26 Ocak 2009 Pazartesi

Her birim kendi içindeki ETÖ uzantılarını temizleme kararı aldı

Polis Akademisi öğretim üyesi ve Taraf Gazetesi yazarı Önder Aytaç'la Ergenekon soruşturmalarının polis ayağını konuştuk. Aytaç, Emniyet'in kendi karanlık yanıyla yüzleşebilmesi için devletin güvenlik kurumları hiyerarşi sıralamasındaki yerinin yeniden gözden geçirilmesinin gereğine inanıyor. 


 


Neden Ergenekon kapsamında şu an fiilen çalışan polis personelini pek görmüyoruz? Bir Adil Serdar Saçan ile bir İbrahim Şahin ile bitiyor mu bu iş? 

-Bu operasyonun dalgaları bitmedi ki, bekleyin inanın birçok emniyetçinin daha bu bağlamda yakalandığını göreceksiniz. 

-Acaba? Yoksa tuz da koktu da haberimiz mi yok? 

-Polis tuz değil ki ve keşke olsa. Tuz da kokmadı ayrıca. Polisteki bu yapının içerisinde olanların hepsi çok net biliniyor. Ve bir şekilde ya pasif görevlere alınıyor, ya da bırakılıyor ki daha da çok bu yapıyla içli dışlı olsunlar ve Ergenekon dalgalarının nerelere kadar gittiğinin net resimleri çekilebilsin. Sonunda inanın ya hepsi de meslekten ihraç edilecekler ya da ben size yeniden röportaja gelecek ve söz veriyorum tek tek hepsini gerekçeleri ile birlikte sayacağım. İbrahim Şahin ifadesinde "Üç yüz tane etkili kişiyi bana bulmam söylendi, ben güvenlik müsteşarı olduğumda onlarla birlikte çalışacaktım" diyor. Bu üç yüz tane polisin isminin tespit edildiği medyada da yer aldı. Aynen bunu Şahin'e diyenlerin ve buna aracılık edenlerin de kim olduğunun bilindiği gibi. 

-Peki, bunları ne zaman göreceğiz? 

- Her sene iki yüz elli, üç yüze yakın görevi kötüye kullanmış olmaktan dolayı meslekten ihraç edilen polis var. Son on beş yıllık süreç için diyebilirim ki, polis gerçekten kendisini yenilemekte ve daha demokrat bir Türkiye olması için çalışmaktadır. Ayrıca emniyetin güvenlik birimleri içerisindeki hiyerarşik sıralanması Türkiye'de nasılsa, organize suç yapılarına bulaşmış olmasındaki hiyerarşik sıralaması aynen öyledir dersem muzipçe bir yanıt mı vermiş olurum acaba? 

-Yoo, merak uyandırırsınız. Mesela bugün nedir Emniyet ile Mit'in ilişkisi? 


Hanefi Avcı diyor ki Susurluk sürecinde MİT'e ayrılmış olan bütçe 500 ise, Emniyet'e ayrılmış olan bütçe 40'dı. Yani bütçeleri bile böylesine farklı olan iki kurum arasında rekabetten söz edebilmek mümkün değil ki. Bugün daha çok halkın içerisinde olan bir polis ve işinin doğası gereği toplanılan ham bilgileri sistematize raporlar haline getiren bir MİT var. Arada çekişme oluyordur elbette zaman zaman ama hep de çekişme içindelerdir demek doğru olmaz. 


-Mesela en basitinden PKK'lı sayısında anlaşabiliyor mudur bizim kurumlar? 


-Bir toplantıda kaç PKK'li dağda diye sorulunca, birisi 5000, birisi 3500, birisi de 5500 diyorsa, herkes bunun gerekçelerini de arka arkaya sıralıyor ve ondan sonra da en sağlıklı bilgi neyse, ya o bilgiye uyum sağlıyorlardır ya da tak diye emredileni şak diye kabul edip bir karar alıyorlar, sonraki toplantıda da olanları görüp değerlendirmelerini yeniden yapıyorlardır. Kısacası kendini yenilemeyen bitiyordur. 

-İşbirliği ve koordinasyon anlayışları böyle yani! 

-MGK'nda Jandarma Genel komutanının oy hakkı varken, MİT müsteşarının söylemiş olduğu şeyler dikkatle dinlenilirken ve müsteşarlık olarak isimlendirilirken, Emniyet genel müdürünün durumu yalnızca bir genel müdürlük olarak varsa ne olur? Lütfen bu sorunun yanıtını bir de siz düşünün. Biri Jandarma genel komutanlığı koca komutanlık yani ve kırsalda % 28 nüfusa güvenlik hizmeti yapıyor. Diğeri şehirde aynı görevi yapıyor hem de bir genel müdürlüğün il temsilciliği olarak. Diğeri de MİT müsteşarlığı. Yani koca müsteşarlık. Kısacası Müsteşarlık, genel komutanlık ve genel müdürlük. Devletteki sıralaması nasıldır yahu da sen bana bunu soruyorsun. Hem yeni kurulacakmış-mış-mış gibi yapılan güvenlik müsteşarlığı da baştan etkin ve gerçek yetkilerle donatılmış bir birim gibi düşünülürken, şimdi içi boşaltılmış bir kese kağıdı görüntüsüne dönüştürüldüyse daha ne konuşabiliriz ki? 

-Emniyet bu hiyerarşik eşitsizliğe gocunuyor mu? 

-Bence sessiz kalsa da bundan için için gocunuyordur tabii. 

-Emniyet'in yeterince önemsenmediğini düşünmesi diğer kurumlarla ilişkilere nasıl yansıyor? 

-Kurumlar yan yana durduklarında "Bizim başımızda bir adam var ki durumu içler acısı. Biz ne anlatırsak anlatalım bizim söylediklerimizi anlamıyor. Ve biz, o ne derse onun dediğini yapmak zorundayız. O yüzden abi kusura bakma. Biz de biliyoruz, sizin dediğiniz çok doğru ama kusura bakmayın" diyor olabilir mi ki? Sonra da "Ya madem durum böyle, buradan da ancak böyle bir karar çıkacak" diyor mu ki? Çünkü öyle istiyorlar ben de istenileni veriyorum diyor mu ki? 

-Önder Hoca ben hiçbir şey anlamadım! 

-Hahaha hahahaha... Ya Nuriye Akman sen de yıllarca Ankara'da oturdun. Bana sorduğunuz sorunun yanıtını benden daha iyi biliyorsundur. 

-Yani Emniyetin bir olaya bakışı ile jandarmanın, ordunun, MİT'in aynı olmadığı için mi PKK'nın sonu bir türlü getirilemiyor? 25-30 yıl devam eder mi bir çatışma? 

-25- 30 yıldır devlet olarak bir tane Kürtçe televizyon yapmamışsan kimin hatası bu? Mahkemeye geldiğinde tek kelime Türkçe bilmeyene mahkemede Kürtçe konuşturmamış ve yasak koymuşsan kim hatalı sence? Sen hapishaneye düşmüş birisine annesiyle konuşma izni vermemişsen kimin hatası bu? Digor da eğitim vermemişsen, Serkan Şeker gibi kaymakam göndermemişsen kimin hatası bu? Bombaları bırakanları görüyorsunuz sağa sola şimdi değil mi? Evlerinde bile tutmuyorlar artık. Demek ki bir şeyler değişmiş değişiyor ve korku dağları sardı. Bundan geri dönüş de çok zordur artık. 

-Kim bu bırakanlar? Birisi dedi ki Güneydoğu'dan hatıra aldığı bombalar onlar! 

-Böyle bir kepazelik olur mu ya. Kim bunu saçmalayanlar. Bunlar işte otuz yıldır PKK sorununun bitmesini istemeyenler. Hizbullah ve İbda-C'de bunlar işte. Emniyete göre, Türkiye'de faili meçhul yoktur. Uğur Mumcu'nun da, Bahriye Üçok'un da başka isimlerin de hepsinin failleri bellidir. Ben bomba imha kurslarında da ders vermiş olan birisiyim. Hakikaten para için yapılmayacak olan bu zor görevi yerine getiren, dünyanın en tatlı insanlarıdır burada çalışan arkadaşlar. Diyorlar ki, şu delikli bombayı Türkiye'de bir tek şu hazırlar. Niye diyorum, çünkü bir gün bombayı bulurken parmakları kırılmıştır, o hep imza atar gibi delikli bomba yapar diyorlar. O delikli bombayı da Türkiye'de hazırlayan şudur diyorlar ve arka arkaya bazı tarihleri sıralayıp, bulunan / patlayan bombalar onun delikli bombalardır diyorlar. Ben de ya bu adam ne diyor diye aval aval suratına mı bakmalıyım? 

-Emniyet bunları biliyor da niye biz hala 17 bin faili meçhulden bahsediyoruz? 

-Bence biliniyor ama söylenilmiyor. Söylenmesi için dinleyecek, anlayacak ve dinlediklerine önem verecek ve düzeltecek yetkililer olması lazım değil mi?. Önceden tek tip medya , tek tip konulara yaklaşım olduğu için söylenemiyordu. Şimdi ise tek tip, tek yolcu düşünce sistemi oldukça aşıldığı için söylenebiliyor azar azar da olsa... 

-Niye medyanın üstüne atıyorsunuz suçu. Emniyet açıklasın ne biliyorsa. 

-Emniyet nasıl açıklayacak. Ben size bir örnek vereyim. Terörle mücadele yasasında, TCK ve CMK'da yapılması arzu edilen değişiklikler ile ilgili olarak, dönemin Emniyet Genel Müdürü Gökhan Aydıner NTV'nin muhabirini çağırıyor, diyor ki Emniyet'in bu kanun değişiklikleri ile ilgili bu görüşleri savunmaktadır. Sayın Genel Müdürün yaptığı açıklama, ile alttaki birimlerden, daire başkanlıklarından gelmiş olan düşünce ile taban tabana zıt, yüzde yüz ters olan bir açıklama. Eğer birileri gözaltında tutulma sürelerinin uzatılmasını istiyorsa, bunu isteyen vallahide billahide tallahide kesinlikle emniyet değil. Bunu isteyen Türkiye'nin daha demokratik hukuk devleti olmasını istemeyenler, Avrupa Birliği ile bütünleşmiş olmasını istemeyenlerdir. Düşünebiliyor musunuz, çevik kuvvet polisinin sorunları ile ilgili bir bilimsel çalışma yapılıyor, anketler düzenleniyor ve sonra da çözüm önerileri sayfalarca sıralanıyor ve bu kitap Emniyet'in kendi matbaasında basılmış olmasına rağmen, o dönemin Emniyet Genel Müdürü tarafından yasaklanıyor ve kitap yasak yayın haline getiriliyor. Yani sorunlar belli, çözümler belli. E o zaman çözsene kardeşimmmm! 

-İbrahim Şahin "Bana müsteşarlık teklif edildi" gibi bir yalanı ne cesaretle söylüyor? 

-Yalan değil. Söylediği isimler önemli. Bekir Uğurlu paşaya sorun, teklif etmiş mi, etmemiş mi? Dostum Metin Gürak paşaya sorun, halkla ilişkiler ve medyadan sorumlu daire başkanı, acaba konuşmamışlar mı? Ve sonra yeni kurulacak olan güvenlik müsteşarlığı dediğimiz yapı çok da öyle önemli bir birim değildir ki. Başta Jandarma ve Emniyet'i bir araya getirip, hakikaten sivil otoriteye bağlı bir kurum oluşturuluyor gibi yapıldı, sonradan da kof, içi boş bir yapı oluşturuldu, hiçbir işe yaramayacak. Yapılan her türlü yanlıştan dolayı sivillerin hırpalanacağı bir güvenlik müsteşarlığı kavramı oluşturuldu. Ve davul boyunuzda olurken, tokmak başka yerde olacak. İnanılmaz yanlış ve hatalı bir yapı kuruldu. 

-"Aktütün baskınını ben haber verdim" derken de doğru mu söylüyor? 

-Bence doğru söylüyor. Oturuyorlar ve ne yaparsak işleri daha da karıştırırız ve biz sürekli güçlü gözükürüz ve insanları da keriz yerine koyamaya devam ederiz diyorlar. Çünkü kendilerince vatanı böyle kurtardıklarına inanıyorlar. İlhan Selçuk'un anlatımıyla, bazen vatanı kurtaranlardan kurtulmak çok daha zor oluyor. 

-MİT'in "Bu bize resmi değil, sosyal ilişkilerle geldi" açıklaması şık mı? 

-Demek ki sosyal ilişkileri çok kuvvetli bir MİT'imiz var. Kayserili işadamına sorulunca 2 artı 2 kaç eder diye, diyor ki alırken mi verirken mi? Demek ki MİT'in sosyal ilişkileri de hariciyeciler gibi çok kuvvetli. Ve aynı belgeden bir yayın organı Tuncay Güney'in MİT elemanı olduğunu, diğeri de JİTEM olduğunu çıkartıyor. Bu bilgileri de Emniyet'ten Adil Serdar Saçan sorgu yaparken topluyor. Enteresan değil mi? 

-Silah tarlalarının krokileri gerçekten aramalarda mı çıktı ortaya, yoksa çoktandır biliniyordu da şimdi tozlu raflardan mı indi? 

-Hayır aramalarda bulundu onlar. Bu terör örgütü mensupları kendilerini öylesine güvenlikli bir alanda hissediyorlar ki, kendi evlerinde saklayabiliyorlar bu belgeleri. Yani ben hep böyle yaptım. Ben devletim, bana hiç kimse dokunamaz diyor adamlar. 

-Yine de bu krokileri evinde saklayacak kadar salak olmamaları gerekmez mi? 

-Şimdi o kadar akıllı ve pervasızlar ki, kimse bu eve gelip arayamaz / bakamaz diyor. Ben devlet adına yapıyorum zaten bu haltları diyor. O kadar pervasızlar yani. Yıllardır 'köpeksiz köyde değneksiz gezmişler' ve bunu hep de yapmışlar. Şimdi işin bittiğini ve artık yapamayacaklarını anladıklarında da ellerindeki bombaları bile pazar torbaları ile sokak ortasına bırakacak kadar da korkak, kişiliksiz ve suçlular... 

-Yani devlet bunu bilmiyor muydu 2004'den beri? 

-Veren kimse silahları o biliyordu elbette. Verenler merak etme koçum sana bir şey olmayacak diyordu. Aynı Alpaslan Aslan'a sen Danıştay'ı bas, biz de seni daha sonra dışarıya çıkarırız dedikleri gibi. Ya da İbrahim Şahin'i suçlu olsa da Cumhurbaşkanı'na affettirdikleri gibi, teröristleri bile Cumhurbaşkanına affettirdikleri gibi, seni de Aslan Alpaslan oradan kurtaracağız sözünü vermelerindeki gibi yani. Baksınlar Ergenekon Terör Örgütü devlet şemasının içinde nerede idi, oklarla gösterilerek hem de yıllardır... 

-İyi de Ak Parti hükümeti ne yaptı o zaman, uyudu mu? 

-Bence uyumadı. Ama ilk iktidara geldiklerinde Abdülkadir Aksu, Vecdi Gönül ve Cemil Çiçek dışında devleti çok iyi tanıyan ve bilenleri yoktu. Sonradan sonradan öğrenmeye başladılar. Öğrendikçe de bazıları sindi sustu, makamları yükseldi. Bazıları da, ya onlarla uzlaşmaya gitti, ya da başbakan gibi dik başlı olunca 8 farklı suikastla kurban gitme durumuna geldi. Ama şimdi artık Özal gibi 'bir bayramlık, bir idamlık gömleğim var' deme noktasına geldiler. Abdullah Gül gibi birisi değil Cumhurbaşkanı olmak devlet dairelerinin gölgesinde dinlenmek için bile oturamazdı. Recep Tayyip Erdoğan gibi imam hatipli birisi Türkiye de kaymakam bile olurken zorlanırdı. Ama milletin acayip bir teveccühü oldu. E o zaman artık daha da yükselecek yer yok, her ne varsa Türkiye de hukuk devleti olmanın önünü tıkayan, hesap verebilirliği sınırlayan, totaliter rejim artığı her şeyi hukuk içinde yurttaş merkezli hale getireceksin. Ya da 'seni ham yapar bu zilliler' şarkısını dinleyeceksin Sezen Aksu'dan. 

-Bu soruşturmayı polis mi yürütüyor, yargı mı? 

