler.
Pek çok ayrıcalık ve dokunulmazlık elde ettiler.
Her türlü yolsuzluğun ve karanlık işin düzenleyicisi oldular.
Sapkın ve dejenere ayinler, ritüeller uyguladılar.
Tüm bu saydığımız nedenlerden dolayı da tutuklandılar, yargılandılar ve yasaklandılar.
Ancak yeraltında örgütlenmeye devam ettiler. Ve bir süre sonra farklı bir isimle ortaya çıktılar: Masonluk.
Bu filmde, yüzyıllardır bir sır perdesi arkasına gizlenmiş olan masonluğun gerçek kökenini, yani Tapınak Şövalyelerini inceleyeceğiz.
Bugüne kadar Tapınak Şövalyeleri hakkında pek çok yorum yapıldı, faaliyetleri ile ilgili çeşitli kitaplar yayınlandı.
Peki kimdi bu tapınakçılar? Nasıl ortaya çıktılar? Amaçları neydi?
Nasıl Masonluğa dönüştüler?
Sessiz ve derinden yürüttükleri faaliyetlerini, bugüne dek taşımayı nasıl başardılar?
Tüm bu soruların cevabını tarihte aramamız gerekir.
Bu tarih ise çok eskilere, haçlı seferlerine kadar uzanır.
Haçlı Seferleri
M.S 637 yılında Müslümanlar, Kudüs’e girdiklerinde kutsal topraklara barış ve refah getirdiler.
Ancak bu huzur ortamı 11. yy.ın sonlarında bölgeye gelen işgalciler tarafından bozuldu.
Bu işgalciler Haçlılardı.
Doğunun zenginliği ve refahı, Hıristiyanları uzun süredir cezbetmekteydi.
Bunların başında ise Papa II. Urban geliyordu. Papa, başkanlık ettiği Clermont konseyinde bir duyuruda bulundu.
Doğudaki kutsal yerlere saygısızlık yapıldığını, hıristiyan hacılarının taciz edildiğini iddia etti. Ve tüm Avrupa’yı tek bir bayrak altında savaşmaya çağırdı.
Oysa bu iddialar gerçeklere tamamen aykırıydı. İslam yönetimi altındaki Orta Doğu Hıristiyanları, büyük bir özgürlük ve hoşgörü ortamı içinde yaşıyor ve inançlarını sürdürüyorlardı.
Kısacası savaşın gerekçesi aslında bahaneydi. Gerek Papa'nın gerekse onun çağrısına uyan hıristiyanların bu savaştan çok farklı beklentileri vardı.
Tarihçi Donald Queller bu gerçeği şöyle açıklar:
Fransız şövalyeleri daha fazla toprak elde etmeyi ummuş, İtalyan tacirleri Doğu Avrupa limanlarında ticareti büyütmeyi hayal etmiş, çok sayıdaki yoksul insan da sadece gündelik sıkıntı ve zorluklarından kaçabilmek için bu seferlere katılmıştı. (Donald E. Queller, World Book Encyclopedia, 1998)
Papa, söylediklerinin etkisini artırmak için hıristiyanlara, savaşa katılacak herkesin günahlarının affedileceği yalanını da söyledi.
Söyledikleri gerçekten işe yaradı. Coşkuya kapılan dinleyiciler, kendilerine dağıtılan kumaştan haçları aldılar ve giysilerine özenle diktiler.
Bu çağrı, kısa zamanda tüm Avrupa'da olağanüstü yankı uyandırdı.
Büyük bir ordu kuruldu.
Kendilerine Haçlılar denilen bu topluluk, yol boyunca pek çok yeri talan edip yağmalayarak Konstantinapolis’te bir araya geldi.
Haçlılar, daha sonra Anadolu'da ilerlemeye başladı. Karşılarına çıkan Müslümanları altın ve mücevher bulma hayaliyle kılıçtan geçirdikten ve şehirlerini yağmaladıktan sonra Kudüs’e vardılar. Kudüs’e giren haçlıların vahşeti burada da devam etti…
Kentteki tüm Müslümanlar ve Yahudiler kadın çocuk ayrımı yapılmaksızın acımasızca katledildi.
