26 Aralık 2008 Cuma

Tapınak Şövalyeleri, Arıtman ve Yunanistan olayları

Tapınak Şövalyeleri Haçlı Savaşları döneminde “İsa’nın Yoksul Şövalyeleri” adıyla, Hıristiyanlar için kutsal sayılan yerleri “Müslümanlardan korumak” için kurulmuştur. Kendilerine tahsis edilen Süleyman Tapınağı’ndan dolayı sonraları kendilerine “Tapınak Şövalyeleri” denmeye başlanmıştır. Tapınak Şövalyeleri askerlikle tarikatı bir arada götüren gizemli, ezoterik inançlara sahip bir guruptur.

O dönem Müslümanları bir taraftan Haçlılarla uğraşırken, diğer taraftan içeriden Haşhaşilerin saldırılarına maruz kalmaktaydılar. Tapınak şövalyeleri bu dönemde İsmaililer’le ve Haşhaşilerle ittifaklar kurarak Müslümanlara karşı ortak cephe oluşturmuşlardır.

Tapınakçıların Hz. İsa hakkındaki görüşleri Hıristiyanlardan farklıydı. Bu nedenle sonraları Hıristiyanlıktan uzaklaştıkları ve ihanet ettikleri için tardedilmiş ve bir kısmı yakılarak cezalandırılmıştır.

Kudüs ve çevresi haçlılardan temizlendikten sonra Tapınakçıların gizemli ve karanlık örgütlenmelerle günümüze kadar geldiği ve bu günkü masonik yapıların temelini oluşturduğu düşünülmektedir. Yahudi etkisinin sürekli arttığı bu karanlık örgütün hedefleri arasında, “Müslümanların eline geçen kutsal yerlerin geri alınması” ve bunun için mücadele edilmesi de vardır. İstanbul (Konstantinopolis) Tapınak şövalyeleri için kutsaldır ve Müslümanlardan mutlaka alınmalıdır! Bizdeki beyaz Türklerin ve İstanbul’a, Boğaziçi’ne yerleşik Erguvanilerin, kripto ecnebilerin örgütlenmeleri ve hedefleri Tapınak Şövalyeleri ile örtüşmektedir.

Rodos adası Tapınak Şövalyeleri için önemli bir merkezdi ve burada Tapınak Şövalyelerinin kadim tapınakları bulunmaktaydı.

Tapınak Şövalyeleri’nin Cumhurbaşkanının annesini “Ermeni” olmakla itham eden Canan Arıtmanla ilgisi ne?

Canan Arıtman’ın kocası Yetkin Arıtman, İzmir bölgesi masonlarının “üstadı muhterem”liğini (İzmir ve bölge başkanı) yapmış bir adam. İnsanların inançlarını, etnik kökenlerini tartışmaya açan bu aile, kendilerini Cumhuriyetin kurucusu ve yegâne sahibi gören, Kara Türkleri küçümseyen ve dışlayan Sebetay kökenlilerdendir.

Koca Arıtman, 21 masonla birlikte 22 Nisan 2007 günü Rodos Adası'na giderek, Tapınak Şövalyeleri'nden kalma büyük mabette, Yunan masonlarla birlikte tarihi bir ayin gerçekleştirdi. Yunanistan Kültür Bakanlığı Tapınak Şövalyeleri'nden kalma binaları 2006 yılında restorasyon çalışmaları karşılığında Yunanistan Büyük Mason Locası'na devretti. Rodos adasındaki bu ayin Türkiye&Yunanistan masonlarının ortak hareket kararının temelini atan çok kritik bir toplantıydı. Canan Arıtman’ın kocası Yetkin Arıtman bu tapınağın restorasyonunda ve Türk-Yunan masonlarının müşterek hareket kararında başrol oyuncusuydu.

“Türk ve Yunan masonlarının işbirliği yapması neyin alameti ve işareti olabilir ki? İki komşu mason örgütü kardeşçe işbirliği yapıyor” diyebilirsiniz.

Ancak mesele öyle değil. Türk-Yunan ve Türk-Ermeni ilişkilerindeki gerilim mason locaları ve her iki ülkede de etkin olan Sebatay kesimler tarafından sürekli ve planlı olarak körüklenmektedir. Mübadele sırasında Yerli Sebataylara ilave olarak Selanik’ten Müslüman göçmenlerin arasında epeyce bir kripto Yahudi getirilmiş ve bunlar Türkiye coğrafyasına dağıtılmış; büyük bir ihtimamla devletin ve toplumun sinirlerine, kritik noktalarına yerleştirilmişlerdi. Selanikli Sebatayların elbette hepsi Türkiye’ye getirilmedi. Yunanistan’da da bunlardan epeyce bırakıldı. Bizde “Müslüman Türk” olarak görünen bu kesim, Yunanistan’da “Hristiyan Rum”, hatta Yunan milliyetçisi olarak sahne aldılar. Bizde ve onlarda yönetimde hep etkili oldular, pek çok bakan, başbakan, Cumhurbaşkanı çıkardılar. Fakat her dönemde kültürü, zevkleri, refleksleri benzeyen; ortak geçmişe sahip bu iki toplumu gergin ve düşman olarak tutmayı başardılar. Her iki başbakanın da Sebatay olduğu bir dönemde “kardak” kayalıklarından dolayı neredeyse savaş çıkaracaklardı. Birilerinin hâkimiyeti devam edebilsin diye iki ülke halkı sürekli birbirine karşı kışkırtılmaktadır. Beyaz Türklerin kontrolündeki ulusalcılara mukabil, Yunanistan da Yunan ulusalcılar desteklenmektedir.
Türkiye ve Yunanistan’da yapılanmış olan Ergenekon, gladyo tarzı yapılar benzerlik arz etmekte ve aynı cenahlarca yönlendirilmektedir. Bizde derinlerin tetikçisi ve suikastçısı DHKP-C’nin bir benzeri, “17 Kasım Örgütü” şeklinde Yunanistan’da yapılandırılmıştır. Her ikisi de, hücre yapılanmasına sahip, nokta hedeflere kilitlenen, önemli insanlara suikastlar düzenleyen, derin odakların taşeronluğunu yapan örgütlerdir ve iki örgüt işbirliği içinde çalışmaktadır. Türkiye’deki bütün muhalif guruplara ve örgütlere kucak açan Yunanistan’ın “Lavrion Terör Eğitim Kampı” DHKP-C, PKK kavgalarıyla da gündeme gelmişti.

Bizdeki Ergenekon’un deşifre edildiği süreçte, Yunanistan’daki derin yapının kirli eli 17 Kasım (17N) örgütünün de üzerine gidildi ve örgüt önemli oranda çökertildi. Bizde nasıl “Başbayan” ve onun “Karanlık Güvenlik Amiri” döneminde Ergenekon ve faaliyetleri pik yapmışsa, Beyaz Rum Papandreu`lar döneminde de 17 Kasım Örgütü azmış ve dokunulamaz hale gelmişti. Kaderin cilvesi bizde bir Kara Türk olan Erdoğan döneminde Ergenekon’un üzerine gidilirken; Yunanistan’da da bir Kara Rum olan Karamanlis döneminde Yunan derin yapısı deşifre ve tasfiye edilmeye başlandı (Karamanlis’ler aslen Hıristiyan Karaman Türklerindendir, mübadele din esasına göre yapıldığı için Yunanistan’a gönderilmiştir). Ancak hem Türkiye’de hem Yunanistan’da tasfiyeye karşı “derin kripto yapılar” harekete geçtiler. Yunanistan’da orman yangınları ve provakatif olaylar çıkarıldı ve mevcut kara hükümet yıpratılarak düşürülmeye çalışıldı. Garip bir şekilde bir AB ülkesi olan Yunanistan’da (bizdekine benzer) Kripto medya ve derin muhalifler “olağanüstü hal” talep etmeye başladılar. Bizde ise Cumhurbaşkanlığı krizi, Cumhuriyet mitingleri, e-muhtıralar, provakatif olaylar yaşandı.

Türk ve Yunan masonlarının, beyaz kripto yapıların kutsal(!) Rodos tapınağında bir araya gelerek birlikte hareket etme kararı manidardır.
Canan Arıtman’ın kocasının organize ettiği bu toplantıda ayinin dışında ne gibi kararlar alındı, neler planlandı?

Derin, karanlık, masonik yapılar mevcut hükümetlere karşı müşterek hareket etme kararı aldılar mı?

Komşuda bir gencin polis tarafından öldürülmesi üzerine başlatılan olayların, şiddet eylemlerinin benzerleri Türkiye’de çıkarılacak mıdır?
Kendi çıkardıkları yangınlara mekanize güçlerini çağıran bu derin, karanlık cenahlar komşuda ve bizde olağanüstü hal ortamı mı oluşturmaya çalışıyorlar?
26 Aralık 2008 Cuma

Türk & Yunan Sebatayları Birleşti

Türk ve Yunanistan "Masonları" ortak hareket kararı aldılar. Artık "alan politikası" uygulanıyor... İşte Türkiye'ye gelmeyen Sebatayların iki ülkedeki ortak planları.

Yusuf Gezgin'in yazısının özeti:

Canan Arıtman’ın kocası Yetkin Arıtman, İzmir bölgesi masonlarının “üstadı muhterem”liğini (İzmir ve bölge başkanı) yapmış bir adam. İnsanların inançlarını, etnik kökenlerini tartışmaya açan bu aile, kendilerini Cumhuriyetin kurucusu ve yegâne sahibi gören, Kara Türkleri küçümseyen ve dışlayan Sebetay kökenlilerdendir.

Koca Arıtman, 21 masonla birlikte 22 Nisan 2007 günü Rodos Adası'na giderek, Tapınak Şövalyeleri'nden kalma büyük mabette, Yunan masonlarla birlikte tarihi bir ayin gerçekleştirdi. Yunanistan Kültür Bakanlığı Tapınak Şövalyeleri'nden kalma binaları 2006 yılında restorasyon çalışmaları karşılığında Yunanistan Büyük Mason Locası'na devretti.

Rodos adasındaki bu ayin Türkiye&Yunanistan masonlarının ortak hareket kararının temelini atan çok kritik bir toplantıydı. Canan Arıtman’ın kocası Yetkin Arıtman bu tapınağın restorasyonunda ve Türk-Yunan masonlarının müşterek hareket kararında başrol oyuncusuydu.

“Türk ve Yunan masonlarının işbirliği yapması neyin alameti ve işareti olabilir ki? İki komşu mason örgütü kardeşçe işbirliği yapıyor” diyebilirsiniz.

Ancak mesele öyle değil. Türk-Yunan ve Türk-Ermeni ilişkilerindeki gerilim mason locaları ve her iki ülkede de etkin olan Sebatay kesimler tarafından sürekli ve planlı olarak körüklenmektedir.

Her iki başbakanın da Sebatay olduğu bir dönemde “kardak” kayalıklarından dolayı neredeyse savaş çıkaracaklardı. Birilerinin hâkimiyeti devam edebilsin diye iki ülke halkı sürekli birbirine karşı kışkırtılmaktadır. Beyaz Türklerin kontrolündeki ulusalcılara mukabil, Yunanistan da Yunan ulusalcılar desteklenmektedir.

Türkiye ve Yunanistan’da yapılanmış olan Ergenekon, gladyo tarzı yapılar benzerlik arz etmekte ve aynı cenahlarca yönlendirilmektedir. Bizde derinlerin tetikçisi ve suikastçısı DHKP-C’nin bir benzeri, “17 Kasım Örgütü” şeklinde Yunanistan’da yapılandırılmıştır. Her ikisi de, hücre yapılanmasına sahip, nokta hedeflere kilitlenen, önemli insanlara suikastlar düzenleyen, derin odakların taşeronluğunu yapan örgütlerdir ve iki örgüt işbirliği içinde çalışmaktadır. Türkiye’deki bütün muhalif guruplara ve örgütlere kucak açan Yunanistan’ın “Lavrion Terör Eğitim Kampı” DHKP-C, PKK kavgalarıyla da gündeme gelmişti.

Bizdeki Ergenekon’un deşifre edildiği süreçte, Yunanistan’daki derin yapının kirli eli 17 Kasım (17N) örgütünün de üzerine gidildi ve örgüt önemli oranda çökertildi. Bizde nasıl “Başbayan” ve onun “Karanlık Güvenlik Amiri” döneminde Ergenekon ve faaliyetleri pik yapmışsa, Beyaz Rum Papandreu`lar döneminde de 17 Kasım Örgütü azmış ve dokunulamaz hale gelmişti. Kaderin cilvesi bizde bir Kara Türk olan Erdoğan döneminde Ergenekon’un üzerine gidilirken; Yunanistan’da da bir Kara Rum olan Karamanlis döneminde Yunan derin yapısı deşifre ve tasfiye edilmeye başlandı (Karamanlis’ler aslen Hıristiyan Karaman Türklerindendir, mübadele din esasına göre yapıldığı için Yunanistan’a gönderilmiştir). Ancak hem Türkiye’de hem Yunanistan’da tasfiyeye karşı “derin kripto yapılar” harekete geçtiler. Yunanistan’da orman yangınları ve provakatif olaylar çıkarıldı ve mevcut kara hükümet yıpratılarak düşürülmeye çalışıldı. Garip bir şekilde bir AB ülkesi olan Yunanistan’da (bizdekine benzer) Kripto medya ve derin muhalifler “olağanüstü hal” talep etmeye başladılar. Bizde ise Cumhurbaşkanlığı krizi, Cumhuriyet mitingleri, e-muhtıralar, provakatif olaylar yaşandı.