-Elbette yargı yürütüyor. Biz sadece Savcı Öz'ü görüyoruz. Hâlbuki bir tek savcı Öz yok ki bu davada. Teknik takiple ilgili, fiziki izleme ile ilgili, ev aramaları ile ilgili, evlere-işyerlerine yapılan baskınlarla ilgili, gözaltına alınma ile ilgili, gözaltı süresinin uzatılmış olmasıyla ilgili kararları veren farklı farklı en az 20-25 tane savcı, en az 15-20 tane benzer kararlar veren hâkimler var. Hatta devleti İstanbul'da temsil etmiş olan en üst derecedeki generaller bile, İstanbul emniyet müdürlüğündeki bilgi ve belgeleri görünce dudakları uçukluyor ve 'bizim devletin köklerine dinamit koymuş bu Ergenekon Terör Örgütü diyerek, operasyonları yapan görevlileri defaatle tebrik edip, yüreklendiriyorlar. 

-Yani emniyet ile asker ortak mı çalışıyor? 

-İşin gereği zaten polis ve jandarma adliyeye intikal etmiş olan olaylarda savcıya yardımcı birimler olarak çalışır. Ve hepsi de savcının emrinde hareket eder. Yani savcının talimatları dışında nefes bile alamazlar. 

-Tuncer Kılınç'ı ordu neden teslim etti? 

-Eski istihbarat daire başkanı Sabri Uzun'un güzel bir açıklaması vardı. Hırsız evin içerisinde ise ona çare yok diyordu. Tuncer Paşa'yı teslim etmeyin diye kendi içlerinde bir genelge yayınlamış olanlara rağmen, TSK hukuka büyük bir saygı içerisinde, soruşturmanın selameti için, onu da diğer rütbelileri de teslim etti yargıya. Neden peki? Çünkü askeriyedeki insanların az bir kısmı hariç geriye kalanların hepsi sen gibi, ben gibi düşünüyorlar ve şeffaflıktan ve hukukun üstünlüğünden yanalar. 

-Tuncay Güney'i nasıl algılıyorsunuz? 

-Tuncay Güney açıklamaları hiç yapmasaydı da gene Ergenekon terör örgütü ile ilgili soruşturma bu noktalara gelirdi. Çünkü elde 60 terabayt bilgi birikimi var. TRT-2 de yaptığı açıklamalar ise devlet televizyonuna güvenmesinden olabilir. Ama bu açıklamalar olsa da olmasa da ETÖ ile mücadele devam eder ve bu sonuçlara gene kavuşulurdu. Demek ki devletin karar mekanizmasındaki insanlar böylesi ezik insanlarla çalışmış olmaktan mutlu oluyorlar. Ya da birbirlerini karşılıklı kolayca kullanabiliyorlar. 'Körlerle sağırlar birbirini ağırlar' atasözünde de anlatıldığı gibi yani. Bence devletin içindeki her birim kendi içindeki ETÖ uzantılarını temizleme kararı aldı ve bu da adım adım gerçekleşiyor. Pırıl pırıl bir Türkiye'nin kapısı aralanacak ve artık geri dönülmesi de olanaksız. AKP de Turan Çömez gibi kendisine uzanan kolları kesmek zorunda... 

NURİYE AKMAN
18 Ocak 2009, Pazar

Cem Ersever Cinayetinin Sırrı

Cem Ersever öldürülmeden önce kimler aradı? Ersever kime karşı uyarıldı? Ersever cinayetinin bilinmeyenleri...

Gazeteci yazar Agaşe anlatıyor: Ersever'in eşiyle röportaj yapmıştım. Bana Ersever öldürülmeden hemen önce İbrahim Babat ve Mahmut Yıldırım'ın aradığını, Babat'ın Yıldırım konusunda uyardığını anlattı. Birkaç gün sonra da Ersever'in ölüsü bulundu. Babat'ın nerede olduğunu biliyoruz ama ona bu sorular sorulmuyor

Cem Ersever cinayeti ile ilgili 11 yıl önce bir kitap yazdınız. Kitap şimdi bir anda konuşulur oldu. 

Evet, üzüldüm çünkü ben geçen sene 5. kitabını çıkarmış bir gazeteci-yazarım. 'Cem Ersever Gerçeği' 7. baskısını yaptı, beni kimse aramadı ama Tuncay Güney'in ifadelerinin ortaya çıkmasından sonra bir anda telefonlarım çalmaya başladı.

Tuncay Güney'in ifadelerinde isminizin geçmesine şaşırdınız mı?
Tuncay benim eskiden tanıdığım bir arkadaş. Doğan Grubu'nun çıkarttığı Yeni Ufuk gazetesinde çalıştığım dönem tanışmıştık. 

O zaman da böyle eksantrik miydi?
Bizim gibi gazetecilik yapmaya çalışan, araştırmaya meraklı, hayal dünyası geniş bir arkadaşımızdı. 

Hayal dünyası geniş tabirinin üzerinde duralım.
Evet, ben anlattıklarının Tuncay'ın çok üzerinde olduğunu düşünüyorum. 

'Atıyor' mu yani?
Öyle demiyorum ama istihbarat ya da gizli servislere çalışanlar kapalı insanlardır. Gizli servis mantığıyla hareket ederler. Oradan bilgi almak Güney'in anlattığı kadar kolay değil. Ben yıllarca o insanların içindeydim. Onun anlattığı boyutta ilişkilerim hala yok o insanlarla. Mesela bir Veli Küçük portresi çiziyor, çok rahat biri gibi anlatıyor Küçük'ü. Oysa kendi çocuklarının yanında düstur durduğu bir kişidir Küçük Paşa.


ERSEVER'İ ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ TANIRDIM

'Yıllardır istihbaratçıların içindeyim' dediniz. Neden?
Babam istihbarat elemanıydı. Çocukluğumdan beri o çevrenin içindeyim. Ama altını çiziyorum: ben gazeteciyim. Hiçbir servisin elemanı değilim. Cem Ersever ile babamın dostlukları vardı. Ersever'i çocukluğumdan beri tanırdım.

Ersever cinayetinin Ergenekon soruşturması ile ne gibi bir ilgisi var? Kitabınız bugünkü soruşturmalara hangi açıdan ışık tutabilir?
'JİTEM diye bir şey var mı' diye tartışılıyor hala bu soruşturma kapsamında. Oysa bu birimin varlığını Cem Ersever'in ağzından açık seçik veriyor kitap. Dava paralelinde içeri alınan bazı insanlar JİTEM'in kuruluşundan itibaren orada yer almış isimler. Ersever'in yazdığı kitapları ve mücadelesini doğru algılarsak Ergenekon soruşturmasında önemli bir pencere açılacağını düşünüyorum.

KÜÇÜK YARGILANIYOR YEŞİL ORTADA YOK

O pencereyi açmak için önce nereye bakmak lazım?
Örneğin Mahmut Yıldırım ya da kod adı ile Yeşil bir dönem çok konuşuldu. Birçok örgüt ondan faydalandı. Veli Küçük ile ortak çalışmaları olmuş Yıldırım'ın. Küçük bugün yargılanıyor ama Mahmut Yıldırım ortada yok. Kimse sormuyor ya da biz duymuyoruz. Bir de mesela İbrahim Babat var. Suriye kökenli, JİTEM bünyesinde çalışmış. Kırklareli cezaevinde yatıyordu. Salıverilmiş olabilir ama hiç ortada yok. Kimse onu sormuyor.

Neden sorsun? Ne bağlantısı var?
Ersever'in eşi hayatta. Onunla kitap için bir röportaj yapmıştım. Orada anlattı. Cem Ersever'in ölümüne yakın günlerde Yıldız Hanım'a bir telefon geliyor. Arayan 'Cem Abi'ye birkaç gündür ulaşamıyorum, lütfen konuşursanız beni aramasını söyleyin' diyor. Bu kişi İbrahim Babat. Sonra Mahmut Yıldırım denen şahıs da arıyor. En sonunda Babat tekrar arıyor ve 'Mahmut Yıldırım kendisini arıyor. Uzak dursun ve benimle bağlantıya geçsin' diyor. Ama Yıldız Hanım eşine ulaşamadığı için notu iletemiyor. Birkaç gün sonra da Cem Ersever'in ölüsü bulunuyor. Bu gün Babat hayatta ve nerede olduğunu biliyoruz ama ona bu sorular sorulmuyor. 

Babat'ın Ersever cinayetinde ismi geçiyordu...
Evet, adam öldürmeye teşebbüsten yakalandı. Kendi iddiasına göre pazarlık ettiler, 7 yıl sonra çıkacaksın dediler, kabul ettim diyor. Ama sonra 17 yıla uzattılar. Neden? Babat'ta bir şey var. Bir şekilde onu susturuyorlar. Bence acilen dinlenmeli. 

Peki ya Mahmut Yıldırım? Onunla ilgili bilginiz var mı? Yaşıyor mu? Yaşıyorsa nerede?
Öldüğünü kimse ispatlayamayacağına göre bence yaşıyor. Bu tip adamlar kendilerini nerede güvende hissederse orada durur. Bu yüzden belli bir yeri yoktur herhalde.

Kazılarda çıkan PKK'nın silahı olabilir

Tuncay Güney sizi işaret ederek insanların sizden ne öğrenmelerini istedi?
Beni bilinçli olarak mı işaret etti? Bilmiyorum. Ama ben Ersever ve JİTEM gerçeğini uzun araştırmalar sonucu döküm ve belgelerle ortaya koymuş biriyim. Kendi anlattıklarını doğrulama adına beni kaynak gösterdi, diye düşünüyorum.

Sizi de içeri çekmek istemiş olabilir mi?
Olabilir ama benim içeri çekilecek bir konumum asla olamaz. Çünkü ısrarla gazeteci konumunda duruyorum.

ULUSLARARASI BOYUT ÖNEMLİ

Soruşturma kapsamında Ersever'e namluyu doğrultanlar da var mı dersiniz?
Sonuçta Mahmut Yıldırım'ı kullanan insanlar var. Bu soruların o insanlara sorulması gerekiyor. Bence JİTEM'in oluşmasından itibaren insanlar kendi menfaatleri doğrultusunda büyüyüp bugünlere geldiler. Oluşumun başından itibaren varlık gösteren biri Veli Küçük Paşa. Bu yüzden ana eksenin Veli Küçük olduğunu düşünüyorum. Bu arada Ergenekon'u anlamak için uluslararası boyutta bakmak gerek. Dış güçler önemli.

Yani bu soruşturmada dış güçlerin etkisi mi var?
Olabilir. Bugün PKK'dan ele geçen ve kayıt altına girmeyen çok silah var. Belki toprak altından çıkanlar o silahlar. Ortadoğu, Türkiye ve ABD gerçeği var. Bu üçgeni yaratan menfaatler bazen karışıyor. Bunlara doğru bakmak lazım.

Abdullah Öcalan da Ergenekon kapsamında sorgulanmalı

Ersever dosyası kapsamında bazı isimlerin de soruşturmaya dahil edilmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Bir de neden dahil edildiği anlaşılamayan isimler var. Hükümete muhalif oldukları için gözaltına alındıkları iddia edilenler...
Sabih Kanadoğlu gibi isimlerden bahsediyorsanız ben onları şöyle açıklıyorum. Diyelim ki siz bir dergi çıkarıyorsunuz. Haftanın belli günleri bir takım kişilerle oturup sohbet ediyorsunuz ama onlar derginin çalışanı değiller.

Yani bir örgüt varsa ona dahil değil de üyelerle ilişkili kişiler diyorsunuz. Örneğin Doğu Perinçek de mi böyle bir isim sizce?

Biraz eskiye gidelim... Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Abdullah Öcalan ve Doğu Perinçek, Dev Genç'i kuran kadro. Gezmiş şehir örgütlenmesinin sorumluluğunu alıyor. Öcalan kırsalı örgütlüyor. Perinçek dergi çıkarıyor, basın kısmını üsleniyor ve ortaya Aydınlık çıkıyor. Uzun süre birlikte mücadele ediyorlar. Daha sonra Dev Genç'in başkanı Ertuğrul Kürkçü oluyor. Bir süre sonra aralarında anlaşmazlık oluyor ve ayrılıyorlar. Gezmiş ve Çayan ölüyor ama bugün PKK'nın lideri hayatta. Doğu Perinçek ise yargılanıyor.

Öcalan da Ergenekon kapsamında yargılanmalı mı diyorsunuz?
Belki de. Belki Gezmiş ve Çayan yaşasa onlar da yargılanacaktı bugün. 

Öcalan'ın soruşturma kapsamına alınması gibi bir olasılık görüyor musunuz?
Evet, olabilir. Soruşturmanın nasıl bir şekle geldiğini bilmiyoruz.

Çetin Agaşe'nin Beş kitabı var
Çetin Agaşe, 'Cem Ersever', 'Kod Adı Yeşil', 'Avrusya', 'Öfkeyle Vals' ve 'Nuh'un Üçgeni' adlı beş kitabın yazarı. Çerkes asıllı. Agaşe soyadı da Çerkesce 'Cuma' anlamına geliyor. Gazetecilik ve yazarlık yapan Agaşe devletin gizli örgütleri ve yapılanmaları üzerine çalışıyor.


ARKA PLAN
Ergenekon kapsamında yürütülen soruşturmalar ve devam eden gözaltılarla etraf arap saçına döndü. Kime ve neye inanacağımızı şaşırdık. Kimi dinleyeceğimizi de... Bu hafta bu karmaşa arasında yolumuzu bulmaya çalışırken Tuncay Güney'in yayınlanan ifadeleri arasında bir isim dikkatimizi çekti: Çetin Agaşe. Güney 'JİTEM ile ilgili doğru bilgi almak isteyenler Agaşe'nin 'Cem Ersever Gerçeği' adlı kitabına başvursun' diyordu. 
Biz de bunun üzerine Ergenekon denince ezberlenmiş laflar eden isimlerin dışında bir isim duyunca merak ettik ve cuma günü gazeteci yazar Agaşe ile bir araya geldik. Güney'in bahsettiği kitabı 11 yıl önce yazan Agaşe ilginç iddialarda bulundu. Ergenekon soruşturmasına Cem Ersever cinayetinin dahil edilmemesinin anlaşılır olmadığını söyledi ve 'Neden kimse Mahmut Yıldırım ve Kırklareli Cezaevi'nde yatmış olan İbrahim Babat'ı sorgulamak için harekete geçmiyor?' diye sordu. 
Agaşe Ergenekon'un da polisin operasyona verdiği isim olduğunu söyledi. 'Bu, örgütün adı değildir, ya da en azından henüz elimizde böyle bir bilgi yok' dedi.

(Nagehan Alçı / Akşam)

Ergenekon Temizliği Devlet Kararı

"Hilmi Özkök süreci değiştirdi. Büyükanıt karargahta değişti, Başbuğ askere hakim, ordunun tarihi değişimini iyi yönetiyor."

Gazeteci Avni Özgürel; “Ergenekon'u 28 Şubatçılar keşfettiler. Hilmi Özkök süreci değiştirdi. Büyükanıt karargahta değişti, Başbuğ askere hakim, ordunun tarihi değişimini iyi yönetiyor. Canı yansa da Ergenekon soruşturmasına destek veriyor, anti demokratik unsurların ayrışmasını istiyor. Ergenekon operasyonu ordunun bilgisi ve mutabakatı dışında yapılamazdı” görüşünü dile getiriyor.

Yaşatan devlet yaşasın… 



Kabul edelim ki bu toplumda devlete rağmen pek bir şey olmuyor, olamıyor. Türkiye'de hayat hep devletin çevresinde ve onun yukarından belirlemesiyle şekillendi. Böyle olduğu için bazılarımız devletçi, bazılarımız devlet, bir kısmımız da devlet karşıtı olduk. Devlet çatık kaşlıydı, sertti, acımasızdı, korkutuyordu, adil değildi, ideolojikti, uzaktı, dokunulmazdı, kayırdığı ve cezalandırdığı kesimler vardı… 

Uzun ve sancılı bir süreçten sonra eli sopalı buyurgan devlet algısı değişiyor, hizmet üreten, gözetip kollayan, sorumluluk duyan, hesap veren ve hesap soran bir yapıya doğru gidiyor. İnsani duyarlılığı olan bir yapı… İnsandan yana bir yapı… 

Devlet değişirken insan da değişiyor, ilişkiler de değişiyor. Değişimin temelinde yatan faktör hukuksuzluğun bitme sürecine girmesidir. Süreç ilerledikçe insanın insanla, insanın devletle ilişkisinde yön ve mahiyet de değişecektir. 