Araştırmacı Desmond Seward, “Savaşın Rahipleri” isimli kitabında bu vahşeti şu sözlerle anlatır:
Temmuz 1099’da Kudüs alındı… Kutsal kentin tüm nüfusu kılıçtan geçirildi; Yahudiler, Müslümanlar, erkek, kadın ve çocuk toplam 70 000 kişi üç gün süren bir soykırımda katledildiler. Bazı yerlerde askerler ayak bileklerine kadar yükselen kan gölü içinde yürüyor ve sokaklarda gezen atlıların üzerine kan sıçrıyordu. (Desmond Seward, The Monks Of War, Penguin Books, London, 1972)
Haçlılar, Kudüs’ü ele geçirdikten sonra burayı kendilerine başkent yaptılar. Sınırları, Filistin’den Antakya’ya kadar uzanan bir Latin imparatorluğu kurdular.
Kurdukları devleti ayakta tutabilmek için örgütlenmeleri gerekiyordu.
Bunun için askeri tarikatlar kurdular.
Bu tarikat üyeleri, bir yandan manastır hayatı yaşıyor diğer yandan da Müslümanlara karşı savaşmak için eğitim görüyorlardı.
İşte bu tarikatlardan biri de Tapınakçılar tarikatıydı.
Kudüs'teki Gizem
Tapınakçılar tarikatı işte bu kutsal topraklarda, Kudüs’te doğdu.
Tarikatın kurucuları Kudüs’teki Haçlı kralının büyük desteğini gördüler.
Kral onlara çok kutsal bir yeri hediye etti: Eskiden Süleyman Tapınağının inşa edildiği tepeyi...
Hz. Davut zamanında yapımına başlanan tapınağın inşası, o ölünce oğlu Hz. Süleymanla devam etmişti.
Zaman içinde yıkılan bu tapınağın arazisi üzerinde yahudi kral Herod tarafından yeni bir tapınak inşa edildi.
Bu ikinci tapınak da, M.S. 70 yılında Roma imparatorluğu tarafından yıkıldı.
Romalılar, Yahudilere karşı büyük bir saldırı başlattılar ve onları bölgeden sürdüler.
Aradan 1000 yıl geçti...
Her ne kadar artık tapınağın yerinde müslümanların inşa ettiği Mescid-i Aksa yer alsa da, bu bölge eski yahudi gizemciliğinin derin izlerini taşımaktaydı.
Tapınak şövalyeleri, eskiden Hz. Süleyman tapınağının bulunduğu tepeye yerleştiklerinde, burası onları derinden etkilemişti ve araştırmalara başladılar.
Bu araştırmalar onları, eski yahudi inancının merkezine, gizli geleneklerinin özünü içeren kalıntılara götürdü.
Antik Yahudi inancının pagan yani putperest yönünü oluşturan bir öğretiyle tanıştırdı: Kabala…
Kökeni eski Mısır’a dek uzanan Kabala, binlerce yıldır her türlü büyü ritüelinin, gizli ve karanlık bilimin temelini oluşturur.
İşte bu topraklarda etkisinde kaldıkları bu mistik öğreti, Tapınakçıların inançlarını ve yaşam biçimlerini yeniden şekillendirmişti.
Her ne kadar dışarıya karşı savaşçı Hıristiyan keşiş görünümünü sürdürseler de kendi içlerinde gizliden gizliye Kabalist felsefeyi ve yaşam biçimini benimsemişlerdi.