Türk ve Yunan masonlarının, beyaz kripto yapıların kutsal(!) Rodos tapınağında bir araya gelerek birlikte hareket etme kararı manidardır.
Canan Arıtman’ın kocasının organize ettiği bu toplantıda ayinin dışında ne gibi kararlar alındı, neler planlandı?

Derin, karanlık, masonik yapılar mevcut hükümetlere karşı müşterek hareket etme kararı aldılar mı?

Komşuda bir gencin polis tarafından öldürülmesi üzerine başlatılan olayların, şiddet eylemlerinin benzerleri Türkiye’de çıkarılacak mıdır?
Kendi çıkardıkları yangınlara mekanize güçlerini çağıran bu derin, karanlık cenahlar komşuda ve bizde olağanüstü hal ortamı mı oluşturmaya çalışıyorlar?

2 Aralık 2008 Salı

MİT'te Demir Leydi Dönemi

MİT'te görev değişimi zamanı... MİT Müsteşarı Emre Taner yaş haddinden emekli oluyor. Yerine düşünülen isim ise istihbaratın demir leydisi...


MİT Müsteşarı Emre Taner yaş haddinden emekli oluyor. Taner’in yerine atanması beklenen A.G. ‘demir leydi’ olarak nitelendiriliyor. A.G. daha önce de MİT’in “ilk kadın Bölge Başkanı” olmuştu. Son günlerde çeşitli tartışmaların odağında yer alan Milli İstihbarat Teşkilatı, önümüzdeki aylarda yeniden yapılanacak. Görev süresi daha önce iki kez uzatılan Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Emre Taner’in Mart ayında emekli olması bekleniyor. Müsteşar Taner emekliye ayrılmaya hazırlanırken, yerine düşünülen ilk ismin kadın Müsteşar Yardımcısı olduğu belirtildi. MİT’te operasyon, istihbarat ve idari işlerden sorumlu üç Müsteşar Yardımcısı görev yapıyor. En önemlisi olan “Müsteşar Operasyon Yardımcılığı” görevinde, buraya 6 ay önce atanan A.G. bulunuyor. Önceki Müsteşarlar Taner ile Atasagun da “operasyon” kökenliydi.Müsteşar İstihbarat Yardımcılığı görevini ise 3 ay önce atanan A.Ş. yürütüyor. A.Ş.’nin meslekte A.G.’ye göre daha kıdemli olmasına karşın, hem Müsteşar Yardımcılığı’na daha önce atanmış olması, hem de “Operasyon Yardımcısı” olması nedeniyle A.G.’nin Müsteşarlığa atanma olasılığı yükseliyor. Buna karşın A.Ş. de Müsteşar Yardımcılığı öncesinde “MİT Operasyon Başkanlığı” yapmış tercübeli bir isim olarak değerlendiriliyor.MGK’da görüşülecekDevlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu uyarınca, yeni Müsteşarın ismi önce MGK’da görüşülecek. Bu konunun Aralık ya da Şubat ayı olağan toplantılarında gündeme alınması planlanıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onay vermesinin ardından yeni Müsteşar göreve başlayacak.Müsteşarlık için ismi öne çıkan A.G’nin yaş durumu uzun yıllar Müsteşar olarak hizmet edebilmesine olanak tanıyor. A.G. daha önce MİT’in Adana Bölge Başkanlığı gibi önemli bir görevde bulunarak “İlk kadın Bölge Başkanı” sıfatını da kazanmıştı. İki hafta önce uygulamaya giren terörle mücadele amaçlı Türkiye-ABD-Irak üçlü mekanizmasının Bağdat’taki toplantısına da MİT’i temsil eden A.G., 2006 yılında MİT’i temsilen TBMM Şemdinli Komisyonu’na da sunum yapmıştı. O tarihte “İstihbarat Başkanı” olan A.G., Müsteşar Taner ve dönemin Operasyon Başkanı A.Ş. ile birlikte katıldığı toplantıda “Bölgede meydana gelen olayları çok da yadırganır nitelikte bulmadıklarını” vurgulamıştı.
Kaynak: Vatan
changeTarget(document.getElementById("news_content"))

MİT'in Parasını Kumarda Yediler

Örtülü ödenekten büyük bir operasyon için verilen çok yüksek miktarda parayı kumarhanelerde, barlarda ve pavyonlarda bitiren ekip...

Sabah Gazetesi'nden Ecevit Kılıç'ın Avni Özgürel'le yaptığı röportajın ilgili bölümü:
* Güney'in MİT elemanı olduğu neden şimdi ortaya çıktı? Güney için "İftira ediyor, söyledikleri palavra, ciddiye alınacak bir adam değil" deniyor. Şimdi Güney'in MİT elemanı olması işin rengini değiştirdi. Güney'in ilişkiler ağı içinde olduğunun resmi belgesi o. Çünkü iddianamenin omurgası Güney'in ifadeleri. Bu belge, kanıtları yerli yerine oturttu. Birçok insan MİT'le dışarıdan irtibatını kurmuş muhbir olarak çalışıyor. Güney de böyle birisi. Kod ismi verilmiş. İpek kod ismi de cinsel kimliğinden hareketle verilmiş.* MİT'in savcılığın "Tuncay Güney" diye yazdığı yazıya kod adını dahil ederek cevap vermesini nasıl okuyorsunuz? Güney'in kimliğinin şu veya bu şekilde ileride ortaya çıkacağını biliyorlar. Kendi deşifre etti ve kendi tarif ettiği kılıfla. Böylece bugün kopacak rüzgârla yarınki fırtınayı önlemiş oluyorsunuz. MİT'in bütün bu tecrübelerin ışığında yeniden dizayn edilmesi gerekir.* Veli Küçük bütün bunların neresinde? Orgeneral seviyesindeki askerlerin bile ürkerek telefon açtıkları biriydi. Bakmayın şimdi cezaevindeki haline. Görevde olduğu dönemde o adının desturla anıldığı bir adamdan söz ediyoruz. Hizbullah dediğiniz örgütü kurmuş daha ötesi var mı? Türkiye'yi altını üstüne getirebilen örgütler bunlar.
MİT'TEKİ KONTR TERÖR DAİRESİ
* Kontr-Terör Dairesi'nin kuruluşu ne zaman? 1980 sonrası istihbarat örgütü bir alt üst oluş yaşadı. O dönemde Türkiye diplomatları ASALA'nın saldırılarına maruz kalıyordu. Daha önce teşkilattan ayrılan Hiram Abas geri çağrıldı. O da elinin ayağının serbest olacağı bir yapılanma istedi. Bunun üzerine Özel İstihbarat Dairesi kuruldu. Ardından da resmi organizasyon şemasında yer almayan ve MİT'in de içine sinmeyen bir şekilde Kontr-Terör Dairesi kuruldu. Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde. Çiller, MİT'in yapısını istediği gibi değiştiremeyince emekli MİT'çi Nuri Gündeş'i başbakanlığa danışman olarak alıp, onun yönetiminde Kamu Güvenlik Başkanlığı (KGB) diye özel bir istihbarat birimi kurdu. Bunun gizli kararnamesi Çankaya'ya çıktı, Süleyman Demirel imzaladıktan sonra farkına vardı işin ciddiyetini ve sonra yırttı.* Yöneticileri kimlerdi? Başında Mehmet Eymür vardı. Öyle ki MİT'te her birim kendi birim amirine bağlıyken Eymür, doğrudan müsteşara bağlıydı. Ve bu yapının bir uzantısı Yavuz Ataç'tı.* Neden MİT'in organizasyon şemasında yok? Kaydı yok.* İllegal mi? Hayır. Emirle kurulmuş. Ama bütün ilişkiler söz üzerine kurulu. Bir istihbarat örgütünün dosyaları, kadroları ve irtibat elemanlarının kayıtları vardır. Kontr Terör Dairesi'nin yok. Kayıtlar daha çok Yavuz Ataç'ın not defterinde yazılı. Bu arşivler Eymür ve Ataç'ta. Onlar da kurumsal değil, bireysel arşiv.* Bu birim neden bu kadar tartışmalı? İcraatlarıyla Türkiye'ye büyük zarar verdi. MİT, tarihinde ilk kez borsa oynadı. 300 milyar lira borsada battı. Örtülü ödenek parasıydı. Başka bir kurum olsa soruşturma açılır. Ama üstü örtüldü.* Ataç ve Eymür döneminde mi? Evet. Kontr-Terör Dairesi döneminde. Keza, MİT'e tekstil ve ihracat şirketleri kurdurdular, "Bu yolla ajanlarımıza tüccar kimliği sağlayacağız" diye. Oralara verilen paralar battı. Bu birim lağvedilince Yeşilköy'deki ihracat şirketi çalışanlarıyla ortada kaldı. Sağa sola senet, çek vermişler. MİT, rezil oldu. MİT'in kurduğu şirket olunca herkes oraya iş vermiş. Bu paralar yenilmiş.
ASALA için ayrılan paralar kumara gitti
* Kim yönetiyordu bu ticari işleri? Ekibin başında Yavuz Ataç vardı. Ataç da Mehmet Eymür'e bağlıydı. Aynı dönemde MİT kimliği verilen birisi captagon hapı yapıyordu. Yurtdışında üretilen captagonlar, Türkiye'ye geliyor ve Ortadoğu'ya satılıyordu. Bu kişiler, daha da küstahlaşarak bu işi müsteşarlığa gelir kaynağı diye sokuşturmak istedi. O kişi Edirne sınırında captagonlarla yakalanınca MİT kimliğini göstererek kurtuldu. Uyuşturucu kaçakçılığının istihbarat elemanlarınca organize edildiği, bir sınırdan alınıp öbür sınıra götürüldüğü süreçti. Herkesin eline kırmızı ve yeşil pasaportlar verildi. "ASALA'yı imha edeceğiz, Dursun Karataş'ı öldüreceğiz" diye bir araya gelen Abdullah Çatlı'lar, Haluk Kırcı'lar ve Alaattin Çakıcı'lara örtülü ödenekten para verildi. Bu paralar İsviçre'de kumarhanede batırıldı. Barlarda, pavyonlarda yendi. Büyük paralardı.* Bu birimin adının karıştığı Abdullah Öcalan'a yönelik operasyonlar var... Eymür'ün organize ettiği bir dizi eylem var. "Abdullah Öcalan'ın işini hallediyoruz tamamen. Bir grubu çok ciddi miktarda patlayıcı maddeyle Şam'a göndereceğiz" denildi. Hâlâ zannedilir ki o grup burada eğitildi ve gönderildi.* Nereden gönderildi? Bunun için örtülü ödenekten çok büyük para alındı. Bu iş tamamen bir soyguna döndü esasında. Paralı askerleri vardır Amerikalıların Vietnam veya başka yerden gelmiş. Bunlara paralar verildi, bunlar da evin etrafı kalabalık diye 150 metre uzaklıkta patlattılar patlayıcıları. Öcalan'a hiçbir şey olmadı, evin camları kırıldı. Üstelik bir de Türkiye, Suriye'den özür dilemek zorunda kaldı. Ama bunları başbakanlara da kabul ettirdiler.* Nasıl kabul ettiriyorlar? MİT, Şam'da Öcalan'a karşı eylemde biz bu isimleri kullanacağız der. Görevlendirme yazısı geliyor Tansu Çiller'e. O da bilmez ki Mahmut Yıldırım'ın kim olduğunu. Yeşil dense belki bilir. Başbakan da basar imzayı. Demiyor ki "Niye bana imzalatıyorsun, müsteşar imzalasın gitsin." Bu imzayla başbakanı suça ortak ediyorlar. Yarın öbür gün bir şey çıktığında "Efendim Yeşil'in üstüne gitmeyin sizin de imzanız var" diye yaptılar.

26 Kasım 2008 Çarşamba

PKK'DA ERGENEKON EROZYONU

Ergenekon ilişkileri ortaya çıkan PKK nasıl viraj aldı. 200 PKK'lı neden firar etti..