Ergenekon sürecinde devlet ve kurumların -zor da olsa- makul tavırları organize olmuş güzelliklerdir. Başlayan sürecin devamı; iyi, güzel ve faydalı olanı herkes için istemek ve süreçleri sabırla, temkinle, basiretle ve organize yürütmekle mümkün. 

Herkes, kendisi için tehditlerin ortadan kalkmasına çalışırken, başka bir kimsede de yeni bir tehdit algısına mahal vermeyecek tarza ulaşmalı. 

Sahici bir güven, çözülmez ilan edilen problemleri de suhuletle çözer. Devlet halkına güvenmeyi başarırsa yaşar ve yaşatır… 


Ergenekon'da ortaya çıkan ilişki ve bilgiler devlet içinde yuvalanmış olan illegal yapıların varlığına dikkatleri çekti. Öteden beri devletin içinde bu işlerle ilgili çekirdek bir yapı var. 

Ergenekon nedir, nerede başlar, nereye kadar uzanıyor? 

1970'lere kadar Gladyo ya da resmi adıyla Seferberlik Tetkik Kurulu, devlet bünyesinde Sovyet tehdidine karşı oluşturulmuş S ilahlı Kuvvetler bünyesinde bir yapıydı. Derin devlet dediğimiz oluşum ise 12 Mart dönemecinin ürünüdür. Muhtemelen MİT Müsteşarı Fuat Doğu'nun emri ya da bilgisi dahilindedir... 

Adı farklı olsa da devletin içinde bu tür oluşumlar hep var. Peki kimler yer almış? 

Herkes. Asker, polis, yerli/yabancı istihbaratçı, diplomat! Bankacı, işadamı, siyasetçi, gazeteci vardır bu organizasyonda. Yetmez, Ülkü Ocakları'ndan da, Dev-Sol'dan da grupları kontrol eder. 12 Mart döneminden itibaren, gerek sağ gerekse sol gençlik grupları içinde kurulmuş bağlantıları hazırdır zaten. 

Ne tür olaylarda parmak izleri var? 

Listesi dahi kitap eder! Tarihe Kanlı 1 Mayıs diye geçen olaydan tutun, Ecevit'e yönelik suikast girişiminden çıkın. Derin çekirdek ihtilal istiyordu bunu da gerçekleştirdi. 

'VATAN ELDEN GİDİYOR ÇETESİ' HİÇ YOK OLMADI 

Çeteleşmenin evreleri var... 

“Vatan elden gidiyor çetesi” hiç yok olmadı. Zamanla bu yapı “İş bitti dağılın” denilemeyecek bir noktaya geldi. Bazısı eski hayatlarına geri dönemeyecek kadar ileri çıkmışlardı, korunmaları zorunluydu. 

Aklıma ilk gelen isim Abdullah Çatlı. 

Çatlı bu işte kullanılan isimlerden biriydi. Ülkü Ocakları Ankara Şubesi İkinci Başkanı olmasına rağmen herkes ona reis diyordu. Çatlı tarihimize 7 İşçi Partili gencin öldürüldüğü hadise ile çıktı. Gözaltına alındı fakat birileri müdahale etti, bizim adam dediler, ilgili evrakları da alarak gittiler. Çatlı uzun süre gözükmedi. Dosyasında sadece 7 gencin öldürülmesiyle ilgi karakol tutanağı vardı, o da yok edildi. Sol ve sağdaki gençler aynı potada eritildiler. 

12 Eylül öncesi yaşanan siyasi istikrarsızlık, terör ortamı bu oluşumları besledi değil mi? 

Evet, bunlar Ermeni meselesi gibi, PKK gibi ortaya yeni çıkan dertlerle baş etmekte pekala kullanılabilirlerdi. Bu oluşumda Erkan Gürvit'in, Haydar Saltık Paşa'nın etkisi oldu. Denendi, ASALA'dan kurtaracaklardı Türkiye'yi ama başaramadılar; verilen paralar kumarhanelerde, barda, pavyonda tüketildi. 

TERÖRLE MÜCADELEDE UYUŞTURUCU PARASI KULLANILDI 

Devlet kolunu kaptırdı mı bunlara… 

Doğru, devletle aralarında bu tür ilişki ağı kurulunca bir çatının altına girmiş oldular. Bazı akademisyenler, “Terörle mücadele büyük para ister, ABD bunu uyuşturucu parasıyla finanse ediyor. Biz de öyle yapalım. Para niye Behçet Cantürk'e gitsin, biz yapalım bizde kalsın” diye makale ve raporlar yazdılar. Bu yapı MİT'e dayatıldı. 

Kabul gördü mü? 

Hayır. O yüzden doğrudan müsteşara bağlı olmak kaydıyla bir kontrterör dairesi oluşturuldu. 

Ne zaman? 

1993-94. MİT ve JİTEM işe heveslendi, birbirlerinden adam yürütmeye başladılar. Bu elemanların çoğu birkaç devlet kurumuna birden çalıştı. Yetmedi MİT adına şirketler kuruldu, kimi gasp eylemlerine göz yumuldu… 

Hiç soru soran yok mu devletten? 

Çiller hükümeti dağılınca ortaya çıktı ki, iş dallanıp budaklanmış. Bir ucu Azerbaycan'da darbe, öbür ucu Suriye'de Öcalan'a karşı operasyon planlıyor. Kendisi de yapamayınca Amerikalıların Vietnam artığı paralı askerlerine ihale ediyorlar. 

YEŞİL'İN GÖREV KAĞIDINDA BAŞBAKAN İMZASI VAR 

Örtülü ödenek ve uyuşturucu ile finanse edilen yabancı paralı askerlere ihaleli işlerden siyasiler haberdar değil mi? 

Hiç şüphesiz, hepsinin haberi var. Başbakanın önüne yazı geliyor, 'Öcalan'a operasyon yapacağız, para lazım. Görevlendirme yazısında imzanız olsun ki, siyasi rantı size dönsün'. Listede 7 kişi var. Başbakan hiçbirini tanımaz, atar imzayı. 

Hangi Başbakan… 

Mesut Yılmaz… Başbakan ne bilsin Mahmut Yıldırım'ın 'Yeşil' denilen adam olduğunu. İki ay sonra ortalıkta 'Yeşil' krizi patlayınca, Başbakan 'nedir bu araştırın' diyecek olur, ilgili bürokrat 'aman beyefendi, sakın ha, bu adamı siz görevlendirdiniz, görev emrinde imzanız var' der. Dolayısıyla herkes suça ortak. İçinde Çiller de var. 

28 ŞUBAT SÜRECİNDE ERGENEKON YENİDEN KURULDU 

Asker bu sürecin neresinde? 

1995'taki seçim sürecinde RP lideri Erbakan bir tek televizyona çıkarılmadı. ANAP-DYP önünü almak için yarıştı ama Erbakan kazandı. O tarihte Genelkurmay'da Karadayı ve Çevik Bir örgütlenmesi var. TSK Erbakan'ın iktidarını şaşkınlıkla karşıladı. İktidarın bazı hatalarını basın köpürttü ve asker “Türkiye nereye gidiyor, müdahale etmemiz lazım” demeye başladı. Plan geliştirilirken, iktidar bu fırsatı Kudüs Gecesi programında verdi. Brifingler başladı ve MGK'da hükümet başkanına sekiz saat ne kadar muzır bir iktidar olduğu anlatıldı, bir dizi karar tebliği edildi… 

Sonuçta koalisyon çöktü yerine Mesut Yılmaz hükümeti geldi... 

Yılmaz ordu ve medya desteğinde '28 Şubat ruhu'nu yansıtan hükümeti kurdu. Ona verilen 12 Mart'ta Nihat Erim'in üstlendiği roldü. Askerde şöyle bir duygu uyandı; ihtilal de yapmadık ama istediğimiz sonucu aldık. İki tankı yürüttük, basına oynadık, üç beş brifing ve sert bir bildiri ile işi hallettik. Bu yöntem güzel, geliştirilebilir ve lazım olduğu her zaman kullanılabilir dediler. 

Darbecilerin hafızasında 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat hep canlı mıdır? 

1908 darbesi bile var. Örneğin Talat Aydemir ihtilal girişiminde bulunurken, cuntanın yemin töreni 1908'de Abdülhamit'e karşı ihtilalin kararlaştırıldığı Mahmut Şevket Paşa'nın Üsküdar'daki evinde yapılıyor. Cuntacılıkta ve darbecilikte bir şuuraltı var. 

KARADAYI PAŞA ETKİN 

Bu yapı şimdi bizim Ergenekon dediğimiz yapı mı? 

Evet, bu şimdi gördüğümüz Ergenekon'dur, geçmişte damarları da var. 

Ergenekon Susurluk'tan bağımsız mı? 

Tabii ki. Benzerlikler, içiçelikler var ama bu yapı on beş sene önceki yapı değil. 

Güncel olan Ergenekon'u Karadayı ile mi başlatıyorsunuz? 

Tabii, tabii, Karadayı… 

Bir numara kim, Karadayı mı? 

Hayır, bugün etkin olanlar başka. Çünkü yapıda yurtdışından da intisapları var. 

Bugünkü yapıya nasıl gelindi? 

28 Şubat'ta siyaseti kırıp bükerek istediği yapıyı tesis edebileceğini gören cuntanın AKP'nin iktidara gelmesini müteakip aynı yöntemle siyaseti kontrol altına alma düşüncesiyle harekete geçtiğini Özden Örnek'e ait olduğu hususunda şüphe bulunmayan darbe günlüklerinden biliyoruz. AK Parti iktidara geldi, ABD Irak için Türkiye'den destek istedi ama tezkere çıkmadı. ABD'nin kızgınlığı Erdoğan'a değil, doğrudan askeredir. Hatırlayın Türkiye'nin güvenliği ile birinci dereceden alakalı bu konuda MGK karar almadı, 'Meclis'e bırakıyoruz' dedi. ABD ve Batı bunu gördü, “asker bize ikili oynuyor, raydan çıkıyor” dedi. 

Ne yaptılar? 

TSK'yı etkileyen, NATO kasnağından dışarıya taşıran nedir diye sormaya başladılar. Kanaat getirdiler ki TSK'nın yapısında hiyerarşi ve kontrol dışı etkili unsurlar var. Bunlar serbest çalışmaya da çok alışmışlar. AK Parti ile başlayan sivilleşme ve demokratikleşme adımları da bazı askerleri endişelendirdi, Batılılara göre Türkiye demokrasi açısından hep gridir ve öyle kalacak deniyor, zaten onlar da itiraz etmezler, biz müdahale etmek durumundayız dediler. 

ÖZKÖK'E RAĞMEN DARBE YAPAMADILAR 

Ne zaman? 

2003 ve sonrası. Biliyorsunuz bu tarihlere ait darbe günlükleri sonradan ortaya çıktı. Kıvrıkoğlu'nun ardından Hilmi Özkök geldi. Geleceğin tarihinde Özkök bir köşe taşı olarak yazılacak. Asker gördü ki 12 Mart'ta, 12 Eylül'de, 28 Şubat'ta sonuç alınmasının sebebi müdahalenin hiyerarşi içinde yapılmasıdır. Müdahale edemediler çünkü Özkök faktörü var. Yaygın şiddet eylemleri ve toplumu infiale sürükleyecek bir hava oluşmadan darbe yapılamaz, bunları yapacak adamlar lazımdı. 

Yani Ergenekon… 

Bu oluşum bir katar gibidir, bir vagonda öğretim üyeleri, aydın insanlar, akil adamlar, bir vagonda hapishane kaçkını, mafya, esnaf, bir vagonda gazeteciler, yazarlar, bir vagonda askerler, bürokratlar, işadamları yer alabilir. Birinin diğerini tanımaması gayet tabidir. Hatta aynı vagon içinde kompartımanlar vardır. Bu yapı böyle bir yapıdır, birileri eylem yapar, diğerlerinin de bundan haberdar olması gerekmez, aleyhine bile konuşabilir. Fakat hiçbir şekilde yan yana gelemeyecek insanlar aynı katara binebilirler. 

DEVLETİN SAHİBİ BİZİZ DİYORLAR 

Nedir Ergenekon'un ortak ideolojisi? 

Bu devletin bir sahibi var o da biziz. Seçilmiş olabilirsin ama bu önemli değil. Dediklerimizi yaptığın sürece problem yok. Celal Bayar Başbakan olunca Atatürk'e çıkıyor, efendim ne yapayım diyor. Atatürk, büyükelçi, vali, emniyet müdürlerini ben tayin ederim. Orduya da elleme, Çakmak Paşa'nın işi. Gerisi senin işin diyor. Yani ekonomi. Hükümet kendini öyle konuşlandırdığında, devlet kararına müdahil olmadığı takdirde bir problem çıkmaz… 

AK Parti iktidarı devlet kararına ne yaptı? 

AB sürecinde bütün mekanizmalar değişiyor. 

Peki bu devlet kararı değil miydi? 

Devlet kararıydı. TSK'yı bir bütün olarak Ergenekon yapılanmasını içine sindirmiş ve bundan yana diye görmemek lazım. Türkiye değişecek, değişmek zorunda ve biz belli bir sınırda olmak zorundayız diyen bir Silahlı Kuvvetler iradesi var. 

Bu irade Özkök döneminde öne çıktı, sonra ne oldu? 

Karargah tavrı ağır bastı. Büyükanıt Paşa ve kendisinden şahinlik bekleyenler de gördü ki devlet yeni bir yola girmiştir. Hatırlayın üçlü koalisyon döneminde Bahçeli “AB bir devlet kararıdır” diye beyanat verdi. Bu noktada AK Parti'ye karşı çıkılmasının önüne geçen bunun bir devlet kararı olmasıdır. 

Büyükanıt, Şemdinli'de hata yaptığını biliyor mu? 

Erken çıkışının hata olduğunu biliyor. 

Başbuğ'a gelince ne oldu? 

Başbuğ bu sürecin devamı. Meşruiyetçi bir kişiliği var, geleneksel bürokratik ilişkilere bağlı, fazla konuşmuyor. Başbakan'dan bir talebi varsa, randevu alır söyler. 

Karargahtaki bu tavra rağmen 27 Nisan niye oldu? 

Genelkurmay başkanlarının hepsi aynı donanım düzeyinde olmaz. Büyükanıt çok donanımlı görünüyor ama... 

Bugün Başbuğ hiyerarşik yapıya tamamen hakim mi? 

Tamamen hakim. TSK'nın nabzını iyi tutuyor, nerede, neyi ve kimden isteyeceğini biliyor. Basın üzerinden siyaseti hırpalamanın orduya zarar verdiğinin idrakinde. Bizim bürokrasi Tanzimat'la kuruldu, kendisini devletin sahibi görüyor ama bazı şeyler kolay olmuyor, bugün gelinen noktayı yetersiz görsek de önemli bir aşama geçirmiştir. 

TSK bu yapının değişmesinde tam mutabakat içinde mi? 

Elbette… 



Asker hukuka engel olmayacak 


Asker Ergenekon'a nasıl bakıyor? 

İki bakış var, birisi geçmişte komutanım dediği insanların düşüncelerini onaylamasa, girişimlerini desteklemeseler bile bir burukluk yaşıyorlar. Ergenekon sürecinde ordunun canı yanıyor ama sineye çekecekler. İkinci bakış hukukidir. 

İnsani bakış böyle, ya hukuki? 

Bu soruşturmanın engellenmesi yönünde alınmış kararları yok. Aksine soruşturmanın ilerleyen safhalarında Özden Örnek paşanın günlükleri gündeme gelecek. TSK kendi içinde bir arınma istiyor. Zaman içinde Silahlı Kuvvetler bu soruşturmanın önünü daha da açacaktır. 

Muvazzaflarda temizlik bir noktaya kadar gelir ve fazla ilerlemez deniyor. 

Silahlı Kuvvetler'de 'rencide etmem' tavrı hakimdir. Dışarıdan fark edilmese de ciddi bir tasfiye sürecinde oldukları açık. Bazı isimler için de Ağustos'u beklerler. Terfisi beklenen bir kısım insanlar emekli edileceklerdir. Ordu, demokratik sürecin korunması konusunda kararlıdır. 



Ordu 'tarihi değişim' dedi 


Eğer böyleyse ordu tarihi bir değişime karar vermiş durumda… 

Türk ordusunun tarihi önemde bir değişim içinde olduğu doğrudur. Darbeler orduyu çok yıprattı. 'Cumhuriyeti Korumak ve Kollamak' ile 'Demokrasi' makasının arasına sıkıştı. Son gelişmeler Silahlı Kuvvetler'in cumhuriyetle elde edilmiş kazanımların demokrasiden vazgeçilmeksizin korunması yolundaki kararlılığının işaretidir. 