Masonluğun en tanınmış isimlerinden biri olan büyük üstad Albert Pike, "Ahlak ve Dogma" adlı kitabında, Tapınakçılar’ın gerçek amacını şöyle açıklamıştır:
Tapınakçılarınn ilan edilen görevi, kutsal yerleri ziyarete gelen Hıristiyanları korumaktı. Gizli amaçları ise, Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa etmekti... Tapınakçılar, en baştan beri Papalık’ın ve onun krallarının egemenliğine karşıydı. Amaçları, zenginlik ve güç elde etmek ve gerekirse savaşarak Kabalistik dogmayı yerleştirmekti. (Albert Pike, Morals and Dogma, The Roberts Publishing, 1871, s.84)
Tapınakçıların örgütlenmelerinde çok katı bir emir-komuta zinciri hakimdi.
Her şey tarikatın malıydı.
Evlenmek, ev sahibi olmak, akrabalarla iletişim kurmak kesinlikle yasaktı.
Sadece üzerine kırmızı haç işlenmiş beyaz elbise giyerler, hiç temizlenmezlerdi.
Amblemleri, aynı ata binmiş iki süvari figürüydü.
Kardeşlik simgesi olarak öne sürdükleri bu amblemin aslında daha gizli bir anlamı vardı.
Yaygın inanışa göre bu sembol Tapınak Şövalyeleri'nin özel yaşamlarının sapık bir unsuru olan eşcinselliklerini simgelemekteydi.
Tapınakçılar'ın Batı'ya Hareketi
Yıl 1186, Tapınakçıların Kudüs’teki günlerinin sonu giderek yaklaşıyordu.
Selahaddin Eyyübi komutasındaki Müslüman ordusu, Haçlıları ağır bir yenilgiye uğrattı.
Filistin içinde ilerleyen Selahaddin Eyyübi sonunda Kudüs’ü aldı.
Haçlı orduları, Filistin’de bulundukları 100 sene boyunca bölgedeki Müslümanlara çok eziyet etmişti.
Kudüs halkı endişeliydi. Müslümanların intikam almasından korkuyorlardı. Ama çok şaşırdılar.
Selahaddin Eyyübi, sivil halka dokunmadı.
Üstelik, esir aldığı hıristiyanların büyük bölümünü de bağışladı.
Yalnızca Tapınakçıları, işledikleri katliamlara karşılık idam etti.
İngiltere tarihinde “aslan yürekli” lakabıyla sözde bir kahraman olarak tanınan Richard gerçekte acımasız bir katildi.
1191 yılında Akra kalesinde, aralarında pek çok kadın ve çocuğun bulunduğu tam 3000 Müslümanı, boyunlarını vurdurtarak acımasızca katletmişti.
Richard aynı zamanda Tapınakçıların da en yakın dostuydu.
Kutsal topraklar kaybedildikten sonra buradan ayrılan Tapınakçıların geçici bir üsse ihtiyaçları vardı.
Kral Richard o sırada kendisinden bekleneni yaptı: Kıbrıs Adası’nı Tapınakçılara uygun bir fiyata sattı.
Tarihi kaynaklara göre tapınakçılar çok iyi denizcilerdi.
Kutsal topraklarda kaldıkları süre içinde Yahudi ve Arap kaynaklarından geometri, matematik gibi bilimleri öğrenmiş ve bir takım haritalar elde etmişlerdi.
Bu sayede Avrupa ve Afrika sahillerini dolaşmış, uzak denizlere de seyahat etme imkanı bulmuşlardı.
Vasco da Gama ve Kristof Kolomb gibi tanınmış kaşifler de aslında birer tapınakçıydı.
Yaptıkları denizaşırı seyahatlerin asıl amacı ise, bir yoruma göre, Tapınakçılara maddi güç sağlayacak yeni gelir kaynakları, ticaret yolları aramaktı.
Yelkenli gemilerinde yer alan kırmızı haç işaretleri ise Tapınakçıların kullandığı haç figürünün aynısıydı.
Kudüs’ü kaybettikten sonra tapınakçıların yeni rotası Avrupa’ydı.