Ergenekon davası PKK’yı sarsıyor. Örgüt kendi Ergenekon bağlantıları ortaya çıkmasın diye, militanlarına Şemdin Sakık ile Veli Küçük’ün irtibatlı olduğu propagandasını yapmaya başladı. Ergenekoncu damgası yememek için son 7 ayda 200 teröristin örgütten kaçtığı da konuşuluyor.
Ergenekon soruşturmasıyla terör örgütü PKK’da başlayan çalkantı ve bunalım giderek derinleşiyor. İddianamede yer alan Ergenekon-PKK ilişkisi başta İmralı’da tutuklu bulamama teröristbaşı Abdullah Öcalan olmak üzere örgütün bütün kademelerini rahatsız etti. Örgütün bu ilişkiyi boşa çıkarıp yandaşlarını ikna etmek için yeni senaryolar ürettiği ortaya çıktı. PKK yönetimi, örgütün Ergenekon ile ilişkisini Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklu Şemdin Sakık’a bağlayarak olayı bitirmek istiyor. PKK’ya göre, derin yapı ile irtibatı olan sadece Sakık, bu da örgütü bağlayan bir durum değil.İstanbul Emniyeti Terörle Mücadele Şubesi ekiplerince kısa süre önce yakalanan E.A. isimli terörist, ifadesinde çarpıcı bilgiler verdi. E.A, Ergenekon’la ilgili gelişmelerin PKK içinde ciddi krizlere yol açtığını ve tasfiye edileceklerin, ‘Ergenekoncu’ diye damgalandığını söyledi. Ergenekon soruşturmasının başlaması ile PKK’nın ana karargâh merkezinden örgütün bütün birimlerine bilgilendirme raporu geçildiğini kaydetti. E.A’nın anlattığına göre bu raporda, örgüt içerisindeki ‘bir numaralı Ergenekoncu’nun Şemdin Sakık olduğu ve Sakık’ın Ergenekon tutuklusu emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün yönlendirmesiyle hareket ettiği belirtiliyor. Ayrıca, 1993’te tezkereye giden 33 erin şehit edilmesi olayının yine Sakık tarafından gerçekleştirildiği, talimatın verilmesinde de Veli Küçük’ün etkisi olduğu vurgulanıyor. E.A. ifadesinde, PKK’nın örgütü temize çıkarmak için ‘Ergenekon ile bağlantısı var’ diyerek yüzlerce militanı sorguya aldığını da savundu. Bu sorgulamalar daha çok Ergenekon konusunun örgüt içinde konuşulmasının önüne geçmek ve tabanına ‘hainleri’ gösterip konuyu kapatma isteğinden kaynaklanıyor. Bu maksatlı en büyük olay 7 ay önce gerçekleşti. Dicle Andok, Dr. Ali (Yusuf Turhallı) ve Rubar Çele kod adlı teröristler hakkında soruşturma açıldı. Soruşturmanın gerekçelerini E.A. şöyle açıklıyor: “Örgütün bu üst düzey şahıslarına 1993 yılından itibaren Şemdin Sakık ile irtibatlı oldukları ve Ergenekon terör örgütü ile bağlantılarının bulunduğu söylendi. Ayrıca 1995 veya 1996 yılında Abdullah Öcalan’a Suriye’de düzenlenen suikastta bu kişilerin parmağının olduğu açıklandı. Bunlar aynı zamanda suikast yapacak kişilere istihbarat bilgisi vermiş. Bu nedenle soruşturma açıldı.” Aslında Aksiyon Dergisi’nin 728’inci sayısında yer alan ‘PKK’da Zaza çatlağı’ başlıklı haberde Dr. Ali’nin örgütten kaçtığı bilgisi yer alıyordu. Ancak sürecin bu şekilde gerçekleştiği, Dr. Ali ve ekibinin Ergenekon soruşturmasına tabi tutulduğu bilinmiyordu. Tutuklanıp soruşturmaya alınan üç teröristten önce Dr. Ali, ardından Dicle Andok ve son olarak Rubar Çele, örgütten kaçarak Kuzey Irak’taki yerel yönetimin kontrolündeki bölgelere geçiyor. Bunlarla birlikte 200 kadar teröristin de ‘Ergenekoncu’ damgası yememek için aralıklarla PKK’dan kaçtığı yine E.A. tarafından dile getiriliyor: “Kaçan bütün arkadaşlar ‘Ergenekoncu’ ilan edildiler ve bunu bütün örgüte yaydılar.”PKK UÇAKSAVARLAR İÇİN DAĞLARA RAY DÖŞÜYORTerör örgütünün 2003’te kurulan Öz Savunma Birlikleri’nde (ÖSB) görev alan E.A. PKK’nın son durumu ve Aktütün baskını hakkında da bilgiler verdi. Mayıs 2008’deki ilk Aktütün baskınında 8 Doçka uçaksavar kullanıldığını ve eylem için bir ay hazırlık yapıldığını söyleyen E.A, saldırının Ape Hüseyin kod adlı Kadri Çelik tarafından organize edildiğini belirtti. Bu baskında başarısız olunduğu gerekçesiyle 50 örgüt mensubunun görevden alındığını anlatan E.A, Şeyho, Baran, Ramazan kod isimli üç teröristin de ceza almamak için örgütten kaçtığını bildirdi. E.A, eylül ayında gerçekleştirilen Aktütün baskınında ise 20 uçaksavar kullanıldığını, hazırlıkların en az 2 ay sürdüğünü, operasyonun yine Kadri Çelik tarafından organize edildiğini belirtti.E.A, PKK’nın elindeki silahları da ‘deşifre’ etti. Buna göre, örgütün elinde 23.5, 14.5 ve 12.5’lik çok sayıda Doçka uçaksavar bulunuyor. Özellikle 12. Kongre’de alınan kararlar doğrultusunda, hava harekâtlarına karşı kullanılmak üzere Doçka uçaksavar teminine hız verildi. E.A. şöyle konuştu: “Kongrede, Zağros bölgesinde bulunan Mamreşo ve Kartal dağlarına 200 Doçka uçaksavardan oluşan raylı bir sistem kurulması kararı alındı. Buna MAMREŞO PROJESİ denilmekte. Proje ile Mamreşo ve Kartal dağlarına açılacak tünellere raylı sistem kurulacaktı. Raylı sistemlerin üzerine uçaksavarlar monte edilecekti. Böylece bu silahlar kamufle edilecek ve herhangi bir hava saldırısında tünelden çıkarılarak kullanılacaktı.” E.A. raylı sistemin yapımına 7 ay önce başlandığını ve bunun için örgütün 15 milyon dolarlık bir bütçe ayırdığının altını çiziyor.PKK’nın elinde çok sayıda 82’lik ve 120’lik havan topu, roketatar, Biksi, Kanas gibi silahlar bulunuyor. A-4 ve C-4 türü plastik patlayıcılar da örgütün cephaneliğinde mevcut. E.A, örgütün bu silahları nasıl temin ettiğini ifadesinde şu şekilde açıklıyor: “Kuzey Irak yerel yönetimde yüksek makamlarda akrabası bulunan Fayde Ar isimli şahıstan temin ediliyor. İranlı kaçakçılar vasıtasıyla da silah temini yapılıyor. TNT türü patlayıcıların yapımında kullanılan malzemeler Irak’taki silah tüccarlarından alınır. Irak’ta bu işi yapan, PKK’ya silah ve mühimmat temin eden silah tüccarları genellikle siyasi yapı ile ilişkili şahıslardır. Silah tüccarlarının bu kişilerin haberi ve izni olmadan, pay vermeden bu işi yapmaları mümkün değildir.” DAĞLICA BASKININDA ‘DERİN’ ŞÜPHEE.A’nın ifadesinden ilginç detaylar da ortaya çıktı. Normalde bütün baskınlarını bildiren PKK, Dağlıca saldırısını kimseye haber vermeden gerçekleştirmiş. Baskına katılacak militanlara bile bilgilendirme saldırıdan kısa bir süre önce yapılmış. Diğer bir iddia ise PKK’nın bu baskını başka bir yerden gelen talimatla yaptığı yönünde. Talimat, örgütün ana karargâhından gelmemiş. E.A, ifadesinde Dağlıca baskını ile ilgili şunları söylüyor: “Örgütün 12. kongresinde 5-10 kişilik gruplar tarafından yapılacak eylemlerden ziyade çok sayıda örgüt mensubunun katılacağı ve ses getirecek eylemlerin yapılması kararlaştırılmıştı. Dağlıca baskınının kararı da bu konferansta alınmıştı. Bahse konu eylemi, Zağros eyalet komutanı Kadri Çelik Türk Silahlı Kuvvetleri’nde subay veya astsubay iken örgüte katılmıştır) yönetti. Eylem gerçekleşinceye kadar bazı üst düzey komutanlar haricinde örgüt mensuplarının haberi yoktu. Eylem gerçekleştirildikten sonra haberimiz oldu. Dağlıca Taburu’na baskın yapan örgüt mensuplarından bir kısmı olay sonrasında Hakurk alanına geri dönerken, bizim bulunduğumuz Gelireş noktasından geçmeleri üzerine söz konusu eylemi nasıl yaptıklarını anlattılar.” 21 Ekim 2007 gecesi Dağlıca Tabur Komutanlığı’na yapılan baskında 12 asker şehit olmuş, 8 asker de PKK tarafından kaçırılmıştı.

Haber: Gamze Polat/Aksiyon

ERGENEKON'A "SIZMA" YAPMIŞ

Tuncay Güney'in "İpek" kod adlı MİT mensubu olduğu ve Ergenekon'a sızdırıldığı ortaya çıktı.
Ergenekon örgütünün ortaya çıkmasına neden olan Tuncay Güney'in 'İPEK' kod adlı MİT elemanı olduğu ortaya çıktı. Güney, Türkiye-İran Masası'nda çalışıyordu..

2001 yılında poliste verdiği ifadelerle ilk kez Ergenekon terör örgütünün ortaya çıkmasına neden olan Tuncay Güney'in MİT elemanı olduğu, üstelik MİT'teki kod adının da "İPEK" olduğu ortaya çıktı.

Sabah Gazetesi'nin elde ettiği çok gizli bilgiye göre Tuncay Güney, İPEK kod adıyla MİT'in Türkiye-İran Masası'na bağlı olarak görev yapıyordu. Ancak sonradan MİT, Tuncay Güney'i JİTEM ve Ergenekon'un içine sızdırdı. Güney polisteki sorgusunda deşifre olunca, dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun tarafından ABD'ye gönderildi. Tuncay Güney'in MİT elemanı olduğunu eski MİT Kontrterör Daire Başkan Yardımcısı Mehmet Eymür de üstü örtülü biçimde yazmıştı. Eymür, Atin.org adlı sitede Aydınlık dergisi ve avukat Ceyhan Mumcu'ya yazdığı yanıtta "Tuncay Güney'den bahsetmişsin. Bir istihbarat elemanı. Yetenekli birisi. Sizin ekibe başarılı bir şekilde sızmış. İpliğinizi pazara çıkarmış. Zokayı fena yemişsiniz" demişti.

TUĞCU MİT'E SOKTU Güney MİT'e çok genç yaşlarda, MİT İstanbul Bölge Başkanı Galip Tuğcu tarafından kazandırıldı. 1990'lı yıllarda önce "Gerici Faaliyetler Şubesi" sonra da İran Masası'na bağlı çalışan Güney, bu amaçla genç bir gazeteci kimliğiyle, Ortadoğu'daki liderlerle yüzyüze görüşmeler yaptı. Ancak 1992 yılında MİT Güney'in görevini değiştirdi. JİTEM ve Ergenekon'a sızma görevi verilen Güney, ilk kez bu tarihte albay rütbesiyle Ağrı'da görev yapan Veli Küçük ile tanıştı. 1996-97 yıllarında Susurluk skandalı sırasında MİT için önemli bir bilgi kaynağı olan Güney, hem Susurluk hem de 28 Şubat sürecinde elde ettiği bilgileri, MİT'in çalışma merkezi olarak kullandığı İstanbul Dolmabahçe Sarayı Harem Dairesi'ne götürüyordu. Ancak Güney'in kimliği 2001 yılında dönemin İstanbul Organize Suçlar Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan tarafından yapılan sorguda deşifre edildi. İddiaya göre Güney'in JİTEM kimliğinin deşifre olmasını istemeyen Veli Küçük, Güney'in serbest kalmasını sağladı. Tam bu noktada MİT de devreye girdi.ABD'YE BÖYLE KAÇIRILDI Bizzat MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, CİA ile temas kurarak Güney'e 10 yıllık ABD vizesi aldı. Güney kendi adına pasaport ile MİT İstanbul Bölge Başkanı Kubilay Günay'ın ekibi eşliğinde THY'nin New York tarifeli uçağıyla ABD'ye gönderildi. New York'ta Güney'i karşılayanlar, Güney'i Manhattan 301 East 94 Street adresindeki The Marmara Oteli'ne yerleştirdi. Bir hafta sonra Manhattan Postanesi'nin yanındaki gökdelende, Türk istihbaratının kullandığı bir daireye geçti ve 1 yıl boyunca burada yaşadı. Elemanı Güney vasıtasıyla Ergenekon'u bildiği halde yetkili mercileri haberdar etmeme suçlamasıyla karşı karşıya kalmamak için MİT tam da bu tarihten bir yıl sonra ilk kez resmi bir rapor hazırladı. MİT'in 2003'te Başbakanlık'a gönderdiği yazıda, "2002'de postayla ulaşan 6 adet CD ve 2 sayfalık isimsiz mektupta Ergenekon ile ilgili istihbarat alındığı" belirtildi. MİT'in Güney'le ilgili ilk kez Tuncay Güney İPEK olarak bahsetmesi savcı Zekeriya Öz'ün de dikkatinden kaçmadı. Savcı Öz, Tuncay Güney'den elde edilen, "MİT Müsteşarlığı" başlıklı gizli ibareli 1996/114 sayı numaralı Yusuf Balbay ve Dinçer Bozak imzalı belge nedeniyle, MİT'ten Güney'le ilgili bilgiyi resmi olarak istemişti.