Askere rağmen Ergenekon çözülebilir miydi? 

Hayır, askere rağmen Ergenekon türü örgütlenmelerin oluşumu nasıl mümkün değilse, şimdi çözülen ve soruşturulan Ergenekon'da da askere rağmen bir ilerleme kat edilemezdi. Bugün orgeneraller tutuklanabiliyorsa bunda askerin itirazı yok demektir. Ordunun bilgisi ve mutabakatı dışında böyle bir süreç işleyemezdi. 

Devletin bu hukuk dışı ve kirli yapılardan temizlenmesi de bir devlet kararı mı? 

Şüphesiz… 

Ne zamandan beri? 

1999'dan itibaren bu işin rayına oturtulması kararı alındı. Elbette sancılı bir süreç…

 

(Mehmet Gündem / Yeni Şafak)

24 Ocak 2009 Cumartesi

Mumcu ve Okkan'ı Unutmadık

Türkiye'nin yetiştirdiği iki büyük insanın ölüm yıldönümü 24 Ocak... Uğur Mumcu ve Gaffar Okkan hala aydınlatılmamış suikastlerin kurbanı olu.

Gazeteci Uğur Mumcu 24 Ocak 1993'te, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ise 24 Ocak 2001'de hâlâ aydınlatılamamış suikastların kurbanı oldular. 

Her iki suikastın failleri de kamuoyunu tatmin edecek şekilde ortaya çıkarılamadı. İki ismin ortak noktaları sadece ölüm yıldönümleri değil. İkisi de öldürülmeden kısa bir süre önce iki ayrı terör örgütünün bağlantılarına ilişkin ilginç ipuçlarına ulaşmışlardı. 

Arabasına konan bombayla hayatını kaybeden Mumcu'nun öldürülmesiyle ilgili olarak dört senaryo ortaya atıldı. İlk senaryoya göre Mumcu, Öcalan ile MİT ilişkisini saptadığı için derin devlet tarafından ortadan kaldırıldı. 

Ergenekon tutuklusu Ümit Oğuztan'ın ortaya attığı iddiaya göre ise Mumcu, Ergenekon örgütünün Kuzey Irak'taki Kürt yönetimine ve PKK'ya sattığı silahlardan haberdar olduğu için öldürüldü. 

Üçüncü senaryoya göre Mumcu, İran bağlantılı radikal İslamcı gruplar tarafından öldürüldü. Sadettin Tantan'ın İçişleri Bakanlığı döneminde yapılan Umut operasyonu, bu üçüncü senaryoya göre yürütüldü ve cinayetin bir numaralı sanığı Ferhan Özmen müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Ancak kamuoyu, Mumcu cinayetinin aydınlatıldığı konusunda ikna olmadı. 

MOSSAD SENARYOSU 

Dördüncü senaryo ise sahte bir MİT belgesine dayandırıldı. Ergenekon soruşturması sırasında Veli Küçük'ün evinde de çıkan MİT belgesine göre Mumcu, Türkiye'nin dine dayalı bir yönetim altına girmemesi için CIA denetiminde Mossad ajanlarınca öldürülmüştü. Cinayet için altı özel tim elemanı, Hayre Deniz Üssü'nden botla Türkiye'ye gelmiş ve Mumcu'yu öldürmüştü. Bu son senaryo, Mumcu suikastı senaryolarının en mantıksızı olarak görülüyor. 

HİZBULLAH DENDİ AMA... 

24 Ocak 2001 tarihde, uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülen polis şefi Gaffar Okkan Hizbullah'ı çökerten polis olarak biliniyor. Okkan cinayetinin Hizbullah tarafından işlendiği ileri sürüldü, ancak sadece Mehmet Fidancı adlı Hizbullahçı hem örgüt üyeliğinden, hem de Okkan cinayetinden müebbet hapis cezasına çarptırıldı. PKK ve JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan, Okkan'ı Hizbullah'ın değil Jİ- TEM'in öldürdüğünü ileri sürdü.

Türkiye de Karartılan Katliamlar

Merhum Turgut Özal'ın hazırlattığı terör eylemlerini önlemeye yönelik raporlar ve sonrası gelen faili meçhul karanlık katliamlar.

1992'de Cumhurbaşkanı Turgut Özal sorunun şiddetle çözülemeyeceğinden hareketle diyalog ortamı yokluyordu. Ocak ayında Cumhurbaşkanı Sözcüsü Kaya Toperi ve baş yaveri kurmay Albay Arslan Güner'e 10 sayfalık bir Kürt raporu hazırlattı. Raporda, "Karşılaştığımız sorunun basit bir terör olgusunun çok ötesinde olduğu aşikardır." deniyordu. 

Özal, Martın ilk haftasında Çankaya Köşkü'nde DEP milletvekilleri Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Orhan Doğan'la görüştü. Sakık, Özal'ın bu görüşmede "Genel af çıkarıp sorunu kökünden çözeceğim." dediğini aktardı. 

Özal, Toperi ve Güner'in hazırladığı rapordaki tespitleri 13 Mart 1992 tarihli MGK'da gündeme getirdi ve genel af da dahil siyasi sosyal çözümlere değindi. 

Aynı dönemde PKK ve derin güçler cephesi, şiddet eylemlerini had safhaya çıkardı. PKK 1992 Nevruz'unda bölge halkını kışkırtarak kitlesel ayaklanmalara dönüştürmeye çalıştı. Türkiye Mart 1992'de tarihinin en kanlı Nevruz'unu yaşadı. İki günde resmi kayıtlara göre 57, sivil toplum örgütlerine göre 113 kişi hayatını kaybetti. 

Turgut Özal, ANAP milletvekili Adnan Kahveci'yi yeni bir rapor hazırlaması için görevlendirdi. Kahveci, Güneydoğu'da bir süre inceleme yaptıktan sonra "Kürt sorunu nasıl çözülmez" başlıklı bir rapor yazdı. Mayıs 1992'de Özal'a sunulan raporda şu satırlar dikkat çekiciydi: "Askeri çözümle hiçbir ülke çözüme ulaşamamıştır. Bugün Kürt sorunu siyasal bir kriz halini almıştır. Çözüm için cesur siyasal adımlara ihtiyaç vardır. Bu nedenle Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek, Kürtler'in siyasal hakları verilmelidir. Bu durum Türkiye'de demokrasiye ufuklar açmakla kalmayıp PKK gibi terör örgütlerine olan halk desteğini de ortadan kaldıracaktır." 
Mayıs 1992'den itibaren şiddet eylemleri yeniden arttı. 

Adnan Kahveci'nin raporu 27 Ağustos 1992 tarihli MGK toplantısında tartışıldı. Özal, GAP televizyonundan Kürtçe yayın yapılmasını istedi. 

11 Haziran 1992: Bitlis'in Tatvan ilçesinde köy minibüsü durdurularak içinde bulunan 13 kişi kurşuna dizildi. 

27 Haziran 1992: Silvan'ın Yolaç köyünde cami cemaati kurşuna dizildi. 10 kişi öldürüldü. 

18 Ağustos 1992: Şırnak'ta olaylar çıktı. Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, olayı "300 PKK'lının şehri bastığı bir isyan" olarak nitelendirdi. PKK, eylemi reddetti. İl merkezinde 3 gün süren olaylarda kent neredeyse harabeye döndü. Ölü ve yaralılar konusunda muhtelif sonuçlar açıklandı.

5 Eylül 1992: BingölGenç karayolunda araçlardan indirilen 7 kişi katledildi. 

13 Eylül 1992: Şemdinli'de Jandarma Karakoluna yapılan saldırıda 15 er şehit oldu. 

15 Eylül 1992: Batman'ın Kozluk ilçesinde bir minibüsün bombalanması sonucu 10 kişi öldü. 

29 Eylül 1992: Irak sınırında Derecik Jandarma Karakolu'na yapılan saldırıda 27 asker şehit oldu.

1 Ekim 1992: Bitlis'in Cevizdalı köyünde 30 kişi öldürüldü. 

72 yaşındaki Yazar Musa Anter, 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'da suikaste uğradı. 

Ekim 1992'de Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Iraklı peşmergelerle birlikte büyük Hakurk operasyonunu başlattı. Bu peşmergelerle yapılan ilk ortak harekattı. 

11 Ocak 1993: İstanbul Polisi, LuckyS adlı Panama bandıralı bir gemide 15 ton uyuşturucu ele geçirdi.

15 Ocak 1993: Bingöl ile Diyarbakır'ın Kulp İlçesi arasında bulunan PKK kampları havadan bombalandı. 150 PKK'lının öldüğü açıklandı.

24 Ocak 1993: Cumhuriyet Gazetesi yazarı Uğur Mumcu, Ankara'daki evinin önünde bulunan arabasına konan bomba ile öldürüldü. Mumcu, öldürülmeden önce PKK-Devlet ilişkisini irdeleyen bir kitap üzerinde çalışıyordu. Türkiye'nin her yanından Ankara'ya gelen binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen cenaze töreni, laiklik, cumhuriyet ve demokrasiye bağlılık mitingine dönüştürdü.

28 Ocak 1993: İşadamı Jak Kamhi'ye suikast düzenlendi. Kamhi, yara almadan kurtuldu.

5 Şubat 1993: ANAP İstanbul Milletvekili, eski Devlet ve Maliye Gümrük bakanlarından Adnan Kahveci, BoluGerede yakınlarında trafik kazası geçirdi. Adnan Kahveci ve eşi olay anında hayatlarını kaybetti.

17 Şubat 1993: Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis'in bindiği askeri helikopter, Ankara yakınlarında düştü. Helikopterde bulunanlardan kurtulan olmadı. Genelkurmay, olayın teknik bir arızadan meydana geldiğini açıkladı. Bitlis vefatından bir hafta önce Suriye, İran ve Irak dışişleri bakanlarıyla PKK'nın bitirilmesi için görüşmeler yapmıştı.

19 Şubat 1993: Orgeneral Aydın İlter, Jandarma Genel Komutanlığı'na atandı.

Cumhurbaşkanı Özal, Mesut Yılmaz'ın 15 Haziran 1991'de ANAP Genel Başkanlığına seçilmesinden sonra partiyi yönlendiremiyordu. O nedenle projelerine parlamentodan destek bulamıyordu. 20 Ekim 1991'de yapılan genel seçimlerde de DYP birinci parti olmuş, Başbakanlık Süleyman Demirel'e geçmişti. Özal, ölümünden 2 ay önce Şubat 1993'te Demirel'e Kürt sorununun çözümüne ilişkin önerileri içeren bir mektup gönderdi. Mektupta sorunun çözümüne yönelik siyasisosyal öneriler sıralanıyordu. 

PKK, 23 Mart 1993'te tek taraflı ateşkes kararı aldı. 

17 Nisan 1993: 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal kalp yetmezliğinden dolayı sabah saatlerinde öldü. 

22 Nisan 1993: Özal'ın cenazesi, Fatih Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra, 100.000 fazla kişinin oluşturduğu kortej eşliğinde Vatan Caddesi'ndeki Anıt Mezara defnedildi.

23 Nisan 1993: Başbakan Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanlığı'na aday olacağını açıkladı. 

7 Mayıs 1993: DEP, 'HEP'in kapatılma ihtimali üzerine' resmen kuruldu. Genel Başkanlığa Yaşar Kaya seçildi.

16 Mayıs 1993: TBMM'de yapılan 3. tur oylama sonucunda DYP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel, Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Cumhurbaşkanı seçildi.

24 Mayıs 1993: Bakanlar Kurulu'nun af gündemiyle toplanmasından 1 gün önce Bingöl'de terhis olan 33 asker şehit edildi. Askerlerin silahsız ve korumasız olduğu, PKK'nın önceden istihbarat aldığı ileri sürüldü. 

8 Haziran 1993: Devlet Bakanlığı'ndan istifa eden Tansu Çiller, DYP Genel Başkanlığı'na resmen aday olduğunu açıkladı.

13 Haziran 1993: Tansu Çiller, DYP Genel Başkanı seçildi.

15 Haziran 1993: Cumhurbaşkanı Demirel, hükümeti kurma görevini Tansu Çiller'e verdi. DYPSHP hükümeti kuruldu. Tansu Çiller, Türkiye'nin ilk kadın Başbakanı unvanını kazandı. 

15 Haziran 1993: Bitlis Kayabaşı ve Bingöl Üçpınar köylerinde 9 vatandaş roketatarlı saldırıyla öldürüldü.

2 Temmuz 1993: Sivas'ta çıkan olaylarda Madımak oteli ateşe verildi, 37 kişi yanarak veya dumandan boğularak can verdi. 

5 Temmuz 1993: Erzincan'ın Başbağlar köyünde 33 kişi katledildi. 

12 Temmuz 1993: Emniyet Genel Müdürlüğü'ne Mehmet Ağar atandı.

Anayasa Mahkemesi, HEP'in (Halkın Emek Partisi) kapatılmasına karar verdi.

27 Temmuz 1993: Bakanlar Kurulu, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in görev süresini 1 yıl uzattı.

29 Temmuz 1993: Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu, 30 Ağustos beklenmeden görevinden alındı. KKK'na 1. Ordu Komutanı Org. İsmail Hakkı Karadayı atandı.

4 Ağustos 1993: Bitlis'in Mutki ilçesinde otobüs tarandı 15 kişi öldürüldü.

4 Eylül 1993: Batman'da meydana gelen olaylarda DEP Milletvekili Mehmet Sincar ile DEP Batman İl Yönetim Kurulu üyesi Metin Özdemir öldü.

12 Eylül 1993: SHP Genel Başkanlığı'ndan ayrılan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, Kabine'den de istifa etti.

10 Ekim 1993: Tansu Çiller, Avrupa Konseyi toplantısı için bulunduğu Viyana'da basına "İspanya tecrübesinden (Bask modeli) biz de yararlanacağız." dedi. Demirel 11 Ekim 1993'te anında yanıtladı: "Çözümü İspanya'da arama!

22 Ekim 1993: Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Lice Tugay Komutanlığı bahçesinde alnından vurularak öldürüldü. Başlatılan operasyonda Lice'nin üzerini siyah dumanlar kapladı. İlçe'ye giriş ve çıkışlar yasaklandı ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Çıkan çatışmalarda 30 kişi öldü, 400 ev ve işyerinde hasar meydana geldi. PKK, Bahtiyar Aydın cinayetini üstlenmedi. 

Başbakan Çiller'in olaylardan sonra Lice'ye yapmak istediği gezi 'güvenlik sorunu' ikazı üzerine iptal edildi. 

Daha önce Kürtçe yayından ve Bask modelinden söz eden Tansu Çiller, bu olaydan sonra 27 Ekim 1993'te şahinleşti: "Ya bitecek, ya bitecek!"

Tansu Çiller 31 Ekim 1993'te, "Terörün dıştaki ve içteki kaynaklarını kurutacağız." dedi.

Başbakan Çiller, 3 Kasım 1993'te şu açıklamayı yaptı: "Elimizde PKK'ya yardım eden 60 Kürt işadamının listesi var.

Devlet PKK ile olduğu gibi PKK'ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir." 

PKK'ya yardım yaptığı ileri sürülen Kürt işadamları teker teker öldürüldü. 14 Ocak 2004'te Behçet Cantürk öldürüldü. 

PKK'yla mücadele adına yapılan kanunsuzlukları ve uyuşturucu ticareti gibi yasa dışı faaliyetleri mahkemede açıklayacağını söyleyen eski Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı Binbaşı Ahmet Cem Ersever, duruşma için gittiği Ankara'da öldürüldü. Cesedi 4 Kasım 1993'te bulundu.

12 Aralık 1993: DEP'in 1. Olağan Kongresi'nde Genel Başkanlığa Hatip Dicle seçildi.

29 Aralık 1993: Kılavuzköy Jandarma Karakolu'nu basan teröristler, 12 Eri şehit etti. Çatışmada 7 terörist ise ölü olarak ele geçirildi.

zaman

22 Ocak 2009 Perşembe

Konuşsaydı Çiller Giderdi

Aygan, JİTEM'ci Kırca’nın intiharının ardından yeni iddialarda bulundu. 'Kırca konuşsaydı Çiller dahil 3 kişi Ergenekon'a dahil edilebilirdi' iddiasında bulundu.