İsa’nın yoksul askerleri adıyla ortaya çıkan Tapınak Şövalyeleri, zamanla Avrupa’nın en zenginleri, önde gelen bankerleri ve politikacıları oldular.
Bankacılık hizmeti veren, para transfer eden, kredi açan, faiz alan büyük bir ekonomik güce dönüştüler.
Tefecilik yasak olmasına rağmen faizle borç vermekten çekinmiyorlardı.
Oysa ki faiz, tüm ilahi dinlerde açıkça haram kılınmıştır. Allah Kuran'da bu konuda şöyle buyurur:
Faiz yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka kalkmazlar. Bu, onların: "Alım-satım da ancak faiz gibidir" demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbi'nden bir öğüt gelir de faize bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah'a aittir. Kim faize geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. (Bakara Suresi, 275)
Araştırmacı-tarihçi yazarlar Alan Butler ve Stephen Dafoe örgütün tefeci yönünü şöyle anlatırlar:
Tapınakçılar o dönem Avrupa’da bilinmeyen ticaret tekniklerini kullanan uzman bankerlerdi. Bu yeteneklerinin çoğunu Yahudi kaynaklarından öğrenmişlerdi. Bununla birlikte mali imparatorluklarını büyütmek için, o zamanın her Yahudi bankerinin kıskanacağı, çok büyük bir özgürlüğe sahiplerdi. (Alan Butler, Stephen Dafoe, The Templar Continuum, Belleville- Ontario, 1999, s. 70)
Avrupa’da yüzlerce şato onlarındı.
Dahası, dönemin çoğu kralı, tarikata borçluydu.
Bir kaynakta tapınakçıların maddi gücü şöyle aktarılır:
Gerçekte İngiliz tahtı müzmin bir şekilde Tapınakçılara borçluydu. Kral John ve askeri seferlerde hazinesi tükenen 3. Henry sürekli olarak Tapınakçılardan borç almıştı. (Ferris, The Financial Relations of the Knights Templars to the English Crown, s. 10)
Bu maddi güç, Tapınakçıları birçok konuda söz sahibi yaptı. Örneğin; adaylığını destekledikleri II. Innocent, Papa seçilince Tapınakçılara verdiği ilk ayrıcalık, kendi kiliselerini inşa etme hakkıydı.
Bu, aynı zamanda kendi dünya görüşlerini özgürce yansıtacakları bir mimari anlamına geliyordu.
Bu amaçla kendilerine has bir mimari üslup geliştirdiler: Gotik mimari
Tapınakçıların Yargılanışı
Tapınakçılar, kilisenin dini inanç ve uygulamalarından gitgide uzaklaştılar. Başından beri gizlice sürdürdükleri felsefe ve yaşam biçimleri de yavaş yavaş gün ışığına çıktı. Sapkın yaşantıları halkın diline düştü.
Tapınakçıların gizli törenler için kapandıkları özel şatolarda yaşanan sapkınlıklar hem halkı hem de başta Fransa olmak üzere tüm krallıkları rahatsız etmekteydi.
Yeni Papa ise, üzerinde hiçbir otorite kuramadığı bu grubun din dışı bir yaşam sürdüğünden ve bertaraf edilmesi gerektiğinden artık emindi.
1307 yılının Ekim ayında Fransa Kralı Philippe ve Papa V. Clement, Tapınak Şövalyeleri hakkında tutuklama kararı aldı.
Bazı tarikat üyeleri hapse atıldı. Bazıları ise idam edildi.
İdam edilenlerden biri de, Büyük Üstadları Jacques de Molay’dı.
Papa V. Clement'ın, Fransa kralıyla 22 Mart 1312’de yayınladığı bir fermanla Tapınakçıların resmi olarak tarihten silindikleri kabul edildi ve tarikat dağıtıldı.
Yakalanan tarikat üyeleri 5 yıl süren sorgulamalar sırasında korkunç itiraflarda bulunmuşlardı.