BELGEDE KOD İSMİ GEÇİYOR
MİT'in 07.02.1997 tarih ve 10.251.01.011(IST00736) sayılı belgesinde Tuncay Güney'in kimliği ortaya çıkıyor. Belgede "AOM (Ait Olduğu Masa) : Türkiye İran" "Konu: Tuncay Güney (İPEK)" "HAT (Haberin Alınış tarihi): 07.02.1997" "VOT (Vakanın Oluş Tarihi): Metnin içinde" "KYN (Kaynak): 610/264 (MİT'in illegal dinleme kodu)" ve "T/K (Tali Kaynak): (Tali kaynak yok)" ibareleri görülüyor. Son geçilen mesajın içeriğinde ise Tuncay Güney'in başka bir gazeteciyle konuşmasından bahsediliyor. Konuşmada Güney, kendisinin de komutanı olan tuğgeneral Veli Küçük hakkında, Abdullah Çatlı ile bağlantılı olduğu yolunda birçok haberin kamuoyunda yer aldığını, Hanefi Avcı'nın ifadesi ile de Veli Küçük'ün zor durumda kaldığını, adı geçen generalin yaptıklarının ortaya çıkması halinde kendisinin de bu durumdan etkileneceğini, zira Cem Ersever'in öldürülmesi olayının da 'vuzuha kavuşacağını' anlatıyor.

GAZETECİ KİMLİĞİYLE GİTTİ
Veli Küçük, MİT elemanı olduğundan habersiz Tuncay Güney'i gazeteci kimliği adı altında Mesud Barzani, Celal Talabani ve Hizbullah lideri Fadlallah ve Hasan Nasrallah'a istihbarat edinmesi için ve JİTEM'in imkânlarıyla göndermişti. Ancak Tuncay Güney, Kuzey Irak ve Lübnan'da JİTEM adına yaptığı tüm istihbaratı önce MİT'e gönderiyor, daha sonra MİT'in bilgisi dahilinde JİTEM'e istihbarat bilgisi veriyordu.

GÜNEY'İN GÖRÜŞME KASEDİ İSTENDİ
Ergenekon davasının dünkü duruşmasında, Tuncay Güney ile ilgili görüşme kasetinin Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan istenmesine karar verildi. Başsavcılığa yazılan yazıda bu kişiye ait olduğu bildirilen ve başsavcılık emanetinde olduğu anlaşılan görüşme VHS kasetinin bir örneğinin dijital ortamda çıkartılarak, mühürlü zarf içinde mahkemeye gönderilmesinin istenmesine karar verdi. Yazar Ergun Poyraz ise savunmasında "Bütün senaryolar Ümraniye üzerine yazıldı. Onların haberi olmadan Ümraniye'ye oyuncak bomba bile sokulmaz" dedi.

21 Kasım 2008 Cuma

PKK'nın en önemli 'hacker'ı yakalandı

Hırsız olarak takip edildi, hırsızlık zanlısı olarak yakalandı. Elindeki dizüstü bilgisayardan Genelkurmay, MİT ve stratejik diğer bölümlere ait çok gizli bilgiler çıktı. Tesadüfen yakalanan kişi PKK'nın en güvendiği hackerdı. Bu haber terör örgütüne bomba gibi düştü...

DİYARBAKIR’da polisin hırsızlık yaptığı şüphesiyle 10 gün önce yakaladığı ve elindeki dizüstü bilgisayarında Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere devlete ait gizli bilgiler yer alan 19 yaşındaki hacker R.C.'nin, PKK’nın ‘hacker’i olduğu ve örgütün ele başlarından Murat Karayılan’a kuryelik yaptığı ortaya çıktı. Ele geçen film ve müzik CD’lerinin içine sakladığı gizli bilgileri şifreleyen PKK'lı R.C., vicdan azabı çektiği için polisin çözemediği CD’lerdeki şifreleri kaldırınca gerçek ortaya çıktı.

Diyarbakır’daki Bit Pazarı çevresinde 9 Kasım'da çalıntı mal satanlara yönelik operasyon yapan polis, yolda yürüyen R.C.'yi hırsız olduğu şüphesiyle durdurdu. Kimlik kontrolu yapılan ve çelişkili ifadeleri üzerine gözaltına alınan R.C.’nin Diyarbakır’da bilgisayar bakım işi yaptığı, aynı zamanda elde ettiği bilgileri doğrudan Kandil Dağı’na aktaran PKK’nın çok gizli özel kuryesi olduğu ortaya çıktı. Bölücü örgütün üst düzey yöneticisi Murat Karayılan'a bağlı olarak çalışan PKK'nın ‘hacker’i R.C., büyük bir gizlilik içinde yapılan sorgulamadan sonra adliyeye sevkedildi. R.C., tutuklanma istemiyle sevk edildiği nöbetçi mahkemede ‘PKK terör örgütü adına resmi kurumlara ait gizli ve özel belgeleri elde etmek’ suçundan tutuklandı.

Diyarbakır’daki Ali Gaffar Okkan Lisesi’nden mezun olduktan sonra kendi imkanlarıyla program ve bilgisayar kullanmayı öğrendikten sonra halen bilgisayar bakım ve onarım işiyle uğradığını belirten R.C.'nin tutuklanmadan önce verdiği ifadesine DHA muhabiri ulaştı.

Genelkurmay ve MİT başta olmak üzere devlet kurumlarına ait bilgileri ele geçirip şifreleyerek Kandil Dağı'na ulaştırdığını ve Murat Karayılan'a özel kuryelik yaptığını itiraf eden R.C., ifadesinde şunları söyledi:

“Polisler beni durdurup bilgisayarı inceledi. Belgelerim ve kısayol klasörlerinde Genelkurmay Başkanlığı yazısını gören polis bu bilgilere ulaşmak için uğraştı, ancak ben şifrelediğim için açamadı. Daha sonra evimde 2 DVD’de şifreli olarak kaydettiğim bu bilgileri kendilerine verebileceğimi söyledim. Güvenlik açığı olan, kullanıcısı ve üye sayısı çok olan sitelere iliştirdiğim antivirüs programlarından kaçan yani virüs koruma programlarının yakalayamadığı Poison İVY isimli kendi geliştirdiğim virüsü yerleştirip, bu virüsler aracılığıyla bu siteleri ziyaret edenlerin bilgisayarlarına ulaşarak kullanıcı konumuna geçiyorum. Bu şekilde kişilerin bilgisayarlarını tam kullanıcı olarak ele geçiriyorum. Bu yöntemle işime yarayan bilgileri kendime aktarıyorum. Sonra liseden bir arkadaşım benim özellikle askeri, emniyet ve kamu kurum ve kuruluşlarındaki kişilere ait bilgileri topladığımı duyduğu için, bir başka arkadaşıyla beni tanıştırdı. Bu kişi bana askeriye, emniyet ve kamuda görevli şahısların kişisel bilgi ve belgeleri biriktirmeyi istedi. Liseden tanıştığım arkadaşım Ankara’da yakalanınca, daha sonra tanıştığım kişi yanıma gelerek bilgi ve belgelerle yurtdışına çıkacağımızı söyledi. Bir süre sonra bu kişi beni arayıp Fransa’da olduğunu, yanıma başka bir şahsın geleceğini söyledi ve bendeki gizli bilgileri bu kişiye vermemi istedi. Daha sonra bendeki tüm bilgileri CD’ye depoladım ve bu kişiyle buluşma noktasına gittim. Bana yaklaşıp adımı sorduğunda beklediğim kişinin kendisi olduğunu söyledi. CD’yi verdikten bir hafta sonra Fransa’daki arkadaşım tekrar beri aradı ve CD’yi kaybettiklerini, ikinci bir CD yapmamı istedi. Ben de aynı bilgileri aktarıp tekrar bu kişiye verdim.”

MURAT KARAYILAN TEŞEKKÜR ETTİ

PKK ‘hacker’ı R.C., Ankara’da tutuklanan arkadaşının bir yakınının bu kez dükkana gelip, “Sende emniyet ve askeriyeye ait gizli bilgiler varmış, bunları Cemal kod adlı Murat Karayılan’a göndermemiz gerekiyor” dediğini, ardından bu kişinin getirdiği dizüstü bilgisayara bilgileri yüklediğini anlattı. Murat Karayılan'ın kendisine teşekkür ettiğini belirten R.C., şöyle dedi:

“Bu kişi bir süre sonra yanıma geldi ve bilgilerin yerine ulaştığını, Murat Karayılan’ın da bana özel selam gönderdiğini ve teşekkür ettiğini söyledi. Ben bu bilgileri PKK kamplarına ulaşması için gönderdim. Murat Karayılan’ı internet ortamından tanıyorum, ancak yüz yüze görüşmüşlüğüm yoktur. Hacker’liği kendi bilgi ve becerimle öğrendim. Hack’leme yaparken çeşitli Seript, Trojenler ve virüsler aracılığıyla bu işlemi yapıyorum. Hacker grubumuz var. Bu gruptaki kişiler aracılığıyla bilgi ve belgelere rahatlıkla ulaşıyoruz. Verdiğim bilgilerle PKK’nın bombalı saldırı ve eylem yaparak insanları öldüreceğini düşündüğüm ve vicdanen bu yaptığım işten rahatsız olduğum için tüm yaptıklarımı anlatmak istedim, çok pişmanım.”

ELE GEÇENLER

Bu arada R.C.'nin evinde ele geçen 22 harddisk, 2 laptop bilgisayar, 1 kamera harddiski, 85 disket, 32 MB’lik hafıza kartı, 2 DVD ise Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi Teknik Büro Amirliği’nde incelemeye alındı.

CD’leri bilgisayarlara takıp açmak isteyen polisin karşısına müzik klipleri ve gerilim filmleri çıktı. Polis, CD’lerin film ve müzik CD’si olduğunu düşündü, ancak zanlı film ve müzikle CD’leri deşifre olmaması için kamufle ettiğini, asıl gizli bilgilerin bu CD’ler içerisinde şifre ile saklı olduğunu belirtti ve şifre ile açtığı CD’lerde elde edilen bilgilerde korkunç gerçek ortaya çıktı.

İçinde MİT, Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki jandarma ve sınır piyade birlikleri hakkındaki bilgiler, yerleşim krokileri ile bölgedeki emniyet müdürlüklerine ait bilgi ve belgelere ulaşıldı.

Hizbullah Hakkında Yeni Bilgiler

Ergenekon'un sağ kolu Hizbullah, topyekün operasyon için "sızma"yı tamamladı. Deşifresi..

Ankara'da iki hafta önce bir grup Hizbullahçı yakalandı. Daha önce domuz bağı ve mezar evleri ile anılan örgüt şimdi yöntem değiştirmiş. Kurduğu derneklerle "ezilenleri temsil ediyor". Dershane kuruyor, dergi yayınlıyor, günlük gazete hazırlığı yapıyor. Faaliyetlerini Güneydoğu'dan Batı illerine kaydırıyor. Bunun için de Said-i Nursi'den M. Şevket Eygi'ye kadar pek çok ismi kullanıyor.

Türkiye Hizbullah gerçeği ile yüzleştiğinde takvimler 2000 yılını gösteriyordu. Ağırlıklı olarak Güneydoğu'da faaliyet gösteren Zehra Grubu'nun lideri İzzettin Yıldırım kaçırılmıştı. Bu olayı aydınlatmak için başlatılan operasyonda da örgüt lideri Hüseyin Velioğlu'na ulaşılmıştı. Velioğlu'nun öldürülmesinden sonra yaşananları ise Türkiye bir korku filmi gibi seyretti.

Önce Hizbullah'ın arşivi ele geçti. Ardından da mezar evler, domuz bağları gibi o güne kadar literatürde olmayan bir vahşet dalgasıyla karşı karşıya geldi Türkiye. Hizbullah 1990'ların ortasından itibaren biliniyordu. Ama 2000 yılına kadar büyük şehirlere inmemişti. Satırlı dehşet ilk defa yüzünü bir büyük metropolde, İstanbul'da gösterdiğinde yer yerinden oynamıştı.

Birbiri ardına yapılan operasyonlarla yüzlerce militanı tutuklanan Hizbullah şimdi kılık değiştirdi. Hizbullahçılar silahlı mücadeleyi reddeden İslami grupların içlerine sızıyor, Said-i Nursi, Prof. Dr. Esat Coşan, Fethullah Gülen, Süleyman Hilmi Tunahan gibi geniş kitlelere malolmuş İslamcı liderlerin kitaplarını okuyorlar. Almanya'da Yeni Müjde dergisini yayınlayan örgüt, Diyarbakır'da üniversiteye hazırlık dershanesi işletiyor, çocuk dergisi çıkartıyor. Geçen hafta Ankara'da yapılan bir operasyon ile gündeme gelen Hizbullah'ın, yakalanan belgeler ışığında 2008 fotoğrafı bir hayli renkli.