Abdülkadir Aygan, Kırca’nın intiharının ardından yeni iddialarda bulundu: Cem Ersever’i öldüren timde yer alan itirafçıları Ankara’ya gönderme işi Binbaşı Kırca’ya verilmişti. Kırca konuşsaydı Tansu Çiller, Ünal Erkan ve Hasan Kundakçı Ergenekon davasına dahil edilebilirdi. Binbaşı Kırca’nın emrindeki bir memur olarak 30’a yakın faili meçhul cinayetin bizzat tanığıyım. Cem Ersever’i tasfiye etme görevi Binbaşı Kırca’ya verildi ama onun Yeşil’le arası iyi değildi. JİTEM’ci Kırca seçimlerde oyların MHP ve DYP’ye verilmesi için bölge halkına baskı yapıyordu. 

Abdülkadir Aygan, www.nasname.com.tr adlı internet sitesine verdiği röportajda Abdülkerim Kırca'ya ilişkin iddialarını sürdürdü. Kırca'yı yakından tanıdığını iddia eden Aygan, özetle şunları anlattı: 

Kendisi ülkücü gençlik içerisinde yer aldığını belirtmiştir. Onun grup komutanlığı döneminde bölgede birçok faili meçhul cinayet işlendi. Emrinde görev yapan bir memur olarak 30'a yakın faili meçhul cinayetin tanığıyım. Bazı cinayetleri bizzat kendisi işledi. Necati Aydın, Mehmet Ay ve Ramazan Keskin adlı gençleri DGM serbest bıraktığı halde Abdülkerim Kırca bizzat tabancayla infaz etti... Ahmet Cem Ersever'i öldüren timde yer alan bazı itirafçıları Ankara'ya gönderme işi Kırca'ya verilmişti. Ersever'i tasfiye etme görevi ona verilmesine rağmen Yeşil ve Veli Küçük'le iyi geçinmediği için bundan hoşnut değildi... Son dönemdeki gelişmeler O'nu endişelendirmiş olabilir. Cezaevine girme korkusu ve basında hakkında çıkan açıklamaların verdiği psikolojiyle intiharı bir çıkış yolu olarak seçmiş olabilir... Kırca'nın benimle ilgili haberlerinden etkilenip intihar ettiği yalandır. Ben üç dört yıldan beri açıklamalarda bulundum. Eğer bu açıklamalardan dolayı intihar edecek olsaydı o zaman ederdi... 

MHP ve DYP'ye destek 

Kendisi bölgede özellikle MHP ve DYP'ye destek verilmesi için bölge halkına yoğun baskı yapıyordu. Seçim döneminde emrindeki personelin, oylarını Çiller'in partisi lehinde kullanmalarını emretti. Çünkü JİTEM'e her türlü maddi, manevi ve hukuki desteği vereceğini Asayiş Komutanı Hasan Kundakçı'ya bildirmişti. Kundakçı da Kırca'ya söylemişti... Birkaç kez Ergenekon davasında tanıklık yapmak istediğimi ve görev aldığım süre zarfında bölgede tanık olduğum herşeyi anlatabileceğimi basın yoluyla ilettim ancak dediğim gibi bana bugüne kadar bu yönlü bir tebligat gelmedi. Böyle bir talep olursa; kalmakda olduğum ülkede ve buradaki görevlilerin nezaretinde görüşebilir veya ifade verebilirim. Bunun dışında Türkiye'ye götürülmem intihardan başka bir manaya gelmez... 

Eğer konuşsaydı... 

Kırca da Ersever'in tasfiyesinde kullanıldı. Yeşil ile arası açıktı. Bu demektir ki şu an Ergenekon tutuklusu Veli Küçük'le de arası iyi değildi. Çünkü; Yeşil, Küçük'le hareket ediyordu. Bir çok faili meçhulun son dönemde soruşturma konusu olması bazılarını korkutmuştur. Kırca'nın da konuşabileceğini varsaymışlardır. Abdülkerim Kırca gerçeği konuşabilseydi; zamanın asayiş komutanı Hasan Kundakçı, OHAL Valisi Ünal Erkan ve Tansu Çiller de Ergenekon savcısına yakayı kaptırabilirlerdi. 

Aygan anlattı, kemikler bulundu 

PKK itirafçısı ve JİTEM'in eski üyesi Abdülkadir Aygan, 'kayıp' sekiz kişinin öldürülmesinin yanı sıra dört cinayetle ilgili de emekli albay Abdülkerim Kırca'yı suçlamıştı. Bu kişiler arasında Diyarbakır'da 10 Haziran 1994 tarihinde evinden elektrik faturasını yatırmak üzere çıkan ve bir daha kendisinden haber alınamayan Murat Aslan da vardı. Aygan'ın anlatımına Aslan, Kırca'nın emriyle Aygan ve bir grup itirafçı tarafından kaçırıldı. 7. Kolordu içinde ve JİTEM'e ait olduğu belirtilen yerde sorgulanan Aslan, infaz edildikten sonra Şırnak'ın Silopi ilçesinde bir köyde toprağa gömüldü. Aygan'ın televizyon programında verdiği yer tarifi üzerine baba İzettin Aslan harekete geçti. Savcılığın izniyle yapılan kazıda kemikler bulundu. Adlı Tıp, kemiklerin 'kayıp' Murat Aslan'a ait olduğunu belirledi. 

(Taraf)

21 Ocak 2009 Çarşamba

Barnabas İncili ve Veli Küçük

Yıl 1981... Yer; Şırnak, Uludere mağarada bir incil bulunur... Ve anında Veli Küçük devreye girer... Bir de Ergenekon'la iç içe Türk Ortodoks Patrikanesi..

Aziz Üstel/Star

Barnabas İncili ve illa da Veli Küçük Paşa! 

Yıl 1981...Yer Şırnak, Uludere!..Avdan dönen köylüler bir mağaraya giriyor. 
Babat Aşiret Reisi Korucubaşı Hazım Babat’ın babası Ferhat Babat bir kitap buluyor bu mağarada. Kitap elden ele dolaşıyor. Derken dönemin Malatya Milletvekili Hakkı Şengüler’in eline geçiyor. Parşömene yazılmış. Hiçbir şey anlamayınca papazlar alıyor ele. Onlar da çözemiyor hangi dilde yazıldığını. Derken filolog Hamza Hocagil’e gidiyor kitap. 

Hocagil Aramice dilini sular seller gibi biliyor. Yani Hz. İsa döneminde konuşulan dili! Kitap,Aramice yazılmış ve Süryabi alfebesi kullanılmış. Kitabın ilk sayfası şöyle başlıyor: 

‘Ben Kıbrıslı Barnabius. Tespihe layık alemlerin rabbinden bir bütün olarak, Ruhu’l Kudüs’le Meşaha’ya vahyolunan tıpkı İsa’dan duyduğum gibi, sadakatle, 48 gök yılları sonunda, dördüncü nüsha olarak aynen yazıyorum!’ 

Hocagil, ‘Bu Kitap Barnabas İncili’ diyor! 

Yani 2000 yıldır kaybolan Hz. İsa’nın katibi, Aziz Barnabas yazmış. 

Hocagil, İncil’le ilgili şunları söylüyor: ‘Lût kavmiyle ilgili bazı uyarıcı bilgiler vardı. Ancak bir ayet dikkatimi çekti: ‘Bir Peygamber gelecek, ona tabi olanlar, dolgun başaklar (!) gibi büyüyüp gelişecek!’ 

Buraya kadar her şey iyi.. 

Hocagil, tam İncil’in tümünü çeviriye başlayacakken, Jandarma gelip el koyuyor kitaba. Tam iki yıl kilit altında kalıyor. Sonra Genelkurmay Özel Harp Dairesi gelip alıyor İncil’i Jandarma’dan. 

Hocagil işin peşini bırakmıyor; 1986’da Turgut Özal’a gidiyor, anlatıyor olan biteni. Turgut Bey de, özel harpçi Orgeneral Sami Karamısır’a gönderiyor. ‘ Önce beni sorguya çektiler. Amacımın ne olduğunu sordular? Ben saedece çeviriyle ilgilendiğimi söyledim...’ 

Ve 1987 yılında Özel Harp Dairesi Başkanlığı’nın kapısını çalıyor. Sami Karamısır Paşa’yla Hayri Ündül Paşa’nın bilgileri kapsamında çeviriye oturuyor. Çeviri parasını Harp Akademileri Komutanı Nahit Şenoğul Paşa ödüyor. Ancak İncil’in 19 sayfasını inceleyebiliyor. ‘Başımda Özel Harp Dairesine bağlı subaylar var.’ 

Ve 19’uncu sayfadan sonra, çeviri bitti yapı paydos diyorlar... Diyenler! 

Ancak İncil’in son sayfasına da göz atıyor Hocagil. Aziz Barnabas, İncil’i dört nüsha yazdığını, birinin İsrail’de, diğerinin Arabistan Yarımadası’nda üçüncüsünün ise Kuzey Irak’ta, Zaho taraflarında olduğu belirtilmiş. ‘Bu son sayfada Hz Davut’un kendi eliyle yazdığı Arapça Zebur ve Hazreti Harun’un bakır levhalara yazdığı On Emir’in de nerede olduğuna ilişkin bilgiler de vardı!’ 

Ve karşınızda Veli Küçük! 

Hocagil anlatmayı sürdürüyor: ‘Hz Davut’un sarayında bulunan İncil’i de tercüme ettim. Bu tercümeyi, Almanca ve İngilizce olarak, Yunanistan’daki Markos Yayıncılık için yaptım. Genelkurmay’daki İncil’le İsrail’de bulduğumuzun tek farkı tefsirli oluşuydu. Barnabas, Uludere’de bulunan İncil’e bazı şerhler düşmüştü. Çeviri parası olarak 15.000 dolar aldım!’ 

Peki, Hocagil’i Markos Yayıncılık ile tanıştıran kim? Adını son günlerde sıkça duyduğumuz, Ergenekon soruşturmasının başlıca kişileriden Adem Taşdemir. 

Taşdemir şimdilerin hahamı Tuncay Güney’le birlikte ‘cürüm işlemek için örgüt oluşturmak’ savıyla göz altına alınıp serbest bırakılmıştı. Dahası, Taşdemir, Veli Küçük Paşa’nın yaveriydi.’ Hamza Hocagil’in bir başka savıysa Barnabas İncili’nin hala Genelkurmay’da olduğu! 

Bu işi daha iyi çözebilmek için Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi’ne bakacaksınız. Hani şu cemaati olmayan, garip yere! 

Örneğin Romanya’da büyükelçi’ken Hamdullah Suphi Tanrıöver, bu ‘Patrikhane’ yaşasın, gelişip boy atsın diye, 1935’de, 70 kadar kızlı erkekli Hıristiyan gencini İstanbul’a getirir ve 1943’de bunların nüfus kağıtlarına Hıristiyan Türk Ortodoksu yazılır! 

Ama başka kimse bu ‘Patrikhanenin kapısını çalmaz.’ Rum Ortodoks Patrikhanesi varken. Türk Ortodoks Patrikhanesi ne de mene bir gareabettir, bi düşünün hele! Hangi akıllara ziyan asarıdır ve de gelecekte başımıza ne işler açmıştır! Bu 70 Hıristiyan genç de, bir süre sıkılır, toptan Müslüman olur. Tanrıöver köpürür:’Benim yetmiş gencime sahip çıkamadınız! Müslümanlığın kitabında yetmiş kişi mi noksandı!!’ diye sinirlenir. 

Bu Türk Ortodoks Patrikhanesi hala var tabi. Var da cemaati yok! Basın Sözcüsü Sevgi Erenol, ‘Ergenekon üyesi’ olmakla suçlanıp tutuklandı! Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Ermeni Sempozyumu’nu protesto edenler arasındaydı. Toprağı bol olsun, Hrant Dink’in 301’inci maddeden yargılandığı davaya da müdahil olmak istemişti. 

Şimdi, bi yanda Barnabas İncili, öte yanda Veli Küçük Paşa’nın tercüme girişimleri. Ve de üçgenin öbür ucunu bağlayan, emniyet kayıtlarına göre ‘Ergenekon yapılanmasının merkez üssü olarak kullanıldığı’ öne sürülen tuhaf patrikhane. Gerisini siz düşünün...Benim başıma ağrılar girdi çünkü!

Yeşil Ve Çatlı Ergenekon'da !

Ergenekon savcısı Zekeriya Öz, Çatlı ve Yeşil'in bir arada yargılandığı dava dosyası Ergenekon savcısı tarafından istendi. İşte ayrıntılar...

Türkiye'nin en çok merak ettiği iki ismin bir arada sanık olarak yargılandığı dava dosyası Ergenekon savcısı tarafından istendi. Yeşil ve Çatlı'nın çete kurmak ve gasp suçlarından isimlerinin bir arada geçtiği dava dosyası delil olarak istendi. Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 2003 yılından beri devam eden davanın sanıkları, susurluk kazasında ölen ve Mehmet Özbay kimlikli Abdullah Çatlı, faili meçhul cinayetleri, gayri meşru faaliyetleri ve hayatta olup olmadığı halen kesinleştirilemeyen 'Yeşil' lakaplı Mahmut Yıldırım. 

Çatlı ve Yeşil'in yargılandığı davanın konusu; uyuşturucu kaçakçısı iki İranlı'nın kaçırılarak gasp edildikten sonra öldürülmesi. Olayın yaşandığı 14 Ocak 1995 tarihinden ancak 8 sene sonra hazırlanabilen iddianameye göre İran asıllı Asker Simtko ve Lazem Esmaili isimli iki uyuşturucu kaçakçısı Polat Rönesans Otelindeki Emperyal Casino'ya girerken kaçırıldı. Olayın Mehmet Özbay kimlikli Abdullah Çatlı ve Ahmet Demir adını kullanan Mahmut Yıldırım tarafından gerçekleştirildiği belirtildi. Çatlı ve Mahmut Yıldırım İranlıların yakınlarını arayıp tehditle fidye istedi. Lazem Esmaili'nin kardeşi Ahmet Esmaili, Mahmut Yıldırım'ın sahte Ahmet Demir kimliği ile Ziraat Bankası Ankara Heykel Şubesine açtırdığı hesaba 300 bin, Ankara Merkez Şubesine ise 50 bin dolar yatırdı. Fidyelerin ödenmesine rağmen iki İranlı öldürüldü. Cesetleri 28 Ocak 1995'te Silivri'de bulundu. Silivri Cumhuriyet Savcılığı olayla ilgili soruşturma açtı. Jandarmanın kayıtlarına göre İranlılar terör örgütüne yardımda bulunan Kürt işadamlarının listesini hazırladıkları için PKK tarafından öldürüldü. Olayın ardından PKK'nın cinayeti üstlendiği ve "Kontra faaliyetlerde bulunan ve MİT'le birlikte çalıştıkları belirtilen İranlıların Metropol İntikam Timleri tarafından cezalandırıldığı" açıklandı. Bir iddiaya göre de Çatlı ve Yeşil İranlıları kaçırıp terör örgütüne teslim etmişti. 

Susurluk'ta öldü, Mehmet Özbay kimliği ile aranıyor 

Olayla ilgili savcılık soruşturması sürerken gündemi aylarca sarsacak Susurluk kazası meydana geldi. Mehmet Özbay kimlikli Abdullah Çatlı'nın öldüğü bildirildi. 

Ancak İranlıları kaçırdığı iddia edilen Çatlı, Mehmet Özbay kimliğiyle tespit edildiği için resmi olarak yaşıyor olarak görünen Mahmut Yıldırm ile birlikte halen her yerde aranıyor. Bakırköy'den istenen dava dosyasında adı geçen gerçek Mehmet Özbay ise Şubat 1995'te Chicago Başkonsolosluğuna başvurarak eskisini kaybettiği için yeni pasaport ve nüfus cüzdanı alan bir işadamıydı. Bakırköy Adliyesinde 2003 yılında açılan dava dosyasında Abdullah Çatlı ve Mahmut Yıldırım'ın kabarık suç klasörleri yer alıyor. 

Yeşil'le ilgili iddialar 

Her iki sanığın Susurluk davasında birçok eyleme karıştığı belirtilirken Mahmut Yıldırm ile ilgili; Tunceli Emniyet Müdürlüğa'nde TKP/ML Partizan üyesi olduğu, Bingöl Emniyet Müdürlüğü'nde 1.7.1996'da PKK üyesi olduğu, Malatya DGM Cumhuriyet Savcılığı'nda, Elazığ İnsan Hakları Derneği Başkanı Av. Metin Can ile Doktor Hasan Kaya'nın 1993'te öldürülmesiyle ilgili soruşturma dosyaları ve 1996'da Yeniköy'de öldürülen Ömer Lütfü Topal'dan tehditle para istemek eylemleri bulunduğu belirtiliyor. 