Bu itiraflarda tapınakçıların Allah'ı ve İlahi dinleri bütünüyle reddettikleri, bugün Satanizm olarak bilinen şeytana tapma sapkınlığına bağlı oldukları ortaya çıktı.
Bafome isminde keçi başlı bir şeytanın figürlerine tapıyorlardı. Bafome, kara büyüde mutlak kötülüğün kaynağı olarak kabul edilmekteydi.
Tarikat şeytana tapma ayinlerini yüzyıllarca büyük bir gizlilik içinde sürdürmüştü.
Dahası, ayinlerde tüm Hıristiyanlarca kutsal sayılan dini sembollere saygısızlık etmeyi bir ritüel haline getirmişlerdi.
Ayinleri en son yöneten kişi ise büyük üstadları Jacques de Molay idi.
Tapınakçıların inşa ettikleri kiliseler de, benimsedikleri putperest inancın bir kanıtıydı,
İşte Edinburg kenti yakınlarındaki Rosslyn Şapeli... Tapınakçı kiliselerinden biri...
Kilisenin dört bir yanına pagan inançlarını yansıtan motifler işlenmiş...
Şapel’in bir köşesine işledikleri Tapınakçı amblemi: aynı at üstünde iki şövalye figürü…
Tapındıkları Bafome adlı şeytanı temsil eden figür ve putperest inançlarını yansıtan diğer mistik motifler…
Bu semboller daha sonra mason localarında da ortaya çıkacaktır.
Türk mason localarının kendi üyelerine özgü yayın organı olan Mimar Sinan dergisinde, Rosslyn Şapeli konusunda şu sözlere yer verilmiştir:
Şapel içinde pagan süslemeler o kadar çoktur ki, rahip William Koncks, 1589 yılında yaptığı Rosslyn Baronu'nun vaftiz töreni ile ilgili anılarında: 'Şapelin pagan idolleri ile dolu olduğu için kutsal tören yapılmaya uygun bir yer olmadığından' yakınmıştır. 31 Ağustos 1592 tarihinde, Rosslyn Baronu Oliver St. Clair'e yapılan baskı sonunda şapeldeki pagan türü mihrap tahrip edilmiştir. (Mimar Sinan Dergisi, 1998, sayı 110, s.18-19)
Tapınakçıların Mirasçıları: Masonlar
Tapınakçılar resmi olarak yok oldular, ama gerçekte varlıklarını gizlice korudular.
Tutuklanmaktan kaçan bazı şövalyeler, 14. yy Avrupası’nda Katolik Kilisesi'ni tanımayan tek Avrupa krallığına sığındılar: İskoçya’ya…
O dönemde İskoçyalılar, İngilizlerle savaş halindeydi. Tapınakçılar, savaşta İskoçların yanında yer alarak büyük bir serbestlik elde ettiler.
O dönemin en etkin sivil toplum örgütlerinden biri olan 'duvarcı loncaları'na sızdılar.
Bir süre sonra bu loncalar siyasi ve felsefi bir nitelik kazandı ve gizli mason localarına dönüştü.
Mason kaynaklarında söz edilen operatif masonluktan spekülatif masonluğa geçiş de işte böyle oldu.
Bu nedenledir ki, Tapınakçıların İskoç Krallığı’nda kurduğu ilk mason locası olan İskoç Riti, masonluğun bilinen en eski koludur.
İki gizli örgüt arasındaki benzerlikler çarpıcıdır. Masonik ritüel ve sembolizmi Tapınakçılarınkiyle karşılaştırdığımızda birçok ortak nokta göze çarpar.
Masonluktaki temel sembol sayılan Süleyman Tapınağı, tapınağın Muharref Tevrat’a göre ustabaşısı olan Hiram usta, duvarcılık mesleği ve bunlar gibi Muharref Tevrat ve Kabala öğretisine dayalı sembollerin kullanımı, törenler, yeminler ve daha birçok düzenleme, tapınakçı geleneğine dayanmaktadır.