Lider kadrosu Avrupa'da

17 Ocak 2000'de, İstanbul Beykoz'da Hizbullah'a karşı ilk operasyon gerçekleştirildi. Bu operasyonda örgütün lideri Hüseyin Velioğlu öldü. Velioğlu ile birlikte de Hizbullah'ın merkez arşivi deşifre oldu. Bu bilgiler ışığında Şırnak'tan Ankara'ya, Diyarbakır'dan Konya'ya kadar pek çok ilde eşzamanlı operasyonlar gerçekleştirildi. Örgüt bu operasyonlardan sonra neredeyse yok olmak üzereydi.

Hizbullah aldığı ağır darbeden kurtulmak, bozulan imajını düzeltmek için bu defa taktik değiştirdi. Legal faaliyetlere yönelen Hizbullah, lider kadrosunu yurtdışına taşıdı. Örgüt yurtdışında Türklerin yoğun olarak yaşadığı ülkeleri hedef seçti. Şimdi Almanya, İsviçre, Fransa, Hollanda, Avusturya gibi ülkelerde faaliyet gösteriyor. Avrupa grubunun başında ise Hizbullah'ın günümüzdeki lideri İsa Altsoy var. Altsoy'un yanı sıra Ali Demir, Erdoğan Kığın, Bilal Atmaca, Hizbullah'ın Avrupa'da yaşayan üst düzey lider kadrosu. Hizbullah, Avrupa'da 2000'de gerçekleştirilen operasyonla bozulan imajını, dağılan kadrolarını toparlama peşinde. O yüzden de şiddetten son derece uzak bir profil çiziyor. Ders grupları oluşturuyor, düğün, cenaze gibi sosyal içerikli ziyaretler yapıyor. CD ve kasetler satıyor. Ancak bunları yaparken ders grupları, tıpkı Türkiye'de olduğu gibi diğer grupları tanımıyor, örgütten başlarındaki imam dışında da kimseyi bilmiyor.

Hizbullah bu arada Avrupa'da dergi de yayınlıyor. Daha önce Müjde ismiyle yayınladıkları derginin başında Ali Demir var. Demir aynı içerikli dergiyi şimdi Yeni Müjde adıyla çıkarıyor. Dergi Avrupa'nın tüm ülkelerinde satışa sunuluyor. Hizbullah'ın Almanya'da Kültür ve Araştırma Merkezi, Kompasse e.V. derneği ile Vahdet Bürosu bulunuyor.

Avrupa'da bu faaliyetleri bulunan örgüt Türkiye'de de boş durmuyor. Güneydoğu Anadolu başta olmak üzere tüm Türkiye'de hızla örgütleniyor. Bunun için de en başta Mustazaflar Derneği'ni kullanıyor.

İŞTE HİZBULLAHÇI KURULUŞLARIN DÖKÜMÜ
Hizbullah'ın etkinlik alanı sadece Mustazaflar Derneği ile sınırlı değil. Örgüt 33 derneği kontrol altında tutuyor. Umut-Der (Muhtaçlar İle Dayanışma Derneği), İkra-Der (İkra Eğitim, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği), İhya Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği, Bilge Kültür Eğitim Sağlık ve Dayanışma Derneği, Şefkat Eli-Der (Şefkat Eli Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği), Akdeniz Kültür İlim Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Anadolu İlim, Kültür, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (Anadolu-Der), Toplumsal Dayanışma ve Şura Derneği (Şura-Der) bu derneklerin en belli başlıları.
Örgütün üç tane de kitabevi var; Seyran Reklam, Özlem ve Dua isimlerinde. Seyran Reklam, Güneydoğu Anadolu'da, Bingöl'de yayıncılıkla uğraşıyor. Özlem ve Dua ise İstanbul'da İslamcı yayınevleri arasında yer alıyor.
Mustazaflar Derneği adını, Danimarka'da yayınlanan Hz. Muhammed karikatürlerinden sonra duyurdu. Dernek Diyarbakır'da on binlerce insanın katıldığı büyük bir miting düzenlenmesine öncülük etmişti. Büyük şehirlerde ise ramazan aylarında kurduğu iftar çadırları, yardım paketleri ile ortaya çıktı.
Hizbullah Bingöl'de BİL, Diyarbakır'da ise As İntegral dershanelerini işletiyor. Bu dershanelerde özellikle lise çağındaki öğrencilere ulaşan örgütün bir de haftalık gazetesi var; Doğru Haber. Kısa dönemlik hedefleri arasında gazeteyi günlük hale getirmek ve bir televizyon kanalı kurmak var. 35 bin dolara satın alınan Çağrı FM'de örgütün denetiminde yayın yapıyor. Ancak güvenlik güçlerine göre asıl hedefleri ülke çapında yayın yapacak bir televizyon kanalına sahip olmak.

Türkiye'de yayın yapan, İnzar dergisi de örgütün yayın organları arasında. 19 bin tiraja sahip derginin bir de çocuk eki var. Hizbullah, sadece üniversiteye hazırlık dershaneleriy-le yetinecek gibi gözükmüyor. Diyarbakır'da bu yıl faaliyete geçecek bir özel okulun da inşaatı sürüyor.

Hizbullah eskiden olduğu gibi Kürt kartına oynamaya devam ediyor. Düzenlenen etkinliklerde özellikle Kürtçe konuşuyor, cenazelerde Kürtçe mevlit ve kasideler okuyorlar. İnzar dergisinde de Kürt Gerçeği adlı bir diziyi yayına soktu Hizbullah. Bu konudaki ilham kaynakları ise iddialarına göre İmam Humeyni: "Dünya ve ahiretleri heba olmaya doğru giden, kendileri hakkında İmam Humeyni'nin 'Ümmetimin yetimleri' dediği Müslüman Kürt halkına daha çok sahip çıkmamız, Kur'an'a ve İslam'a dönmeleri için gecemizi gündüzümüze katmamız gerekmektedir."

Güneydoğu'da 1990'lı yılların ortalarına kadar yaşanan faili meçhulleri, satırlı cinayetleri, Kürt milliyetçiliği ile tanınan şahıslara yönelik suikastları hatırlayınca İnzar'da yayınlanan yazı oldukça şaşırtıcı.

İSLAMİ CEMAATLERE SIZMA
Hizbullah’ın şimdilerde izlediği bir başka taktik ise toplumsal meşrutiyeti olan İslami grupların içine girmeleri. Bu durum da son derece ilginç bir tesadüfle ortaya çıktı. Bir grup öğrenci Mardin-Mazıdağı Çok Programlı Lisesi’nden Bolu Dörtdivan Çok Programlı Lisesi’ne geçiş yaptı. Şaşırtıcı biçimde, geçiş yapan öğrencilerin tamamının ebeveynleri Hizbullahçıydı ve hemen hepsinin sabıka kaydı vardı.

Öğrenciler davranışlarıyla kendilerini izleyenleri şaşırtmaya devam ediyorlardı. Hepsi Süleymancı diye bilinen Nakşibendi bir grubun yurtlarında kalmak istiyordu. Ancak hem Dörtdivan’daki yurt yöneticileri, hem de okul müdürleri bu hareketliliği zamanında tespit etmişlerdi.

Hizbullah’ın “sızma” girişimi sadece Süleymancılarla sınırlı kalmadı. Fethullah Gülen grubu, Kırkıncı Hoca cemaati, İskender Paşa grubu Hizbullah’ın yeni hedefiydi. Kırıkkale’de Erzurum’da cemaat ve tarikat yurtlarına girmek istiyorlardı. Bir zamanlar “kafir” olmakla, işbirlikçilikle suçladıkları isimlerle şimdi yan yana gelmeye çalışıyorlardı. Hatta bu amaçla Diyarbakır’da Bingöl’de evler açmışlardı. Evlerde Said-i Nursi’nin Risale-i Nurlarını, Prof. Dr. Esat Coşan’ın kitaplarını, S. Ahmet Arvasi’nin, M. Şevket Eygi’nin eserlerini, yazılarını, Sızıntı dergisi, Zaman, Yeni Şafak gibi gazeteleri bulunduruyorlardı. Yaptıkları toplantılara çok sayıda İslami derneği davet ediyordu Hizbullah. Ya da bu derneklerin haberleri olmadan isimlerini kullanıyordu. Mustazaf-Der’in Diyarbakır’da düzenlediği mitingde muhafazakar gruplardan Adıyaman-Menzil Dergahı, isminin kullanılmasına şiddetle karşı çıkmıştı.

Tüm bu bilgiler geçen hafta Ankara’da yapılan Hizbullah Operasyonu sonrasında ele geçirilen belgelerle ortaya çıktı. Bir dönem mezar evleri, domuz bağı ile anılan Hizbullah şimdi yaptıkları ile hedef şaşırtıyor…

Haber: Sezin Özsel/Aktüel Dergisi

28 Ekim 2008 Salı

ABD Büyükelçisi İtiraf Etti

ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi, Bush Yönetemi'nin Türkiye'ye bakış açısı ve Türkiye'yi kullanmak isteyiş biçimiyle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.


‘Türkiye’ye sömürücü miyoplukla baktık’
ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Parris, Bush yönetimini Türkiye ile ilişkileri germekle suçladı.Parris, yeni ABD yönetimine “ilk günden Türkiye’yi gündeminizin en üst sırasına koyun” tavsiyesinde bulundu ABD’nin eski Ankara Büyükelçilerinden Marc Parris, Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nın “Insight Turkey” adlı dergisinde yayınlanan makalesinde, Türkiye ABD ilişkilerini değerlendirdi ve yeni yönetime tavsiyelerde bulundu. Parris “Türk Amerikan ilişkilerinde Bush mirası” başlıklı makalesinde şunları savundu:PROBLEMLİ ALTI YIL: Bush döneminde Türk-Amerikan ilişkileri sıkıntılar ve krizle geçti. 1970’lerde Kıbrıs konusunda yaşanan Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerginlikten bu yana, Bush yönetimi döneminde ilişkilerde en problemli altı yılın yaşanmasının sorumluluğu Washington’da yatıyor. Irak savaşı öncesinde ilişkiler bir derece daha iyiydi.OBAMA’DAN YANALAR: Pek çok Türk, Türkiye ile daha fazla deneyimi olmasına, hatta Ankara’nın bakışıyla hassas Ermeni meselesinde doğru yaklaşımına rağmen John McCain’den çok, Barack Obama’yı destekliyor. Bir sonraki ABD Başkanı, Türk kamuoyunun gözünde sırf George W. Bush olmadığı için daha yüksek bir yerde olacak. BİR PAKİSTAN YETER: ABD’nin çıkarları bakımından da Türkiye başarısız olmamalı. Buna Türk demokrasisi de dahil. ABD’de yeni yönetim, Türkiye’de, batı demokrasisinin kurallarıyla oynayanlar ve Türk halkının güvendiği kişilerle çalışacağını açıkça ortaya koymalı. Bir tane Pakistan yeterli.ÇIKARCI YAKLAŞIM: Bush yönetiminin, Türkiye ile ilişkilerde yaptığı hataların en başında ’sömürücü miyopluk’ bakarak gerçekleştirdiği “Türkiye bizim için ne yapabilir?” yaklaşımını vardır. Bush’un ulusal güvenlik ekibi, sadece bir şeye ihtiyaç duyduğu zaman Ankara’ya dikkatini verdi. Türk çıkarlarına karşı duyarsız kalındı. Kararsız davranıldı Bush’un dış politika ekipleri AKP konusunda kararsız davrandı. Uygun görüldüğünde parti liderleriyle yakınlaşma ve uygun görülmediğinde mesafeli davranma yaklaşımı izlendiği. Kemalistler Washington’ın, AKP’yi kullanarak Türkiye’de bir İslami Cumhuriyet kurmaya çalıştığına ikna olurken AKP destekçileri Bush yönetiminin, İran’da elini serbest bırakmak için Türk ordusuyla işbirliği yaparak partiyi iktidardan uzaklaştırmaya çalıştığından şüphelendi.Demokrasi işliyorİfade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar, azınlıklara karşı ayrımcılığın devam etmesi, AKP’nin elini ayağını bağlama çabaları, Türkiye’nin 21’inci yüzyıl batı demokrasisinin temel değerlerini paylaşıp paylaşmadığı sorularına neden oldu. AKP hakkındaki dava “seken kurşun” olmuştur. Parti kapatılsaydı, batıda Türkiye’deki demokrasinin başarısız olduğu yönünde ortaya çıkacak görüşe karşı durmak zor olacaktı. Bu, Ankara ile Washington’un ilişkileri bozulacaktı demek değil. Ancak ortak değerlere dayandıklarını söylemek zor olacaktı. Pakistan’da olduğu gibi, stratejik işbirliğine yönelik rasyonellik, değerlerden çıkarlara dönecekti. Amerikalılar için Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi kapatmama kararı, Türkiye’nin demokrasisinin işlediğini kanıtlamış oldu.PKK konusunda yanlış yapıldı Marc Parris makalesinde Bush yönetiminin en önemli hatalarından birinin PKK konusunda yapıldığını söyledi: Avrupa ve Ortadoğu ile uğraşan ABD bürokrasisi içinde birbirine denk olmayan sorumluluk ve yetkiler, Amerikan-Türk ilişkilerinin yönetiminde engel yarattı. PKK fiyaskosu bunun en açık örneğidir. PKK’ya karşı ABD’nin eyleme geçmemesi de hataydı. Bu, Washington’daki bürokratik çıkmazdan ve Irak’ta dikkat dağılmasından kaynaklandı. ABD’nin harekete geçmemesi Türkiye’de, ‘Amerikan politikalarının bir yansıması’ olarak algılandı. 2007 sonu itibariyle ABD’nin bağımsız Kürdistan’ı kurmak için Türkiye’yi bölme arayışında olduğuna inanılıyordu. Bush yönetiminin, Türkiye’nin yardım çağrılarına cevap vermeyişi ABD’nin, hem Türk kamuoyu hem de yetkilileri gözündeki değerini düşürdü. Kasım 2007’de, Bush ile Erdoğan’ın görüşmesinin ardından ortaya çıkan, ’üzerinde eyleme geçilebilir istihbarat paylaşımı’ kavramı, ’bir tren kazasını’ önledi. Yine de bu girişim, ABD’nin dostluğu ve güvenilirliği konusundaki şüpheleri gidermekte yeterli olmadı.Çıkarlar hala ortakDönemin Dışişleri Bakanı olarak Gül tarafından imzalanan Ortak Vizyon belgesi, ikili gerginliğin ardından hala ortak çıkarlar bulunduğunu açıkça ortaya koydu. PKK terörü, Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri, Hamas ve İran konularında Amerikan politikalarıyla operasyonel düzeyde farklılıklar dolayısıyla Ankara tek başına hareket etme eğiliminde.
changeTarget(document.getElementById("news_content"))

DTP Parayla Molotofçu Tutmuş

Araç kundakçıları, DTP'li yöneticilerin kendilerine para verdiğini itiraf etti.