Ergenekon soruşturmasına bakan savcılardan Mehmet Ali Pekgüzel tarafından 17 Kasım 2008'de istenen dava dosyasının Beşiktaş Adliyesine gönderildiği öğrenildi.

Özel Harbin Kurucusu Konuştu

Özel Harp Dairesini kuran Albay, yeraltından çıkan Ergenekon silahlarıyla ilgili çok çarpıcı açıklamalar yaptı: "Bu silahlar bizim gömdüklerimiz değil"

Türkiye'de ne zaman "Derin Devlet" tartışılsa gündemin merkezine Özel Harp Dairesi oturur. 1955'te Selanik'te Atatürk'ün doğduğu evin bombalanması iddiası, 6-7 Eylül olayları, Kültür Sarayı'nın yakılması, 12 Mart Darbesi, Kızıldere Katliamı, Ziverbey Köşkü sorgulamaları, 1 Mayıs 1977 Olayları, Ecevit'e Çiğli Suikastı girişimi ve benzeri olaylar hep ÖHD'ye çerçevesinde cerayan etti. 

Özel Harp Dairesi'nin kurucusu emekli albay İsmail Tansu, Yarbay Mustafa Dönmez ve Ergenekoncularda bulunan krokiler sonucu topraktan çıkan silahları yorumladı.

İşte Newsweek Dergisi'nde çıkan röportajın ilgili bölümü:


Zir Vadisi sizin döneminizde de askeri eğitim için kullanılan bir bölge miydi? 
Orası bizim de askeri eğitim için kullandığımız Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı'na bağlı terk edilmiş metruk bir çiftlikti. Burada, Kıbrıs'ta getirdiğimiz Türk Mukavemet Teşkilatı timlerine, askeri eğitim veriyorduk. Ancak orada hiçbir zaman silah gömülmedi. 

İnsanlar, yeraltına neden bu kadar silah gömerler? 
Kötü bir maksatları var demek ki onun için gömmüşler. Her memlekette olduğu gibi. Dünyanın her yerinde bu tip olaylar yaşandığı olmuştur. O bombaları söz konusu kişilerin kendi kişisel maksatları için saklamış olabileceklerini düşünüyorum. 

BU SİLAHLAR BİZİMKİLER DEĞİL

ÖHD Komutanı Orgeneral Kemal Yamak bazı noktalara silahlar gömüldüğünü söylüyor. Sizin döneminizde Türkiye'nin değişik yerlerine silahlar gömüldü mü? 
Kemal Yamak paşa, daireye başkanlık yaptı. ÖHD, olarak bazı noktalara silah gömülmüştür dedikten sonra, bana "hayır" demek düşer mi? Paşa doğru söylüyor. Evet, bizzat ben de silah gömdüm. Arkadaşlarla birlikte Türkiye'nin kaç değişik noktasına silah gömdük. Ancak vatan savunmasında kullanılması maksadıyla gömdük. Yani komünizm tehlikesine karşı. Ama bugün ortaya çıkartılan silahların, ilk dönemlerde bizler tarafından gömülen silahlarla bir ilgisi yok. 

Türkiye'nin kaç noktasına gömüldü? 
Adedini ben bilemem. Bilsem de söyleyemem. Şu anda içinde değilim ama olsaydım yine söylemezdim. Ama bunlar toplandı mı toplanmadı mı bunu da bilemem. Kemal Yamak paşa daha ayrıntılı olarak biliyordur. 1956-57-58 yıllarında lojistik subayıydım. Bazı hususları bilirim ve hadiseyi doğrularım. Kemal paşa doğruları söylüyor. Ancak ayrıntıları söyleyemem. 

Daha sonra kontrol dışına çıkmış bazı göreliler, bu silahları o gömülü yerlerden çıkarıp farklı yerlere gömmüş olabilirler mi? 
Onu bilemem. Yeni gelişmeleri gazete ve televizyonlarda takip edebiliyorum. Bu kadar konuşmayı bile verdiğim mücadele sayesinde yapabiliyorum. Yaşımız ilerledi. Şimdiki komutanlar bizden çok sonra geldiler. Kurumsal bir yanlış söz konusu olamaz. Daha önceki iftiralar tutmadı. Şimdi de tutmayacağını düşünüyorum. TSK'yı yıpratmak isteyenler vardır. Bunlar başarılı olmayacaktır. Kişisel yanlış yapanlar varsa da onların cezalarını çekmeleri gerekiyor. Her halükarda memleket bunlardan kurtulmalıdır. 

İSMAİL TANSU KİMDİR? 
1952-53 yıllarında Kore Türk Tugayı`nda savaşmış bir subay. Dönüşte, Tümgeneral Daniş Karabelen`le birlikte ÖHD`yi kurdu. Kıbrıs`taki direnişi sağlayan Türk Mukavemet Teşkilatı`nın da kurucularından. Kıbrıs İstirdat Projesi`ni hazırladı ve teşkilatın Ankara`daki Genel koordinatörlüğünü yaptı. 27 Mayıs darbesine kadar üst düzey görevler alan Tansu, darbecilerle ters düşerek 1961`de emekli oldu. 

Newsweek/Türkiye

16 Ocak 2009 Cuma

İŞTE ERGENEKON'UN DEŞİFRESİ

Tuncay Güney en sarsıcı açıklamalarını TRT'ye yaptı. Resmen deprem....

TRT2'de yayınlanan Büyüteç programına katılan Tuncay Güney'den açıklamalar geldi. Programa Mehmet Elkatmış, Fikri Sağlar ve gazeteci Şamil Tayyar katıldı. Tuncay Güney’in BÜYÜTEÇ’teki konuşması

Sayın Güney biz sizi bundan önceki programlarda hep kippanızla görüyorduk bu günkü programda kippanız yok bunun özel bir nedeni var mı? 

Güney: Bütün televizyon kanallarına çıkıyorum herhangi bir özellikle TRT ye çıkmak gibi özel isteğim olmadı. Sadece teklifi değerlendirdim. Herkes bana telefonla veya başka yollarla ulaşa bilir ben bu tabuyu yıkmışımdır.

 Sayın Güney biz sizi bundan önceki programlarda hep kippanızla görüyorduk bu günkü programda kippanız yok bunun özel bir nedeni var mı? Ben bunu sormuştum. 

Ortadoğu’da bir savaş var bazıları yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermemek için ve bazılarının başımda kippa ile çıkmamı provokete edercesine kullanmaması ve malzeme yapmamaları için kippayı takmadım. Bu da Türk halkına saygı duyduğumdan dolayıdır. Kendi duygularını ve hislerini anlıyorum ve bir takım basın yayın organları ve bazı çevrelerin provoketif hareketlerine gelmemek için ve saygı duyduğum için kippamı takmadım. 
Stüdyoda Eski TBMM susurluk komisyonu başkanı Mehmet Elkatmış, yine aynı komisyonun üyesi Fikri Sağlar ve gazeteci-yazar Şamil Tayyar bulunuyor…

Bu gün sizin 2001 yılında İstanbul Emniyetine verdiğiniz ifadelerin görüntüleri avukatlara oradan da basın yayın kuruluşlarına dağıtıldı. Öncelikle bu konudaki düşüncelerinizi almak istiyorum. Birde o günden bu güne size ulaşan başka bilgiler var mı? Ergenekon’un Türklerle bir ilişkisinin olmadığını ABD tarafından kurulduğunu söylüyorsunuz. Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz? 

Birincisi bu gün yayınlanan sorgu kasetine iki cepheden bakmak lazım. En önemlisi benim için benim değerlendirdiğim: Özellikle susurlukta bir çok üst düzeydi ki insanlar susurluk komisyonuna ifade verdiler. Bir çok açıklamada bulundular. Fakat komisyonda bunu yaşamıştır ki bizde basın yoluyla ve televizyonla bunları öğrendik ve gördük. Herkes konuşacağı zaman bir konun başına geldiğinde söyleyemem devlet sırrı diyordu. Yolsuzluk oluyor devlet sırrı, Ortadoğu devletleri arasında silahlar uçuşuyor ifade vermesi gerekenler devlet sırrı diyor. Her şey devlet sırrı deniyordu. Bu gün savcılığın yaptığı hareket taktir edilir bir hareket. Taktir ediyorum. Çünkü Tuncay Güney devlet sırrı olmamalıydı. Benim herhangi bir kasetlere karşı tepkim yoktur. Çünkü tabular yıkılmıştır bence. Savcılığın kasetleri çıkarıp yayması Türkiye’ye demokrasinin gelmesi açısından tabuların yıkılması açısından her şeyin devlet sırrı olması açısından ortadan kalkmıştır. Demokrasi için önemli bir girişimdir. Bu kaset her ne kadar benim kasetlerim olsa da sorguda çekilmiş olsa da devlet devlet demokrasi adına bir adım atmıştır. Hukuk adına benim kasetlerimi bütün basına yaymıştır. Bu çok güzel bir duruştur. Kasetlerin yayımlanması çok güzel duruş tabular yıkılmalı. Herkes devlet sırrı olamaz. Tuncay Güney de devlet sırrı değildir, varsa eğer başka bir kaset oda sunulmalıdır sadece kişilik haklarımıza saygısızlık yapılmaması kaydıyla. 

SUSURLUK 

Susurluk’a gelirsek, Elkakmış beye kimse teşekkür etmemiştir. Ben Elkakmış beye tarafsızlığından ve başarısından dolayı Tuncay Güney olarak teşekkür ediyorum. Çok zor bir görev üstlenmiştir fakat sayın Fikri Sağlar’ın ne diyeceğini çok merak ediyorum. Bize susurluk komisyonunun en son Türk halkına vermiş oldukları tek bir şey vardır oda Susurluk Ansiklopedisi hediye etmişlerdir bize. Bunun dışında herhangi bir şey verilmemiştir Türk halkına. Susurluk bilinçli bir şekilde örtülmüştür. Fikri Sağlar’ın Ergenekon hakkındaki konuşmalarını çok yakından dinliyorum. Ancak sadece konuşuyor. Susurluk hakkında herhangi bir delil ve komisyonda dönen dolapları anlatmıyor. Çiller ve Erbakan’a faturayı kesmeye çalışıyorlar. Erbakan hükümeti bir oyuna gelmişlerdi fakat manevra yapamamışlardı. 

Size göre Ergenekon’un amacı neydi? Ergenekon’un ABD tarafından kurulduğunu neye dayanarak söylüyorsunuz? Siz Ergenekon’un neresindesiniz? Bu kadar karışık şeyleri nerden biliyorsunuz? 

Ben Ergenekon'un hiçbir yerinde değildim. Gazetecilik gerekçesi ile ilgili kişilerle tanıştım. JİTEM ve Ortadoğu derken olaylarla karşılaştım. Bugün her gazeteye benzer dökümanlar gelir. Ben gelen dökümanları biraz araştırmacı bakışı ile ele aldım. Ben Ergenekon'un hiçbir yerinde değildim. Ancak Ergenekon, Jitem veya mafya gibi kişilerle kurulan irtibatlarla ilgili ben bir başkaları gibi bunu paraya dönüştürmedim. Birilerine ispiyonlamadım. Organize Suçlar Masası'nın tuvaletinde sorgulandım. 9 gün sorgulandım. bu günkü yayınlanan görüntüler 7 ve 8. gün yapılan kayıtlardır. Bugün hala geçmişten beri sorulan soruları sormaya başladılar. Bu beni sıkmaya başladı. Polislerin bu konularda hiçbir bilgileri yoktu. Anlattıklarımdan ağızları açıkta kalıyorlardı. Ben yerde yatıyordum. 
Bir takım kişiler Mossad Jitem diye isimlendirdiler ancak bu türküleri de tutmadı. 

SİZ NEDEN İFADE VERMEKTEN KAÇIYORSUNUZ?

Hiçbir yere kaçmadım. Kanada'da adresim bellidir. Kanadalılarda Türk yetkililer de beni bulabilirler. Ülke ve yer değiştirmiyorum. Eğer Türkiye'ye gelip ifade vermem isteniyorsa Türkiye'ye gelenler öldürülmüştür. Mustafa Duyar, Hiram Abas'ı devlet koruyamamıştır. Türkiye'ye gelip ifade vermemim uygun olmadığını söylüyorum. 

HÜRRİYET’İN BARON KORKUSU: Hürriyet bilinçli olarak saldırıya devam ediyor. 

Birtakım kimseler kalkıyor hiç ağzımdan çıkmadığı halde bir takım yakıştırmalarda bulunuyorlar. Bana herhangi bir 37 soru ulaşmamıştır. Devlet benim mektup arkadaşım değildir. Devletin bana mektup gelmesi Türkiye'yi rencide eder. Hürriyet bilinçli olarak saldırıya devam ediyor. Ben baron hakkında hiç konuşmadım. Kendilerine telefon açtım ama çıkmadılar. Bu yayınları ciddiye almıyorlar. Bu çok gülünç durumdur. 

BİR NUMARA TÜRK VATANDAŞI MI DEĞİL Mİ? 

Geçmişteki bir numarayı herkes biliyordu. Ancak bugün için bir numaranın Türk vatandaşımı değilmi sorusuna birşey diyemem. Ancak iki numara Türk'tür. 

Ben Türkiye sınırları içinde bir güvence istemiyorum. türkiye sınırları içinde de bir ifade vermek de istemiyorum. Eğer Kanada içinde bir ifade almak isterlerse de ben açığım. Ancak ben 8 yıldır devletten hiçbir şey görmedim. Bundan sonra görürsem de saygıyla karşılarım ve bu benim için şoktur. 

ŞAMİL TAYYAR: TUNCAY GÜNEY KİMDİR? 

Şamil Tayyar en çok merak edilen soru Tuncay Güney kimdir sorusu soruluyor? Sabah'ta MİT muhbiri iddia edildi, sonra JİTEM adına çalışıyor denildi. Daha sonra MİT mensubu jitem içine yerleştirildi. 
Sabah gazetesi yayınlandığında MİT mensubu diye ancak MİT açıklama yaptı ilişkimiz yoktur. JİTEM'le de benim ilişkim yoktur. Aydınlık dergisine de inanırsanız Aydınlık ve Doğu Perinçek'e göre Mossad ajanı bile yapabilirler. Benim 3-4 kez Türkiye'ye gelip gittiğimi ileri sürdüler. Ben nerede olduğumu bildiğim halde bana Türkiye'ye gelip gittiğimi ileri sürüyorlar. 

BU OLAYLARIN İÇİNDE Kİ CHP 

Sivas olaylarında hükümet ortağı CHP idi, Başbakan vekili olarak da Erdal İnönü görevdeydi. Susurluk komisyonu bize sadece ansiklopedi bıraktı perda arkasında dönenleri halka söylemelidir. Hukuka yardımcı olmak adına çok şeyler yaşamasına rağmen hiçbir ayrıntı yok. Hasan Fehmi Güneş, Ferit İlsever de dinleyiciler vardı. Çatlı ve Tansu Çiller'e bu iş fatura edildi. Erbakan bu işin faturasını ödedi. Sizler de aynısını söyledi. Tansu Çiller de hatalı değil bence. Ancak bana göre Sağlar'ın çok bilgisi var neden konuşmuyor. Devlet benim kasetlerimi yayınladığı için teşekkür ediyorum. 

ERGENEKON İÇİNDEKİLER KİM? 

Fikri Sağlar önemli şeyler anlatıyor ancak bunların belgeleri var mı. Biz de geçmişte çok duyum aldık ancak bunların belgelerini bulamadık. Anlattıkların belgesi var ise anlatılanlar o zaman önemlidir. Asıl önemli olanlar mühimmatlar veya eylemi yapanlar değildir. Bu işleri yapanları ortaya çıkarmak önemlidir. 