Bunlar, Masonların temel simgelerinden bazıları. Duvarcı ustalarının kullandığı gönye ve pergel. Bu nedenle ortak geçmişe sahip masonlar ve Tapınak Şövalyeleri için özel önem taşırlar.
Örgütlenme yapılarında da bu benzerlikleri bulmak mümkündür. Masonlukta İskoç Riti'nin en üst derecelerine verilen isimler, Tapınakçı tarikatında asırlar önce şövalyelere verilen, "Tapınak Şövalyesi", "Tapınağın Koruyucusu", "İntikam Şövalyesi" gibi ünvanlardır.
Tapınakçılar masonluğa dönüştüklerinde yeniden güçlü bir örgütlenmeye sahip oldular.
Aynı zamanda kendilerine mükemmel bir kamuflaj edinmiş olarak Avrupa’da hızla yayılmaya başladılar.
Tapınakçılar masonluğun yanı sıra Gül Haç örgütünü de kurdular. Bu örgütün en büyük odak noktası, simya ve büyüydü.
Bir kaynakta Gül-Haçların Tapınakçılarla olan ilgisi şöyle ifade edilir:
Gül-Haç, Tapınakçıların kızıl haçından kaynaklanmaktadır. Hem mason hem de illümine olan Mirabeau, ülkede kaldığı süre boyunca, Almanya’daki gizli dernekler hakkında birçok şeyi keşfedecek bir konumda bulunmuştur ve kesinlikle belirtmektedir ki 17. yüzyılın Gül-Haç masonları, aslında gizlice devam eden eski Tapınakçı tarikatıydılar. (Mirabeau, Histoire de la Monarchie Prussienne, V. 76)
Gülhaç örgütünün en tanınmış üyelerinden biri de ünlü İngiliz devlet adamı ve düşünür Sir Francis Bacon’dı. Bacon aynı zamanda İngiliz Tapınakçılarının da Büyük Üstadı'ydı.
Bacon, Tapınakçıların hayalindeki devlet yapısını “Yeni Atlantis” adlı kitabında da dile getirmişti.
Çalışmalarının asıl amacı ise tapınakçı öğretisinde yer alan mistik güçleri kullanarak dünyaya hakim olmaktı.
Gül Haç örgütünün yanında tapınakçıların kurdukları bir diğer örgüt de gizli İllümine örgütüydü. Örgütün yöneticisi, fanatik bir ateist olan Adam Weishaupt idi.
Perde arkasında Tapınakçıların yönetip yönlendirdiği tüm bu örgütlerin ortak bir amacı vardı:
Dini inançları yok etmek, Tapınakçıların din karşıtı felsefelerinin gerektirdiği ateist ve materyalist bir dünya görüşünü dünyaya empoze etmek.
Bunun için ilk büyük sosyal hareket hazırlandı ve hayata geçirildi.
Bu, ünlü Fransız devrimiydi.
Devrimin perde arkasında rol oynayan Comte Cagliosto bir masondu.
Cagliosto’nun amacı, Avrupa’da devrimci düşünceleri yayarak ihtilalleri körükleyip mevcut krallıkları tek tek ortadan kaldırmaktı. Loca tarafından ajan olarak görevlendirilen Cagliosto, tutuklandığında her şeyi itiraf etti. İtiraflarında Masonların tüm Avrupa’da devrim yapmayı planladıklarını ve amaçlarının Tapınakçıların yarım bıraktığı işi bitirerek Kiliseyi ve tüm dini inançları yok etmek olduğunu söylemişti.
Fransız devrimiyle birlikte çoğunluğu Mason olan Jakobenlerin başı çektiği bir terör dönemi başladı. Başta din adamları ve Kral yanlıları olmak üzere on binlerce insan, giyotine gönderildi.
Fransa kralı, idam edildi.
Kral, giyotinde idam edilirken, kalabalıktan bir ses yükseldi: “Molay, intikamın alındı!”