İstanbul'daki araç yakma, kundaklama ve izinsiz gösterilere ilişkin gözaltına alınan 72 kişiden 29'u tutuklandı. 89 adet molotof kokteylinin ele geçirildiği operasyonlarda zanlılardan 19'unun 18 yaşın altında olduğu belirtildi. Operasyonların en dikkat çeken yanı; zanlıların emniyetteki ifadelerinde verdiği bilgiler oldu. Zanlıların ifadesi doğrultusunda DTP'nin İstanbul'un ilçelerinden birinin başkan yardımcısı ve iki gençlik kolları üyesi de gözaltına alındı. Zanlıların, DTP'li bazı yöneticilerden eylemler için para aldıklarını söylediği öğrenildi. İstanbul'da özellikle araç sahiplerinin korkulu rüyası olan araç ve iş yeri kundaklamalarına karşı 9 -26 Ekim 2008 tarihleri arasında yapılan operasyonlarla ilgili basın açıklaması yapıldı. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde gerçekleştirilen açıklamaya Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'ınn yanı sıra ilgili müdürler katıldı. Cerrah, gözaltına alınan 72 kişiden 19'unun yaşlarının 16 ile 18 arasında değiştiğini ve zanlıların suçüstü yakalandıklarını belirtti. Gözaltına alınan 72 kişiden 29'unun ifadelerinin ardından tutuklandıklarını anlatan Cerrah, gözaltında bulunan 3 kişinin eylemlerde yönlendirici ve azmettirici konumda bulunduklarını ifade etti. Operasyonlarda 89 adet molotof kokteyli ile birlikte 2 adet tabanca ve bu silahlara ait mermiler ele geçirildi. Ele geçen malzemeler arasında bulunan kar maskeleri, ameliyat eldivenleri ve molotofların daha etkili olması için hazırlanmış özel malzemeler dikkat çekti. - DTPLİ İLÇE BAŞKAN YARDIMCISI GÖZALTINDA - Operasyonlarda yakalanarak emniyette sorgulanan zanlıların verdiği bilgilerden yola çıkan polis, Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) İstanbul'daki bir ilçenin başkan yardımcısını gözaltına aldı. Aynı ifadeler doğrultusunda partinin 2 gençlik kolları üyesinin de yakalandığı öğrenildi. Zanlıların verdikleri ifadelerde 100 YTL karşılığı molotof kokteyli attıklarını söyledikleri ortaya çıktı. Parayı DTP'lilerden aldıklarını söyleyen zanlıların bu kişilerin kendilerini yönlendirdiklerini söyledikleri öğrenildi. - CERRAH: "HADLERİNİ BİLSİNLER, YOKSA BİZ HADLERİNİ BİLDİRİRİZ" - Operasyonlar ile ilgili bilgi veren Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, zanlıların çeşitli ilçelerde araç yakarken, molotof atarken suçüstü yakalandıklarını belirtti. Terörle Mücadele Şubesi ile İstihbarat ve İlçe Emniyet Müdürlüklerinin ortak çalışmasıyla yapılan çalışmaların başarılı sonuçlarını aldıklarını belirtti. Cerrah, gözaltında bulunan DTP'lilerle ile ilgili olarak, "Bu üçünün önümüzdeki günlerde adliyeye çıkarıldıktan sonra basın açıklamaları yapılacaktır. Bunların durumları molotof kokteyli atılması eylemlerindeki üstlenmiş oldukları rollerde bölücü terör örgütüne ne şekilde yardımcı oldukları da ortaya çıkarılmıştır." dedi. Celalettin Cerrah, İstanbul polisinin toplumsal barışı hedef alan saldırılara karşı girişimlerin boşa çıkartılmasında kararlılığa sahip olduğunu dile getirdi. Cerrah, "İstanbul halkı bize güvensin. Terör eylemlerini kanunlar çerçevesinde İstanbul polisi, İstanbul halkının huzur ve güvenliğini bozacak olanlara, mücadelesi sayesinde müsaade etmeyecektir. Bu işler güvenlik güçlerinin işidir. Bu işleri bize bıraksınlar, bize güvenmeye devam etsin İstanbul halkı. Bu işlere karışan, eylem yapmaya çalışanları en kısa sürede yakalar adalete teslim ederiz. Biz İstanbul'da görev yapmaktan, İstanbul halkına hizmet etmekten şeref duyuyoruz. Bölücü terör örgütleri şunu bilmelidir ki; karşılarında İstanbul polisinin, Türk polisinin kararlı duruşu vardır. Halkımıza zarar vermeye kalktıklarında göğsümüzü siper ederek canla başla mücadelemizi sürdürerek İstanbul halkına zarar vermelerine müsaade etmeyiz." diye konuştu. Cerrah, bütün unsurlarla bu mücadelenin süreceğini söyledi. Konuşmasının sonunda Cerrah, "Polis olarak can vermemiz gerekiyorsa, bayrak için can vermemiz gerekiyorsa önceden de yaşadığımız gibi canımızı da veririz. Terör örgütleri hadlerini bilsinler. Yoksa bugüne kadar olduğu gibi hadlerini bildirmeye devam ederiz." ifadelerini kullandı. (Cihan)
changeTarget(document.getElementById("news_content"))

Atatürk'e 72 Yıllık Mektup




Atatürk'e 72 yıl önce bir şehit oğlunun yazdığı mektup ortaya çıktı. İlkokul mezunu olan Şehit oğlunun mektubundaki dil hayranlık uyandırıken, içerik duygusallaştırıyor.




TBMM’ye bağlı Dolmabahçe Sarayı'nın deposundan, Atatürk’e 1936 yılında bir şehidin oğlu tarafından yazılan mektup çıktı. Çanakkale savaşında babasını kaybeden ve ailesine bakabilmek için iş isteyen gencin mektubundan çok duygulanan Atatürk de, bu gence Beyazıt’taki Talebe Yurdu'nda iş buldu. Milli Saraylar Daire Başkanlığı bugün "Atatürk ve Milli Saraylar" adlı bir sergi açacak. Dolmabahçe Sarayı'nın giriş katında açılacak olan sergide, 43 adet belge ve Atatürk’ün saraylarda çekilmiş 14 fotoğrafı yer alacak. Bunlar arasında Atatürk'ün yaverine hediye ettiği bir fotoğrafı da bulunuyor. Sergide, Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı'nda kalan şahsi eşyaları, manevi kızı Nebile Erdebil’in şahsi eşyaları ile Atatürk'ten iş isteyen bir gencin mektubu da bulunuyor. Sergi, 16 Kasım tarihine kadar her gün 09:30-17:00 arasında ücretsiz olarak gezilebilecek. Sergide yer alacak bir mektup ise Atatürk’ten iş isteğini içeriyor. Bu konuyla ilgilenip Beşiktaş Kaymakamlığı'ndan durumun araştırılmasını ve gence iş bulunmasını isteyen Atatürk’ün, daha sonra da Beyazıt’taki Talebe yurdunda genci işe yerleştirdiği anlaşılıyor. Çanakkale savaşında babasını kaybeden ’’ Hüseyin oğlu Ali’’ adlı Sinop’lu vatandaşın, Atatürk’e yazdığı ‘’Reisi Cumhurumuz, sevgili Atatürkümüzün yüce önüne’’ diye başlayan ve 72 yıl sonra gün ışığına çıkan mektubu şöyle:
O MEKTUP
‘’Ben yurt ödevini Selimiye topçu kıtasında yapmış ve babasını, Çanakkale savaşının yüksek istişarelerinizde, yurdu tarihe geçen bir kahramanlıkla korurken, şehit veren bir Türk evladıyım. Çelikten kollarım ve sarsılmaz bir metanetim var. Şehit babamın bana bıraktığı üç küçük kardeşimle, zavallı anamın ve iki de yetimin ve iki de malul halamın iştiraki ile sekiz kişilik bir ailenin, hem koruyucusu hem de ekmek getiricisiyim. Bu zavallı ailenin benden başka hiç kimseleri yok. Çok düşkün ve sefiliz. Onları beslemek için yurdun her yerinde herhangi bir işle, çalıştırılmaklığım için başvurmadığım yer kalmadı. İlkokulu bitirmiş, çok sağlam ve gürbüz bir Türk yiğidi olan ben fabrikalar doldurup, eşsiz yaptığınız bu cumhurluk toprağında her hangi bir tavassuttan mahrum olmaktan başka hiçbir kabahatim olmadığı halde, ben kendim ve hem de şehit babamın bana bıraktığı anam ve yavrularını açlıktan inletiyorum. Milli Saraylar Müdürüne dört ay önce bir dilekçe verip korunmamı yalvarmıştım. Belki de kayboldu. Bütün ulusu kurtaran varlığınıza bu ikinci dilekçem ve gözyaşlarımla sığınır, çok sevdiğinizi iyi bildiğim şehit yavrularından biri olan bana acımanızla bir iş verilmesi için yüksek buyruklarınızı yalvarırım. Sevgili önderimiz… Boyabat Benlibelen köyünden, Çoraklı oğullarından, Beşiktaş Akaretler, 3 numaralı, Hakkının kahvesinde sakin Hüseyin oğlu Ali…




23 Temmuz 2008 Çarşamba

KISMETİM - 1'DEN VELİ KÜÇÜK ÇIKTI

İçindeki 3 ton eroinle batırıldığı açıklanan Kısmetim-1 gemisiyle ilgili Veli Küçük gerçekleri..