Ben bütün arşivimde video kasetlerim vardı. İşadamlarının Veli Küçük'e verdikleri brifingler vardı. Banka hortumları kasetleri vardı. PKK dosyası var. Bankaları nasıl hortumladıklarını anlatıyorlardı. Hayyam Garipoğlu'nun kasedi, Maltepe'de Atatürk heykeli vardı. Korkmak Yiğit'in Veli Paşa ile görüşmesinin video kasetleri vardı. Bunların hepsini evimin aranması sırasında emniyet tarafından alınmıştır. Bunun dışında gelen bakanlar ve istek kayıtlar hepsi vardır. Bunlar ortaya çıkar çıkmaz veya yayınlanır bu benim sorumluluğumda değildir. Büyük devalüasyonla ilgili kimler nasıl hortumlama yaptıkları, dövizler yurt dışında Ziraat bankası aracılığı ile nakite çevriliyordu bu bilgileri verenler de banka sahipleri idi. Türkiye'de bir 5'li çete vardı. Bugün kimse bundan bahsetmiyor. İstenirse bunların isimlerini veririm. Bugün diyorlar ki devletin içine çete sızmış. Meclise polise askere vatandaş sızmıyor. Çete siyaset politika iç içe geçmiş. Siyasilerle kol kola meclise gelmişler. Şimdi de Ergenekon için terör örgütü deniyor. Ergenekon içindekiler terörist değil, general profesör, jitemci bunlar dışarıdan gelmiş değil devletin kendisidir. 

ADİL SERDAR SAÇAN BEY 6 ÇUVAL BELGEYİ ALMIŞTIR 

Bu belgeleri polis emniyet istihbarat şube müdürlüğü Adil Serdal Saçan bey 6 çuval belgeyi almıştır. Bütün dinleme kasetleri yurt dışından Türkiye'ye gelen bir başbakanın dinleme kaseti. Abdullah Öcalan meselisini de bulacaksınız. Bu kaset ve belgelerde bulacaksınız. 

ÖCALAN'LA İLGİLİ NELER VAR ?

İlişkiler var. Öcalan yargılandığında kamuoyunda söyledikleri Türkiye'nin içini ilgilendiren bilgiler verdiler. Demagoji ve ajitasyonla ilgili servis yapıldı. Öcalan la ilgili uluslararası bağlantılar konusunda bilgiler TAK denilen vurucu bir tim vardır ellerinde her türlü donanım vardır. Bu belgeler Saçan'ın elindedir. Tuncay Özkan ile hiç karşı karşıya gelmedim. Tuncay Özkan Mesut Yılmaz'ın ekibindedir. Ben hiç bir zaman onunla oturmadım. Özkanla ilişkileri Adnan Akfırat yürütürdü. 

VELİ KÜÇÜK OLAYI İLE İLGİLİ ÇOK AÇIKLAMA YAPIYORSUNUZ. KÜÇÜKLE İLGİLİ DURUM NEDİR. 

Polisin Veli Küçük hakkında bilgisi yoktu. Herşeyi merak ediyordu. Bana göre Veli Küçük'e dokunamayacaklarını görüyordum. Bugün de polis Veli Küçük'e dokunamazlar. 7 yıldır hiçbir şey yapılmadı. Bana Veli Küçük'ü anlat dediler ben anlattım. Ben 7 yıldır ben niye anlatmadım değil neden 7 yıldır Ergenekon neden deşifre edilmedi sorusudur. Ben bu konuda birşey diyemeyeyim. 

FİKRİ SAĞLAR, ERGENEKON OLAYI ÇÖZÜLMÜŞ OLSAYDI DAHA SONRAKİ OLAYLAR OLABİLİRİMİYDİ ? 

Siz komisyonda idiniz Veli Küçük'ü çağıramadınız. Sizler de Susurluk'ta bu olayları biliyordunuz. bir şeyler yapamadınız. Benden bir şeyleri deşifre etmemi istiyorsunuz ben edemem ben hedef tahtası durumundayım. Ben Ergenekon’la fazla papaz olmak istemiyorum. 

SİZE 37 SORU GELDİ Mİ GELDİ GİBİ AÇIKLAMALAR OLDU 

Ben 32. güne çıktığım gün bir ve ikinci isim için birisi Karl Marks biri Engels e benziyor dedim. Ertesi günlerde Hürriyet gazetesi ve Doğan gurubu bana akıl almaz saldırılarda bulundular. Mesajı almışlardı. Ben kendilerine söyledim. Bugün de telefonlarıma çıkmadım.

DOĞAN GRUBUNU TEHDİT ETTİ

Eğer devam edelerse Türkiye'deki 5'li çeteyi Ertuğrul Özök ve Doğan Grubunun bağlantısını Veli Küçük ve işadamlarının bağlantılarını servis yapacağız. Aynı kasetler birilerinin ellerindedir. 

Bugün yayınlanan kasetler kayıtların sadece bir kısmıdır. Benden bugün hala Kanada'da nasıl yaşadığımı soruyorlar. Ben de onlara yaşadığım ortamı anlatıyorum. 

ÖZDEMİR SABANCI SUİKASTI İLE İLGİLİ AÇIKLAMALARINIZ VAR 

Özdemir Sabancı suikasti ile ilgili açıklamalarınız var. Bu cinayetin de Ergenekon tarafından işlendiğini mi anlayacağız. 
Bu konuda size en iyi yardımcı olacak yine alınan bir kasettir. Cinayetten 3 ay sonra Sayın Sabancı beni davet etti davete bazı komutanlar da katıldı. Orada uluslararası bağlantılar gündeme geldi. Sabancı daha sonra beni çağırdı. Aydın Akfırat ve Haydar Taşlı bey bu konuları daha iyi biliyorlar. Bizim o dönemde konuşmaların hepsi benim arşivimde bilinmektedir. 
Ben teknoloji cahiliyim ben kullanmayı bilmem ancak ziyarette kameraman vardı. Bu talep bize Haydar Taşlı beyden geldi. 

BAYKAL NASIL CHP'YE LİDER OLDU

Deniz Baykal ile Fikri Sağlar arasında ilişkiler hakkında neler diyorsunuz Mahir Kaynak deşifre edilmeseydi bir sol partinin genel başkanı olacaktı. Mahir Kaynak deşifre olduğu için Baykal bir sol partinin genel başkanıdır. 

CESUR HIRSIZLAR PARTİSİ'Nİ SAYIN FİKRİ SAĞLAR KENDİSİ İYİ BİLİYOR. 

Fikri Sağlar:CHP'den ihracımla ilgili bir şey söylemeyeceğim. Birçok şeyleri biliyorum. Ancak birçok şeyleri söyleyemeyeceğim. Bugün Türkiye'de hiçbirimizin can güvenliği yok. Siz kanada da yaşıyorsunuz. Biz burda yaşamaya devam ettireceğiz. Benim mezar yerim burada Mersin'de sizler 
Türkiye gibi bir yerde çok sağlıkı bir karar veriyorsunuz. Bu kararınızı bence devam ettirin. Ben sizi kendime örnek alıyorum. İsterseniz sizi buraya alayım.


Veli Küçük'ün uyuşturucu botuna açıklama getirirmisiniz. Bu konuda uluslararası boyutu nedir. Türkiye geçmişte devalüasyon yüzünden 75 milyar dolar kaybetti ocaklar söndü. 
Dünyada bu aylarda bir ekonomik kriz esiyor. Türkiye'de ise bu banka hortumları ile esmişti. Türkiye'de siyasi güç onları koruyarak bu bu hortumlama yaşanmıştı. Tansu Çiller develuasyon yapmak zorunda kalmıştı. Türkiye'de herkes istediğini yapıyor yanına kar kalıyordu. Herkes adalet ve hukuk diyor. Ben gazete ve televizyonlardan hukuku görmeye çalışıyorum. Benim dönemimde hukuk adalet sokaktaki vatandaşa uygulanmıyor ancak yüksek bürokrat, medyacılar hukuk ve adaletten faydalanıyordu. Fatma Girik bir gün önce evinde yemek yediği gecekonduyu ertesi gün yıktırmıştı. Bu nasıl hukuk ve adalet. 

ERGENEKON İLE PKK BAĞLANTASI NE? 

Uyuşturucu meselesinde iki ülke vardır. birisi İran'dır. İkinci bir ülke ABD olarak söylenir. Uyuşturucu konusunda en iyi bilgi bankası Almanya'dır hiyeraraşiyi bu ülke biliyor orası ile irtibat kurulabilir. 

PASAPORT 10 YILLIK 2 YIL SÜRENİZ KALDINIZ SONRASINDA NE YAPACAKSINIZ? 

Şamil Bey Genel Yayın yönetmeni olursanız bana bir görev verirsiniz sanırım. Gelmeyi düşünmüyorum. Pasaportumun süresi bitecek ama bu konuda avukatlarım gerekeni yapar. Şimdilik Türkiye'ye gelmeyi düşünmüyorum. Ben halkımı insanları özledim. Hoşgörü ve sıcaklığı özledim. Bu ülkeler Avrupa'ya benziyor. Bizdeki hasbialite en çok özlediğim şeyler. 

SİZ İFADELERİ VERİRKEN İŞKENCE GÖRDÜĞÜNÜZÜ SÖYLEMİŞTİNİZ 

Ben ömrümde karakola alınmış insan değilim. Küfür hakaret görmüş insan değilim. Bu ülkede de böyleyim. Polis beni alıp soyun gözünü bağla denince ve bir sürü hakaretler olunca o noktaya geldim. O dönemki polisin işkence olaylarını gazetelere televizyonlara yansıttılar. Ben bilfiil bunu yaşadım. Ben 9 gün süreyle ifade verdim. Oradan kurtulmak için uğraştım. Bana sadece Veli Küçük'ü sordular. Daha sonra kontrol bana geçti. İsteklerimi yerine getirmeye başladılar. Bizim polis cahildi hiçbir şey bilmiyordu her şeyi karıştırmış. Bizim polisler ansiklopedik bilgiye sahip sanıyorlar. Oysa o kadar cahildi ki. Ben onların yanında siyasal profesördüm. 
Bu ifadeler doğrumu yoksa işkenceden kurtulmak için verilmiş ifadelerimi Ben DGM'nin dinleme belgesine kendisine ben verdim. 
Kimse bu kadar bilgiye ulaşamazken buna bakanlar milletvekilleri de dahil. Siz nasıl ulaştınız. Ulaşamıyorsanız bu kendi sorunları. Ben kumpas kurarak şantaj yaparak değil. 

FİKRİ SAĞLAR BEHİÇ KILIÇ SİZİN HAKKINIZDA İDDİALARDA BULUNUYOR. 

Ben kameraya gelmeden önce işkence görmemiş olsa idim bu ifadeleri kabul ederdim. Ancak ben bugün ortada işkence var ben ifadeleri kabul etmiyorum. Bugüne kadar da bana şefkat gösterilmiş değil. Ben ülkeye demokrasi gelmesi için çaba gösteriyorum. Ben bugün gösterilen ifadeleri kabul etmiyorum. işkence altında alınmış hiçbir ifadeyi kabul etmem. Ancak Türk hukuku ne der ben bir şey diyemem. 
Devlet sırrı tabusunu yıkmak için ben seviniyorum. susurluk komisyonuna giden herkes ben bunu anlatamam diyordu. 

8 YIL ÖNCESİNDE BİR ERGENEKON'DAN SÖZ EDİYORSUNUZ. ERGENEKON İLE SUSURLUK AYRI AYRI, OLUŞUMLAR MI? 

Ben geçmişte de söyledim. Ergenekon ile susurluk ayrı bir oluşum değildir. Susurluk Ergenekon'un bir parçasıdır. 8 yılda hiçbir hükümet neden birşey yapmamış bunu sorgulamak lazım. 

ŞAMİL TAYYAR: SORGU KASETLERİNDE BİR VE İKİ NUMARA VARMI. 

Sorgulamada bu konuda bir şey sormamışlardı. Ancak ben bir ve iki numara konusunda bir şey söylemek istemiyorum. 
FİKRİ SAĞLAR: Devlet sırrı yüzünden bizler bu noktaya geldik. Bu konuda Güney'e katılıyorum. Ancak Sayın Güney söylediği isimlerin işkence altında söylediği için kabul etmediğini belirtiyor neyi kabul edip etmediğini öğrenebilirmiyim. 
İşkence altında söylediğim bilgilerin hepsi doğru olsa dahi ben işkence altında verdiğimi çin kabul etmiyorum. 
Benim arşivimde sadece Suriye ve Bekaa'ya giden ziyaretlerle ilgili görüntüler yayınlandı. Diğer arşivler neden açıklanmıyor. Oysa çok daha fazla şeyler var. 
1977 yılında Çakal Carlos İstanbul'a geliyor genç bir çocukla görüşüyor. Bu kişinin de görüntüleri bilgileri var. Bulup çıkarsınlar. O İslamcı terör örgütünün lideri de şimdi içerde. 

ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜNÜN HORTUMLANAN BANKALARLA İLGİSİ VAR MI? 

Ben bunu söyledim. Veli Küçük'le görüşmeleri tugaya çıkış ve giriş kayıtları vardır. Banka sahiplerinin talepleri vardır. Sorunların aşılması için işlemler yapılmıştır. Bende bankalar dosyası vardır. 
Şamil Tayyar, ben izlediğimde sizin işkence altında ifade vermemiş gibi ve ayrıca adeta siz bir şeyler anlatmaya çabalıyor gibi bir izlenim var. 
Ben işkenece gördüm. Ben geçmişte yapılan işkencenin intikamını alıyorum diye de söyledim. Gazetelere dağıtılan kasetler kesim kesim verilmiş. 28 yaşındaki bir genç arkadaş vardı. Zorlama ile benden bilgi alınamayacağını söyledi. Ondan sonra tavır değiştirdiler. Bu yanlışı şimdi Türk gazeteciler de yapıyor. Sabahın altısında beni arayıp adeta sorgulamaya kalkıyorlar. Benimle konuşacaklarsa nezaket çerçevesinde yaparlar. polis bunu işkencesinde gördü hiçbir şey elde edemedi. Benim telefonum dinlendi. Ben dinlenme kaydımı Adil Serdar Saçana gösterdim ve 2 aydır beni dinlediğini söyledim. İranlı bir diplomat için cellattı diyorlardı ve benim arkadaşım olduğunu söylüyorlardı. Oysa ben onunla dostluk geliştirdim diğer gazeteciler gibi bilgileri alıp bir başkasına satmadım. 
Benim onunla çok tartışmalarım oldu. Rahat gezememiştim. Ben İran konsolosu ile bara girdik. ardımızdan İranlıyı bara soktu dediler. Ama hiçbir zaman İranlı veya bir başka birisini bir başkasına satmadım. Gazeteci demek polis demek değil. Herkes İranlı Tuncay'ın arkadaşıdır derken kendilerini aynaya bakmalarını tavsiye ediyorum. Ben bilgileri Türkiye'ye de vermedim. bana göre doğru bir duruştur. 
Benim ifadelerim alınması ile ilgili Veli Küçük paşa ile görüştürüldüm. Veli Küçük beni oradan alacaklarını söylemişti. Bir avukat geldi. Bana brifing verdi. Buradan kurtarılacağımı söylediler. Ben sorguda iken iki kez evime operasyon yaptılar. Adil Serdar Saçan ile anlaşarak beni çıkartmak zorunda kaldılar. İfadem alınırken 5. gün telefonumu getirdiler. Veli Küçük'ün arayacağını söylediler. Telefonu açtım ve konuştum. Beni işkenceden çıkarmak zorundaydılar. Ben bildiklerimi anlatırım diyince beni çıkarmak zorunda kaldılar. Veli Küçük şunu söyledi. Devletin bana komplo kuracağını düşünmezdim dedi Veli Paşa durumu çözdü. Doğu Perinçek sadece şarlatanlık yapıyor. Bence avukatları yanlış yapıyor. Özellikle uluslararası olaylarda kimse müttefikinin başına çuval geçirir. oysa kasetlere bakarsanız çuvalın cevabını alırlar. Bu kişiler baktılar gördüler kimin kim olduğunu gördüler. 

ERGENEKON DA BİR HÜKÜMETİ YIKABİLİR. 

Veli Paşa durumu çözmüştür. bu bir mesajdır mesaj da sahibini bulmuştur. Susurluk bir hükümeti yıktı Ergenekon da bir hükümeti yıkabilir. 
Ben çıkarılan silahların çok ciddiye almıyorum. Çok küçük yapılı silahlar. Budan sonraki çalışma ve araştırma yapılması güvenlik teşkilatının görevidir. Ben bir şey diyemem. 

TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ERGENEKON ÖRGÜTÜ İLE BAĞLANTISI VAR MI? ŞU ANDA GÖZALTINDA OLANLARIN İLİŞKİSİ VAR MI? 