Tapınakçılar, sonunda yaklaşık dört yüz yıl önce diğer biraderleriyle birlikte yakılarak öldürülen son Büyük Üstadları Jacques De Molay'ın intikamını almış oldular.
Ama bu ne ilkti ne de son olacaktı…
Karındeşen Jack Cinayetleri
Masonların yasadışı siyasi faaliyetlerinin önemli bir halkası da ünlü ‘Karındeşen Jack’ cinayetleridir.
Bu seri cinayetler, 1888 yılında Londra'da gerçekleştirildi. 9 haftalık bir süre içinde 5 hayat kadını, gövdeleri çeşitli şekillerde parçalanarak vahşice öldürüldü.
Katil hiç bir zaman bulunamadı. Ancak olayı inceleyen bazı araştırmacılar, bu cinayetlerin siyasi bir amaç taşıdığı ve dahası gizli bir örgüt tarafından koordine edildiğine dair kanıtlar elde ettiler. Ünlü yazar Stephen Knight bu kanıtları ‘Karındeşen Jack: Son Çözüm’ adlı kitabında açıkladı.
Knight’a göre bu örgüt, masonluktu.
Bu görüşü gündeme taşıyan son gelişme ise, 2001 yılı Hollywood yapımı bir film oldu. “From Hell”. Yani “Cehennemden Gelen”.
Tarihi gerçeklere göre hazırlanan filmde, Karındeşen Jack cinayetlerinin masonlukla ilişkisi gözler önüne seriliyordu.
Filmde açıklandığı gibi, bu cinayetlerin gerçekleştiği sıralarda, İngiliz monarşisi büyük bir skandalın eşiğindeydi.
Tahtın varisi bir hayat kadınıyla evlenmişti. Bu olayın duyulması, hem kraliyet hem masonlar için bir tehdit unsuru olurdu.
Devletin tüm kadrolarını kontrol altında tutan masonlar, bu tehditi sona erdirmek için kadını ve diğer hayat kadını arkadaşlarını hunharca öldürdüler.
Cinayetlerden sorumlu kişilerin hepsi birer masondu, bu nedenle her şey örtbas edildi. Olay, kadın düşmanı sapık bir katilin işlediği bir cinayetler serisi olarak kayıtlara geçirildi.
From Hell filminde, o dönemin masonlarının gizli bir toplantısı böyle canlandırılmıştır.
Filmde yeni bir üyenin tarikata girişi ve loca içindeki yemin töreni de işte böyle tasvir edilmektedir.
Karındeşen Jack cinayetleri, masonların devlet kadrolarında ne denli etkin bir güce sahip olduklarının da önemli bir kanıtıdır.
P2
1981‘de yaşanan bir olay masonları tekrar kamuoyunun gündemine getirdi...
İtalya'da bir araştırmayı yürüten polisler, P2 adındaki mason locasına ait bir isim listesi ele geçirdiler.
Bu listede yüzlerce üst düzey bürokrat, İtalya’nın 4 büyük şehrinin polis şefleri, sanayici ve finansörleriyle ünlü bir gazetenin editörleri ve televizyon yıldızları yer alıyordu.
Listenin en başındaki isim ise, Licio Gelli’ydi.
Gelli, militan bir faşistti. Mussolini’nin ateşli bir destekliyicisiydi ve İspanya iç savaşında faşistlerin safında kan dökmüştü.
Şimdi ise P2 locasının büyük üstadıydı.
Araştırmalar, locanın devlet yönetiminde önemli rol oynadığını, İtalya’nın yolsuzluk olaylarında büyük payının olduğunu, hatta İtalyan mafyasının en güçlü kolu olduğunu ortaya çıkardı.
P2, suikast, bombalama gibi birçok eylemde baş aktördü ve ünlü Gladio örgütüyle de yakın ilişkisi vardı. Meclis araştırma komisyonu tarafından toplanan belgeler, P2’nin silah satışlarından ham petrol fiyatlarına kadar hemen her konuda etki yaratabilen uluslararası bir örgüt olduğunu ortaya çıkardı.