Ergenekon'un kilit isimlerden Tuncay Güney polise verdiği ifadede yakalanacağını anlayan uyuşturucu kaçakçıları tarafından içindeki 3 ton eroinle batırıldığı açıklanan Kısmetim-1 gemisiyle ile ilgili şok bilgiler verdi: Gemi boşaltıldıktan sonra batırıldı. Eroini Ergenekon, iki kamu görevlisi ve uyuşturucu kaçakçısı Nejat Daş paylaştı. Ergenekon operasyonun kilit isimlerinden Tuncay Güney'in 2001'de gözaltına alındığında polise verdiği ifadede örgütün parasal kaynakları üzerine açıklamalar yaptığı ortaya çıktı. Güney, uyuşturucu kaçakçısı Nejat Daş'a ait Kısmetim -1'in resmi kayıtlara geçtiği şekliyle içindeki 3 ton 100 kilo eroinle değil boşaltıldıktan sonra batırıldığını iddia ediyor. Güney, Aralık 1992'de batan gemideki eroin parasının Daş, Daş'ın yakın olduğu JİTEM'in Ergenekon kanadı ve sonradan ortak olan iki kamu görevlisi arasında paylaşıldığını öne sürüyor.
İşte Tuncay Güney'in Ergenekon'un uyuşturucu trafiğinin içindeki rolü ile ilgili anlattıkları: "Kendi edindiğim bilgiler ışığında söylüyorum. Ergenekon'un geliri bankalardan (usulsüz krediler), büyük işadamlarından (şantajla), mafya gruplarından, uyuşturucudan, şundan bundan."
KISMETİM-1 EROİNSİZ BATTI
"Kısmetim-1 gemisindeki eroinin sahibi uyuşturucu kaçakçısı Nejat Daş ve Ergenekon örgütüydü. Bir senaryo hazırlandı. Gemi Akdeniz'in ortasında boş batırılacak, eroin yurtdışına satılarak ve parası bölüşülecekti. O günlerde Daş polisin elindeydi. Üst düzey iki kamu görevlisi gemideki mala ortak olmak istiyordu. Pazarlıklara dahil edildiler. Ergenekon adına pazarlığı JİTEM'ci yüzbaşı yürütüyordu. Geminin delilleri yok etmek için kaçakçılar tarafından nasıl batırıldığı, İstanbul'dan götürülen gazeteciler tarafından kare kare görüntülendi. İki kamu görevlisinin ortak olduğu eroinin yerine ulaştırıldığını biliyorum. Küçük, iki kamu görevlisinin sonradan ortak olmasına çok kızmıştı."
İRAN'IN DERİN ÖRGÜTÜ
Ergenekon o yıllarda tamamen yeraltına inerek uyuşturucuya bulaştı. Doğu'dan gelen eroinin Türkiye üzerinden geçişini organize ediyordu. Bunun için, Irak'ta Talabani ve Barzani, İran'ın Gladiosu olan MOD, ABD'li CAK isimli firmayla işbirliği yaptı. Veli Küçük'ün MOD'la arası çok iyiydi.
ABD'LİLER JİTEM'İ BY PASS ETTİ
Yabancı şirket gibi olan CAK uyuşturucu ticareti yapıyordu. Talabani Afganistan'dan aldığı uyuşturucuyu Fransa, Almanya ve Hollanda üçgenine veriyor. Bunu Kürt işadamları sağlıyor. Barzani, İsrail Türkiye paralelinde CAK'a veriyor. Küçük, CAK'la sürtüştü. CAK uyuşturucusunu artık İran'dan yani Kaynağından almaya başladılar yani. ABD'lilerle Ergenekon'un kavgasının ana teması bundan kaynaklanıyor.
Veli Paşa nerede uyuşturucu orada
Tuncay Güney ifadesinde Veli Küçük'ün Karadeniz Jandarma Bölge Komutanı olup Giresun'a taşınmasıyla birlikte Türkiye merkezli uluslararası uyuşturucu trafiğinin Karadeniz'e yöneldiğini öne sürdü. Güney şu bilgileri verdi: "Veli Paşa 4 - 5 tane dil bilir, Rusça da bilir. Küçük'ün uyuşturucu işini Fransızların OJD'si de biliyordu. Fransızların Türkiye'deki uyuşturucuyla ilgili raporunda bunlara yer verilmesi birçok şeyi frenledi. OJD daha sonra JİTEM Karadeniz'de uyuşturucu ticareti yapıyor diye belge de yayınladı."
Escobar Ramazan'a cezaevinde özel hat
Hollanda'da cezaevinden helikopterle kaçtıktan sonra Türkiye'de yakalanan 'Escobar' lakaplı Ramazan Yıldız'la Veli Küçük'ün irtibatlı olduğunu öne süren Güney, Yıldız'a cezaevinde sağlanan ayrıcalıkları şu şekilde anlattı:
Bayrampaşa Cezaevi Tabur Komutanı'nın yanına gidip, 'Veli paşamın selamı var. Bu arkadaşla görüşmem gerekiyor' dedim. Ramazan'ı cezaevi müdürünün odasına getirdiler. Cezaevi yönetimi onu sıkıyormuş. Mesela on kilo erik geliyormuş, üç kilosu sokuyormuş. Veli Paşa'ya intikal ettirdim. 'Yardım etsinler o arkadaşa' dedi. 2 kez gittiğimde sorunlarının giderildiğini söyledi. Odasına özel telefon hattı çekildi. Veli Paşa'yla 'Escobar Ramazan' birbirlerini bir yerlerden tanıyor ama bilemiyorum.
CİNAYETLE 1. SIRADA
Güney'in çarpıcı iddialarından birine göre de Kısmetim1 gemisinin eroinini çalarak satanlar arasında bulunan kamu görevlisi, ünlü bir siyasetçinin yakınının batırdığı bankadaki usulsüzlükleri bir bir anlatan Mehmet Urhan'ı öldürttü.
MUTEMETİN İTİRAFI
Kamu görevlisi bu sayede İstanbul'dan 1. sıra milletvekili adaylığını kaptı: "Matild Manukyan'ın şoförü vardı adı Mehmet Urhan. Bu ... Bankası'nda ..'in mutemedi. Bütün rüşvet verilen kredilerin payını Mehmet Urhan alırmış. Banka battıktan sonra mutemet her şeyi itiraf edip adamı zor durumda bırakmış. Urhan daha sonra Manukyan'ın şoförü. Manukyan evinin önünde bombalandı. Urhan öldü. İBDA/C dediler ama ... öldürttü. Veli Paşa bana bu kamu görevlisinin, Mehmet Urhan'ı öldürttüğü için daha sonra, İstanbul'dan birinci sıradan milletvekili adayı yapıldığını anlattı."
Fransız istihbaratıyla Pera Palas'ta pazarlık
Güney, Fransız narkotik birimi OJD'den bir görevlinin de Türkiye'ye gelip kendisiyle JİTEM ve Sami Hoştan'ın uyuşturucu trafiğiyle ilgili görüştüğünü anlattı.
Görüşmeyle uyuşturucudan pay almak istediği anlaşılan Fransız istihbaratçıya Hoştan'ın telefonunu verdiğini ifade eden Güney şunları anlattı:
"Pera Palas Oteli'nde Fransız istihbaratçıyla görüştüm. Dört beş saat adam, JİTEM ve Hoştan'ın uyuşturucu ticareti yaptığını, bunları OJD uyuşturucu raporlarında yayınlayacaklarını, Veli Küçük'ün bunları albaylığından bu yana yaptığını, askeriyede bir grubun bununla beraber olduğunu anlattı, tehdit etti. 'Bu konuda biz Sami Hoştan'la görüşmek istiyoruz' dedi. Yani Hoştan'ın üzerinden, bir grup askerin yıllardır uyuşturucu işi yaptığını söylüyordu. Ben adamın yanında Sami Hoştan'ın cebini aradım anlattım' yanıtını verdi. Veli Küçük, OJD'nin yaptığı araştırmadan çok rahatsız oldu. Paşa dedi ki Perinçek'e söyle o şeyleri manipüle etsin dedi. Süper NATO, şucu bucular uyuşturucu ticareti yapıyor haberleri yapılsın, dedi."

22 Temmuz 2008 Salı

Öcalan'a Saç Kazıtma Olayları

















Teröristbaşı Abdullah Öcalan'ın cezaevinde saçları kesildiği dedikodusu Diyarbakır'da önce yayıldı sonra provokasyona dönüştürüldü.

















Abdullah Öcalan ile ilgili basın açıklamasını okuyan DTP Eş Başkanı ve Mardin Milletvekili Emine Ayna şunları söyledi:

“Yıllardır bu toplumu zorlayan provakatif faaliyetlerden biri de sayın Abdullah Öcalan’a yönelik hukuk dışı ve keyfi uygulamalardır. En son istemi dışında zorla saçları kazıtılmıştır. Sayın Abdullah Öcalan’ın toplumumuz nezdindeki hassasiyeti bilindiği halde bile bile kendisine yönelik bu keyfi uygulamaların yapılması toplumu provoke etme niyetiyledir. Milyonlarca kişinin önder olarak kabul ettiği Sayın Öcalan’a yönelik bu fiiller hukuk dışı, insan haklarına aykırı ve kabul edilemezdir”

ALLAH BELANIZI VERSİN ŞEREFSİZLER.BU TOPRAKLARDA TEK KURAL GEÇERLİDİR.O DA NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE

Özden Örnek'ten Bir Doğrulama

Darbe Günlükleri gündemden düşmezken Mehmet Çetingüleç, günlükler Nokta'da çıkmadan Özden Örnek'le yaptığı konuşmayı yazdı. Bu bir doğrulama gibi..

Mehmet Çetingüleç/Takvim

Evet, Özden Paşa anılarını yazmıştı

Ergenekon soruşturması kapsamında tartışma konularından biri de şu:
Özden Paşa, "Darbe günlükleri"ni yazdı mı, yazmadı mı?
Sözkonusu günlüklerle kastedilen "anılar"sa evet, emekli Oramiral Özden Örnek anılarını yazıyordu.
Nereden bildiğimizi söyleyelim:
Özden Paşa ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevinden ayrılmadan yaklaşık 2 yıl önce röportaj yaptık ve TAKVİM'de yayınlandı.
O röportaj sırasında, Özden Paşa "Anılarımı yazıyorum" dedi.
Gazetecilik refleksiyle hemen talepte bulunduk:
"Biz yayınlayabiliriz" diye.
Ancak Özden Paşa, "Şimdi olmaz. Emekliye ayrıldıktan birkaç yıl sonra belki yayınlarım" dedi.

***

O röportaj sırasında TürkYunan ilişkileri konusunda anılarında yer alacak bir notu da -yazılmamak kaydıyla- aktardı.
Yunanistan Deniz Kuvvetleri Komutanı Andoniadis, Oramiral Örnek'e "Bizim düşmanlığımızdan silah tüccarları kazançlı çıkıyor. Oysa barış içinde yaşayıp, silaha harcadığımız parayı insanlarımızın refahı için harcayabiliriz" demişti.
Yaklaşık 6 ay önce, Yunanistan Başbakanı'nın Türkiye ziyareti sırasında bu anıyı yazmak için Özden Paşa'yı telefonla arayıp izin istedim.
Uygun görünce bu bölümü yazdım.
O yazıda da "anılar"dan söz ettim.
Bugüne kadar kendisinden "Anılarımı yazmadım. Böyle bir şey yoktur" diye herhangi bir itiraz gelmedi.
Öyle anlaşılıyor ki, emekli Oramiral Özden Örnek, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda geçen 2 yıllık süredeki anılarından bir bölümü "Darbe günlüğü" diye açıklanınca, tamamını reddetmek zorunda kaldı.
Ama aradan birkaç yıl geçtikten sonra Özden Paşa belki de anılarını kendisi yayınlayacaktır. Tekmili birden...

***

Ergenekon soruşturmasının ulaştığı boyut, Özden Paşa'yı sadece "anılarını reddetme"ye zorlamadı, aynı zamanda "planlarını" da ertelemesine yol açtı.
Emekli olduktan hemen sonra Patara'da denizcilikle uğraşan Likya medeniyetine dönük arkeolojik kazılara katılmak istiyordu ama ne yazık ki şimdi evinden bile dışarı çıkmadığı bildiriliyor.
Özden Paşa, Patara'dan sonra Bodrum Karya'daki arkeolojik kazılara katılarak araştırma yapmayı planlıyordu. Bu hayali de gerçekleşemedi.
Özden Paşa'nın hayal ettiği emeklilik dönemini yaşaması için önce fırtınanın dinmesi gerekiyor.

Türk İntikam Tugayı Bağlantısı

Ergenekon sanığı Muzaffer Tekin'le Türk İntikam Tugayı'ndan Semih Gülaltay arasındaki bağlantılar çok çarpıcı

Ergenekon sanığı Muzaffer Tekin, Akın Birdal suikastını TİT adına azmettiren Semih Tufan Gülaltay ile yakın ilişki içindeydi. Tekin, cezaevinde ziyaret ettiği Gülaltay'ın serbest kaldıktan sonra kurduğu oluşumun içinde yer aldı

ERGENEKON'UN TETİĞİ TİT

Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin ile Akın Birdal suikastini Türk İntikam Tugayı (TİT) adına azmettiren Semih Tufan Gülaltay'ın ilişkileri, Ergenekon ile TİT arasında bağlantı olabileceği kuşkusunu doğuruyor. Veriler şöyle: Gülaltay'ın Birdal'a yönelik suikast sonrası evinde saklandığı emekli binbaşı Namıh Zihni Ozansoy, Tekin'in harp okulundan arkadaşıydı. Tekin, Gülaltay ve Ozansoy'u tutuklu oldukları cezaevinde de 'arkadaşlarını' yalnız bırakmadı, Gülaltay'ın ailesine yardım etti. Tekin, Gülaltay'ın cezaevinden çıkınca kurduğu 'Ulusal Birlik Komitesi'nin de üyesiydi. İddiaya göre, Gülaltay'ın 'Komutan' dediği Tekin ile Danıştay saldırganı Alparslan Arslan, bu saldırıdan hemen önce Gülaltay'ın bürosuna gelmişti.

Avukat Alparslan Arslan'ın 17 Mayıs 2006'da gerçekleştirdiği Danıştay saldırısı sonrası gözaltına alınanlardan biri de, Muzaffer Tekin'di. Tekin, 26 Mayıs'ta Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'nde verdiği ifadede, Gülaltay ile tanışıklığını şöyle anlatıyordu:
"1988'de Mete Yalazangil vasıtasıyla tanıdım. Güvenlik şirketi kurduğunu, yurtdışında tahsil için bulunduğunu duymuştum. Akın Birdal olayında beş sene cezaevinde yattı. Çıkınca, 'Türklerin Tarihi'ni yazdı, araştırmalar yaptı. Ulusal Birlik Partisi'ni kurup genel başkanı oldu. Yönetim kuruluna gelmemi istedi, kabul etmedim."