Birincisi Yalçın Küçük, Öcalan suikast yapılacağını söylemişti bu yanlıştır. Yalçın Küçük kendisi bilfiil kendisi söylemiş olduğunu söylemiş doğru değil. Bu bilgi Almanya'ya gitti Almanya'dan oraya ulaştı. Öcalan kendi içindeki Ergenekon ilişkisinden bahsediyor. PKK bugün gördüğümüz PKK'dan ibaret değil. Uluslararası ilişkilerden hiç bahsedilmiyor. Öcalan yakalandı ama PKK devam ediyor. Ve oraya gidip görüşülüyor hala. Gaziantep Öncüpınar kapısı Kilis'ten geçerken beni sivil polisler durdurdu böyle bir şey olmaması lazımdı. Benim elimden resimleri aldılar bu resimler de öyle ortaya çıktı. PKK'da kongre iki yılda bir yapılıyordu. Birçok güneydoğulu işadamları ve kişiler vardı Behçet Cantürk'ün ortakları gidiyordu 
Surluktan sonra 28 Şubat süreci çok iyi bir plandı. Ancak Mesut Yılmaz konusunda Fikri Sağlar'ın çok büyük birikimleri vardır. Özellikle Mesut Yılmaz ve bankalar konusunda birikimleriniz var. Ben Ertuğrul Özkök'ten Kelebek ödülünü alırım Fikri sağlar da mutlaka nobel ödülü verirler. 
Türkiye'de çok değişiklik olduğu iddialarına inanamıyorum. Ben göremediğim gibi Avrupa Birliği de görüyor. Ben bugün yapılanlardan şok oluyorum. Bugün TRT'de bunları söylüyor olmam da çok önemlidir. 
Abdullah Öcalan'ın yakalanması ile ilgili Suriye'nin elinde de Türkiye'nin de elinde de arşiv yoktur. Abdullah Öcalan da kendisi hakkındaki arşivi vermiştir. Ben Ergenekon'un da Susurluk gibi kapatılacağını da düşünüyorum. bu benim görüşüm. 

Susurluk' aracında bir çanta vardı. Çantanın içinde bir anahtar vardı o anahtarda Türkiye'nin tüm kirli ilişkilerinin saklandığı bir kasayı açıyordu. Ancak bugün çanta ortada yok. Çanta var ama bu Çanta Türkiye'nin elinde değil. Veli Küçük'de de değil. Ben kara kutu değilim bende de çanta yok. 

GÜNEY: MİT İLE BİR İLİŞKİM YOK

Tenkit ve uyarı alıyorum bu yüzden konuşmalarıma dikkat ediyorum. Kanada bana avukat verdi. Türkiye vermedi. Türkiye’den ciddi uyarılar alıyorum . Baro bana avukat vermedi. Hukuka karşı deniyor ve avukat verilmiyor. MİT elemanı deniyor herkes tarafından yalanlanıyor. Bir koruma bile verilmedi. 
Siyasi bir baskı olmasaydı ben Türkiye’de ifade veriyorum…

SİZ KENDİNİZİ NASIL HİSSEDİYORSUNUZ? TÜRK MÜ?

Ben kendimi Türk hissediyorum. Anadolu insanını, istiklal maaşını özlüyorum ama aynı ülkemin insanları beni vuruyor. Beni idamda etseler ben Ülkeme döneceğim… ben Allaha havale ediyorum…

TAPINAK ŞÖVALLELERİ 

İlk Saadettin Tantan tapınak şövalelerinden bahsetti ve Tantan gizli yapılanmalardan ilk bahseden oldu. Ve zamanın devlet büyükleri Tantan’ı engellediler. Ama bunu kimse inkar edemez. Tapınak Şövaleleri var..

Devlet kendi arşivine sahip çıkamamış emniyet müd. Polislikten ayrıldığı halde benim arşivimi almış evine götürmüş. Bunu sorgulamak lazım. Benim 6 çuval arşivim Adil Serdar Saçan’dan çıktı. 

Adil Serdar Saçan rüşvet alıyordu. Bu çok önemli değil. Benim zamanımda Türkiye’de rüşvet her yerde dönüyordu. CHP zamanında benim rüşvet her yerde dönüyordu. Milletvekili polis…. herkes alıyordu.

İŞÇİ PARTİSİNİN GÖREVİ

İşçi partisi bize yıllarca korku filimi izletti. Ve halende bu kirli oyunlarına devam ediyor. Kendilerinin görevi susurluğu Veli Küçük’ün üzerine karatma göreviydi. 

Susurluğu karatmak ve bilgi kirliği yapmak İP’nin göreviydi. Gülen okullarında silah deposu var, Türkiye Çeçenistan’a silah yardımı yapıyor (demişti bu da Türkiye- Rusya ilişkilerini zedeledi), Azerbaycan darbesinde okullardan silah desteği yapılıyor denildi. Ama araştırmalar (istihbaratın yaptığı) bunları yalanladı. Çin’e yanlış bilgiler verdiler. Kuzey Irak’ta Türk Kızılay’ını PKK bombalamıştır. Binbaşı öldü. Bunlar (İP)Gülen ve MİT Türk Kızılay’ını kullanıyorlar dediler. Bunlar görevini halen yapıyorlar.Bana Doğu Perinçek açıklar mı Turan Dursun kitapları nasıl ortaya çıktı. Kendi çalışmalarını Türkiye'nin çalışması gibi göstererek Rusya'ya gönderiyorlardı. Benden önce Doğu Perinçek kendisini kurtarmak için davayı satıyor yanındakileri satıyor. Bunlar Jitem belgeleri idi bunu kendileri de biliyordu. Sol Türkiye’de kontrol atındadır. Bunların belgeleri JİTEM’de vardır. Benim dosyamda var bunlar. Aydınlık dergisinin geçmiş yayınlarında da bunlar vardır. 

ALİ KALKANCI KİM? 
Kars Ardahan Gürbüz Çapan Esenyurt belediye başkanının odasında içki yudumlarken bir binbaşı tarafından şey yapıldı. Bununda planları var. Orda. Çıkartınız.

Türkiye'de herkes konuşuyor işleme gelince kimse birşey yapmıyor. İki yıl sonra cezaevindekiler kahraman olarak geri döner milletvkeli de olabilirler. Çünkü burası Türkiye

Ergenekon’daki kişiler neden böyle yakalandılar? Hazırlıksız mı yakalandılar? 

Bir yerde kavga oldu bu kavganın sonucu. Türk polisinin başarısı sonucu değil. Bu kavganın sonucu bu hale geldi. Doğu Bey ve İşçi partisi görev verilir onlar da saldırır. Herkes ABD ajanı yaptılar böyle dediler.
İşçi partisi başları sıkışınca Atatürk’e sığınırlardı. Aydınlık’ın en büyük destekçisi HÜRRİYET olmuştur. İşçi partisi PKK bağlantısı işte BU: Doğu Perinçek ve İşçi partisi dosluk kuralım derken PKK’yı ele geçirmeye çalıştılar ama aynı şekilde Öcalan manevra yaptı.Öcalan akıllıçıktı. Bunun farkına vardı. Bana her şey dediler. Beni Süleymancı bile yaptılar. Ajan oldum PKK oldum her şeyi yaptılar. Benim hakkımda yapılan haberlere inanmamaları bana telefonla ulaşıp konuşsunlar sorsunlar. Her yazılana inanmasınlar. Ben rahat adamım sinirlenmem… 
Programa katılanlar Güney’in sözlerini değerlendirdiler. 

Mustafa YURTTAV - Aktifhaber.com

T. GÜNEY'İN O ŞOK İFADESİ

Ergenekon Terör Örgütü'nün (ETÖ) en çok kunuşalan ismi Tuncay Güney'in Ergenekon tutuklusu Saçan'a Emniyette verdiği 2001 yılındaki ifadesi. VİDEO

Eski Emniyet Müdürü Adil Serdar Saçan'ın 2001 yılında Tuncay Güney'i sorgulama görüntüleri yayınlandı. 

Avukatlara dağıtılan 6 saatlik görüntüler, haber kanallarında yayınlanmaya başlandı. 

Ergenekon soruşturmasının kilit ismi Tuncay Güney’in 2001 yılında polise verdiği 4 DVD’den oluşan ifadeler, 5 sanık avukatına tutanak imzalatarak verildi. 

Güney, kayıttaki ilk ifadesinde öne çıkan bazı başlıklar şöyle: 

VELİ KÜÇÜK’ÜN K. IRAK’TA OKULU VARDI

 Ergenekon’un Kuzey Irak’ta da örgütlenmesi var.

 Veli Küçük’ün Kuzey Irak’ta okulu vardı.

 Veli Küçük ile Turan Yazgan’ın ilişkisi vardı

 Adnan Hoca’nın İsrail tarafından finanse edildiği söylendi.

 KÜÇÜK İLE PERİNÇEK’İN ARASI BOZULDU

 Hizbullah olayından sonra Veli Küçük ile Doğu Perinçek’in arası bozuldu.

 Veli Küçük bana Hizbullah’ın normalde askerlerin gözetiminde olduğunu söyledi.

 Doğu Perinçek, PKK’nın Türk gladyosu içindeki adamı.

 ERGENEKON’UN SAĞI-SOLU YOK

 Ergenekon örgütlenmesinin sağı-solu yok.

 Veli Küçük önemli bir general değildi, jandarma içine nüfuz edemezdi.

 Özel kuvvetlerle Ergenekon arasında hizipleşme vardı.

KÜÇÜK, KENYA’DAKİ OPERASYONA KARŞIYDI

 Öcalan’ın avukatı Doğan Erbaş’la görüştüm.

 Öcalan Moskova’da teslim olacaktı, Veli Küçük Kenya’da yapılan operasyona karşıydı.

 PKK Lübnan’da Çevik Bir ile görüştü.

VELİ KÜÇÜK, ‘YEŞİL’ İÇİN PATRONDU

 Ergenekon özel kuvvetler komutanlığını Amerikan uşağı olarak görüyor.

 Veli Küçük ile Öcalan’ın avukatı Doğan Erbaş hiç görüşmedi.

 Veli Küçük ‘Yeşil’ için patrondu.

 Yeşil’in ölümü Veli Küçük’ün işine yaramazdı.

 Mehmet Eymür ile Veli Küçük’ün arası açıktı.

KİMSE ‘YEŞİL’İ KÜÇÜK’TEN HABERSİZ ÖLDÜREMEZ

 Kimse Güneydoğu’da kalmak istemezdi, ama Cem Ersever orada kaldı

 Cem Ersever, JİTEM’in 4. Bölge Komutanı’ydı ama hiçbir zaman muhalif değildi.

 Cem Ersever tarafında olanları tasfiye eden Veli Küçük’tü. 

 ‘Yeşil’in hayalet olması Veli Küçük’ün işine yarardı.

 Kimse ‘Yeşil’i Veli Küçük’ten habersiz öldüremez.

ERGENEKON’A MAFYADAN DA KAYNAK AKIYOR

 Ergenekon’da sadece devletten değil, değil bankalardan mafyadan da kaynak akıyor

 Siyasete girmeyi hiç düşünmedi. Perde arkasındaki lider olmak daha çok hoşuna gidiyor.

 Veli Küçük’ü Ergenekon’un yöneticisi olarak görüyorum.

 Ergenekon’un İran, Azerbaycan ve Ortadoğu’da da örgütlenmesi var.

SABANCI CİNAYETİ KARATAŞ’A İHALE EDİLDİ

 Sabancı cinayetinin ardından Sabancılar, eski istihbaratçılarla bir dedektifler ekibi kurdu.

 Fehriye Erdal’a Sabancı Center’da çalışması için referans veren Hüseyin Kocadağ.

 Sabancı cinayeti ile ilgili dosyaları bana Doğu Perinçek verdi.

 Abdullah Çatlı, Levent’teki İETT garajında bir minibüs içinde Fehriye Erdal ve Mustafa Duyar ile görüştü.

 Sabancı cinayeti Dursun Karataş’a ihale edildi.

 Bedri Yağan’ı askerler, Dursun Karataş’ı polis destekliyor.

CUMHURİYET GAZETESİ GÜNDEME GELDİ

 Gürbüz Çapan Cumhuriyet gazetesinin hisselerini alıyor.

 Cumhuriyet’te İlhan Selçuk, 28 Şubat’tan sonra Kıvrıkoğlu’nu rencide eden bir yazı yazdı.

 Veli Küçük, ‘İlhan Selçuk’la gazete olmaz’ dedi.

 Veli Küçük ‘Bir gazete bir de televizyon lazım’ dedi.

 Veli Küçük, ‘Güçlenmek için basına girmeliyiz’ dedi.

 Veli Küçük’ün gazete istemesi üzerine Cumhuriyet gazetesi gündeme geldi.

 Gürbüz Çapan, ‘Pentagon’a gittim’ dedi.

 Cumhuriyet’in hisse yapılanması konuşuldu. Gürbüz Çapan, Veli Küçük’le iş yapmaya hazırdı. Ancak Veli Paşa, Gürbüz Çaban’la uğraşmak istemiyordu.

ERGENEKON YERALTI ÖRGÜTLENMESİ

 Sadece Mehmet Eymür Veli Küçük’e yakındı.

 Abdullah Çatlı, İzmit’te Veli Küçük’ün yanına gidip gelirdi.

 Ergenekon bir yeraltı örgütlenmesi olarak geçiyor.

 Ben de olan tüm belgelerin hepsi Veli Küçük’te de var.

 Necip Hablemitoğlu’nun Fethullah Hoca raporu vardı.

 Veli Küçük, Teoman Koman Paşa ile de ilişkideydi.

 Veli Küçük, Abdullah Çatlı’dan hoşnut değildi.

 Veli Paşa’nın Sedat Bucak’la arası çok iyiydi.

 Kısmetim-1 gemisi battı ama uyuşturucuya bir şey olmadı, yerine ulaştırıldı.

 Kısmetim-1 gemisi ile ilgili yazı yazmadım. Bana yaz dedikleri konuda yazıyorum.

DİĞER BAŞLIKLAR:

ADANAN HOCA İSRAİL'DEN FİNANSE EDİLİYOR

PKK ÇEVİK BİR İLE GÖRÜŞTÜ

DALAN'IN OKULLARINDA YEMEK DAĞITIYORDUM

VELİ KÜÇÜK'ÜN OKULU VAR

HİZBULLAH LİDERİ ÖLMEDİ

VELİ KÜÇÜK TRİŞKADAN GENERAL

ÖZEL KUVVETLERLE ERGENEKON HİZİPLEŞMESİ

ÇEVİK BİR PKK'YLA GÖRÜŞTÜ

YEŞİL'İN PATRONU VELİ KÜÇÜK'TÜ

CEM ERSEVER'İN CİNAYETLERİ

ERGENEKON'A DEVLET DIŞINDAN DESTEK

ERGENEKON'UN YÖNETİCİSİ VELİ PAŞA

DİĞER BAŞLIKLAR:

AĞAR VE KÜÇÜK AYRI BİR GRUPTU

SABANCI CİNAYETİ

GAY OLDUĞUMU HERKES BİLİYORDU

VELİ KÜÇÜK İLHAN SELÇUK'U İSTEMEDİ

HİZBULLAH'I KÜÇÜK EĞİTİYORDU

ÇİLLER'İ KABUL ETMEDİ

EYMÜR KÜÇÜK'E YAKINDI

ERGENEKON'UN ÇEKİRDEK KADROSU

KISMETİM-1’DEKİ UYUŞTURUCU
 Kısmetim-1 gemisi battı ama uyuşturucuya bir şey olmadı, yerine ulaştırıldı.
 Kısmetim-1 gemisi ile ilgili yazı yazmadım. Bana yaz dedikleri konuda yazıyorum.

ERGENEKON’UN ÇEKİRDEK KADROSU
Ergenekon’un çekirdek kadrosu: İsmail Hakkı Karadayı, Necip Torumtay, Teoman Koman, Rasim Betir, Nejad Müldür, Engin Hoş, Güven Erkaya, Veli Küçük, Osman Özbek.

BORAN KAYA'YA PROGRAM YAPTIRDI

- Veli Küçük televizyonlarda program yaptırarak para kazanmak istiyordu. Boran Kaya onun postasıydı. Kaya'yı Dinç Bilgin'e götürdüm. "İner misin Çıkar mısın?" programı yapıldı. Sonra Paşa'nın Kaya ile arası bozuldu. Çocuk kazada öldü. 

- Veli Küçük Seda Sayan'ı da istiyordu.

Kategoriler

"Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir... Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir… Türk milletinin tarihi bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır..."
Mustafa Kemal ATATÜRK