İtalyan basınında P2’nin bu yasadışı faaliyetlerine çok geniş yer verilmiştir.
P2 locası, siyasi faaliyetlerinin yanı sıra uyguladıkları tuhaf ayinlerle de masonik geleneği sürdürüyordu.
İtalya’da masonluğa bulaşmış olan yolsuzluk skandallarının ardından “Temiz Eller” adlı tasviye hareketi gerçekleşti, ancak bir sonuç alınamadı. Masonlar kendilerini gizlemeyi bildiler.
P2, masonların devlet içinde örgütlenmelerinin yalnızca bir örneğidir.
Dünya üzerinde su yüzüne çıkmamış ancak aynı yasa dışı faaliyetleri gizlice sürdüren yüzlerce mason locası vardır.
Bunların hepsinin nihai amacı, tapınakçılardan miras aldıkları masonik dünya hakimiyeti idealidir.

SUNUCU:
Bu filmde izlediklerimiz bizlere, tarihin ve güncel olayların akışının kimi zaman göründüğünden farklı olduğunu, doğal olarak geliştiği sanılan süreç ve olayların ardında bazen karanlık amaçlar bulunduğunu göstermektedir. Allah’ın Kuran’da Nahl Suresi’nde bizlere haber verdiği gibi, “kötülüğü örgütleyip düzenleyenler” vardır (Nahl Suresi, 45) ve bunlar kimi zaman tahmin edilenin ötesinde bir etkiye sahiptirler.
Bunlardan biri olan Tapınak Şövalyeleri hiçbir zaman yok olmadılar, hala yaşıyorlar. Ama birer mason olarak.
Amerika’da halen Tapınak Şövalyeleri adıyla toplanan localar, masonluğun bir kolu olarak faaliyetteler...


Farklı isimler ve görünümler altında fakat aynı amaçla faaliyet gösteren Tapınakçılar, güçlerini gittikçe artırarak dünyanın çehresini kendi ideallerine göre değiştirmeye ve yönlendirmeye çalışmışlardır. Bunun için de her türlü yöntemi kullanmışlar, halen de kullanmaya devam etmektedirler.
Masonluk adı altında yürüttükleri faaliyetlerin asıl amacı, ilahi dinleri ortadan kaldırarak putperest inançlardan miras kalan köhne materyalist felsefelerini yeryüzüne yaymaktır. Bunun için Darwin’in Evrim Teorisi, materyalizm, hümanizm gibi inkarcı düşünceleri desteklemekte, bilim, sanat, medya, edebiyat, müzik gibi her türlü kavramı bu amaca alet etmeye çalışmaktadırlar.
Allah, Hak dinin ve güzel ahlakın karşısında mücadele edenleri Kuran'da "bozguncular" olarak tarif etmekte, bozguncuların sonunu ise şöyle haber vermektedir:
İnkâr edip de Allah'ın yolundan alıkoyanlar; Biz, işledikleri bozgunculuğa karşılık, onlara azab üstüne azab ilave ettik. (Nahl Suresi, 88)
Dünya üzerinde bozgunculuğu örgütleyen, dine ve dindarlara karşı sistemli bir mücadele yürüten bu gibi karanlık güçlere karşı vicdanlı insanlara düşen görev ise, fikri bir mücadele yürütmektedir. Bu karanlık güçlerin insanlara telkin ettikleri yanlış felsefelerin, batıl inanışların ve sapkın ahlak anlayışının çözümü; Kuran ahlakındadır.
Bu görevi yerine getiren müminler ise, Allah'ın Kuran'daki vaadinin gerçekleşmesine vesile olma şerefine erişirler:
Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki o, yok olup gitmiştir... (Enbiya Suresi, 18)

Hiç yorum yok:

Kategoriler

"Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir... Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir… Türk milletinin tarihi bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır..."
Mustafa Kemal ATATÜRK