Ortak arkadaş: Emekli Binbaşı Namık


Tekin, eksik bilgi veriyordu. Bunun anlaşılması için bir sene geçmesi gerekti. Tekin 12 Haziran 2007'de Ümraniye'de bir gecekonduda el bombaları bulununca yeniden gözaltına alındı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde 19 Haziran 2007'deki ifadesinde, bu kez şu bilgileri verdi:
"Birdal suikastı konusuyla alakalı olarak, eylemi yapanları azmettiren Gülaltay'ı evinde saklayan emekli binbaşı Namık Zihni Ozansoy isimli bir alt devrem olan arkadaşımı tanıyorum."

TİT'çi iki saldırganın 12 Mayıs 1998'de Ankara'daki İHD Genel Merkezi'ne gelip Akın Birdal'a kurşun yağdırması sonrası, azmettirici Gülaltay, Ozansoy'un Kozyatağı'ndaki evinde saklanmıştı. Saldırganlar bulununca Gülaltay ile üzerinden 'Yaşar Aydın' adına düzenlenmiş sahte kimlik çıkan Ozansoy evde yakalandı. Ayrıca evden dört tabanca, gaz tabancası ve iki tüfek çıktı.


Cezaevinde ziyaret, aileye yardım

Gülaltay ve Ozansoy, Kastamonu Cezaevi'ne konuldular. DYP yöneticisi Mete Yalazangil ise bu olayla ilgili ifadesi alınıp serbest bırakıldı. Yalazangil, Gülaltay'ın çocukluk arkadaşıydı. 1988'de tanıştığı Tekin'i Gülaltay'la da tanıştırmıştı.
Bu 'arkadaşlık' cezaevinde de sürdü. Tekin, "Gülaltay cezaevine girdiği zaman takip ettim, ailesiyle biraz ilgilendim" sözüyle bunu kabul ediyordu.

Ancak Tekin, yine eksik bilgi veriyordu. Ergenekon Operasyonu'nda gözaltına alınan Mete Yalazangil, 25 Ağustos 2007'de İstanbul Terörle Mücadele Şubesi'nde verdiği ifadede, Tekin ile Gülaltay arasındaki 'dostluğun' bununla sınırlı kalmadığını kaydediyordu:
"Tekin yanıma gelerek, (Gülaltay benim mahalleden tanıdığım yaş itibariyle ufak olan bir kişi idi), Namık Zihni Ozansoy'un da kendi arkadaşı olduğunu, arkadaşlarımızın cezaevinde ve zor durumda olduklarını, arkadaşlarımızla görüşmemizi söyleyince... arabamla Kastamonu'ya giderek 30 dakika kadar Gülaltay ve Ozansoy ile cezaevinde görüştük."

Gülaltay, 2003'te cezaevinden çıkınca UBP'yi kurdu. Tekin, 19 Haziran'dak ifadesine göre, kendisine yöneticilik öneren Gülaltay'ı geri çevirdi. Gerekçesi de şuydu: "Tekrar irtibat kurduk ancak tutarsız ve psikopat davranışları sebebiyle 2-3 senedir görüşmüyorum."


Alparslan Arslan da ziyaretçisi


Gülaltay'a yönelik Piyon Operasyonu'nun başlamasına neden olan şikayetin sahibi, Feride Esra Gökçimen, aksini iddia ediyor. Bir süre Gülaltay'ın şirketinde çalışıp tehditler üzerine Ankara'ya kaçan Gökçimen, Ankara emniyetindeki ifadesinde Tekin'in binaya sık sık uğradığını öne sürüyor, şu bilgileri veriyordu: "Bu şahsa komutan deniliyordu. Geldiğinde birinci kattaki parti kısmına çıkar, Gülaltay'la baş başa görüşürlerdi. En son Danıştay'a saldırıdan iki gün önce 4-5 kişilik grupla gelmiş, Gülaltay'la saatlere toplantı yapmıştı."

Tekin'in adı Gülaltay'ın UBP'den sonra kurduğu Ulusal Birlik Komitesi'nin kurucu listesinde vardı. Gökçimen'e göre, Danıştay saldırısından sonra kendisinden, komitenin internet sitesindeki 'kurucular listesiden' Tekin'in adının silinmesi istendi.
Ayrıca Gökçimen, Danıştay saldırganı avukat Alparslan Arslan'ın kalabalık bir grupla Gülaltay'ı ziyaret ettiğini öne sürdü.
Gülaltay, 6 nisan 2007'de İstanbul emniyetinde, Tekin'in ziyaret için geldiğini kabul ederken, 1.5 yıldır görüşmediklerini, toplantılar yapmadıklarını, Arslan'ı ise tanımadığını söyledi.


Birinci TİT'ten ikinci TİT'e


Uzman çavuş Cengiz Ersever, Semih Tufan Gülaltay ve eski MİT'çi Cemal Kulaksızoğlu'nun liderliğini yaptığı grup, kendisini ülkücü Abdullah Çatlı'nın kurduğu TİT'in devamı olarak görüyordu.
Çatlı'nın liderliğindeki TİT'in başlıca kanlı eylemleri, Ankara Bahçelievler'de 7 TİP'li gencin, Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul'un ve DİSK Başkanı Kemal Türkler'in katledilmesiydi.
TİT'in kadrosu Abdulah Çatlı, Haluk Kırcı, Oral Çelik, Mehmet Ali Ağça, Ercüment Gedikli, Ünal Osmanağaoğlu, Bünyamin Adanalı ve Mehmet Şener gibi isimlerden oluşuyordu.
TİT'çiler 12 Eylül'den sonra yurtdışında uyuşturucu ticaretine bulaştı. Bir süre ASALA eylemlerine karşılık kimi Ermeni hedeflerine yöneldiler. Çatlı'nın öldüğü 1996'daki Susurluk kazası, bir dönemin kapanması demekti. Ancak adından bahsedilen 'Yeşil' lakaplı Mahmut Yıldırım'ın izine ulaşılamıyordu. Yıldırım'ın öldüğü iddia edilirken, onun yakınındaki üç isim, Ersever, Gülaltay ve Kulaksızoğlu ikinci TİT'i kurdu. Amaçları, PKK'ya karşı Türkçü bir örgüt kurmaktı.
Birdal suikastı davasının iddianamesinine göre TİT, Birdal suikastınden sonra HADEP Sarıgazi ilçe örgütünü basacak, partilileri öldüreceklerdi. Fakat yakalandılar.
TİT'in adı son kez 12 Eylül 2006'da 10 kişinin ölümü ve 16 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan Diyarbakır Bağlar semtindeki bombalı saldırıyla duyuldu.

Haber: İsmail Saymaz/Radikal

Hizbulergenekon'da Kilit Yeşil

Ergenekon'un taşeron olarak kullandığı terör örgütleriyle ilişkileri ortaya çıkartılırken, Hizbullah-Ergenekon ilişkisinde kilit isim Yeşil çıktı.

Hizbullah örgütünün çökertildiği dönemde gözaltına alınan örgüt yöneticilerinden Abid Taşan, bir dönem liderleri Hüseyin Velioğlu ile Yeşil arasındaki ilişkiyi sağlayan kişiydi.

Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın Hizbullah'la ilişkiye geçmesini isteyen Ahmet Cem Ersever'in, emekli tuğgeneral Veli Küçük'le birlikte Jİ- TEM'in en tanınmış iki komutanından biri olduğu iddia ediliyordu. Ersever, 4 Kasım 1993'te Ankara'nın Elmadağ ilçesi çıkışındaki boş bir arazide ölü olarak bulundu.

Ahmet Cem Ersever'in Velioğlu'yla ilişkili olduğu ve Hizbullah'tan istihbarat aldığı iddiası Ersever'in avukatı Emin Emir tarafından da ortaya atıldı. Hizbullah'ın askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar ile Marmara Bölge Sorumlusu Edip Gümüş, polisteki ifadelerinde Yeşil ile Velioğlu'nun görüştüğünü itiraf etmişlerdi.

ERGENEKON YAPILANMASI HİZBULLAH GİBİ
Gerek mafya gerekse Hizbullah, PKK, İBDA-C gibi terör örgütleri kendi amacı doğrultusunda kullandığı kaydedilen Ergenekon ile Hizbullah'ın yapılanması arasında şaşırtıcı benzerlikler bulunuyor. Ergenekon terör örgütü yapılanmasının en önemli isimlerinden astsubay Oktay Yıldırım ile örgütün teorisyenlerinden olduğu iddia edilen Doç. Dr. Ümit Sayın'ın üniversitedeki bilgisayarında ve evlerinde bulunan dokümanlarda Ergenekon üyelerinin tek tek özgeçmişleriyle fişlendiği belirlenmişti. Hizbullah da örgüte alacağı herkesi öz geçmişleriyle birlikte fişleyerek kimlerin hangi hücrede görev alacağını belirleyerek hücre sistemini benimsemişti. Ergenekon operasyonlarında her iki örgüt de hücreleşme modeliyle birbirleriyle neredeyse aynı gibi örgütlenmesi Savcı Zekeriya Öz'ün dikkatinden kaçmadı.

BU SIRRI BİLEN ÖLDÜRÜLÜYOR

Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ile Binbaşı Ersever, bu sırrı bildikleri için öldürüldüler.

Ergenekon'un kilit ismi Tuncay Güney, polise verdiği ifadede Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ile Binbaşı Ersever'in, Ergenekon'un PKK'ya silah satışından haberdar oldukları için öldürüldüğünü öne sürdü. Veli Küçük ile Doğu Perinçek'in TSK'ya ait 24 bin silahı K. Irak'a götürüp Talabani, Barzani ve PKK'ya verdiklerini iddia eden Güney'e göre Kırıkkale'deki silah fabrikası da delilleri yok etmek için bombalandı.

Kanada'da yaşayan Tuncay Güney'in, Ergenekon iddianamesine zemin hazırlayan 2001'deki ifadelerinin yer aldığı DVD'den çıkan şok iddialardan bir bölümü de Ergenekon'un işlediğini öne sürdüğü iki önemli cinayet ve Kırıkkale Silah Fabrikası'ndaki patlamayla ilgili.

Akşam gazetesindeyken “CIA Kuzey Irak'a silah sevkıyatı yapıyor” başlıklı bir haber hazırlayan Tuncay Güney, 2001'de gözaltına alındığında sevkıyatı aslında Ergenekon'un yaptığını ileri sürüyor. Tuncay Güney'in iki önemli cinayete ilişkin iddiaları şöyle:

“Cırtlak koyu yeşil BMV bir gece vakti Habur Sınır Kapısı'na geldi. Arabada Tuncay Güney ile gazeteciler A., B., ve D. de vardı. Veli Küçük'ün ekibiyle dönemin Bölge Valisi Ünal Erkan'ın arası iyi değildi. Gazeteci A. ekibe bu yüzden dahil edilmişti. A.'nın Erkan'la arası iyiydi. Sınır geçiş izinleri bu ilişki sayesinde kolayca alındı.”

SİLAHLAR SINIRDA

Ekibi Silopi Hac Konaklama Tesisi'nde resmi ve sivil üniformalı askerler karşıladı. Kapıda işlemleri JİTEM'ci Ali Balkan Mete'nin adamı olan, Küçük'ün oraya atanmasını sağladığı Gümrük Baş Muhafıza Müdürü C. Bey yaptırdı. Habur'u geçtikten sonra konteynırlı iki araba ekibi bekliyordu. Sınırı geçince önüne telle Irak plakası takılan BMW öndeydi, içinde 24 bin silah bulunan konteynırlı iki araç da arkadan geliyordu. Silahları, JİTEM'e çalışan gümrük müdürü biliyordu. Gazeteci A., konteynırların içinde silah olduğunu anlamış ve rahatsız olmuştu. B. bunu bilmiyordu, ancak şüphelenmişti. Gerçeği İstanbul'a gelince öğrendi. Ekip silahlarla Zaho'ya ulaştı. Gün ışıyana kadar Irak Milli Türkmen Partisi'nde kaldılar.”

DOĞU PERİNÇEK REFERANS OLDU

“Burası Barzani bölgesiydi. Ziyaret görünüşte gazetecilerin Irak liderleriyle röportaj gezisiydi, Doğu Perinçek'in referansını kullanıyorlardı. Sonra Talabani bölgesine geçildi. Bir hafta sonra Erbil'e geçen ekipte bulunan gazeteci A., Tuncay Güney'le tartışarak Türkiye'ye geri döndü. JİTEM subayları, Tuncay Güney'e, konteynırlarda 24 bin silah olduğunu söylemişti. Silahların 12 bini Barzani'ye, 12 bini de Talabani'ye verildi. Kosret Resul, 'Silahların 6 binini biz aldık. Binbaşı T. 'yine' bizimle oynuyor' dedi. Kosret Resul, geri kalan altı bin silahın PKK'nın liderlerinden Cemil Bayık'a teslim edileceğini söyledi.”

KARŞI ÇIKAN ÖLDÜRÜLDÜ

Dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ve JİTEM'in Doğu'yu kapsayan 4. bölgesinin komutanı Binbaşı Cem Ersever, Veli Küçük ile Ergenekon ekibinin kirli işlerini, Irak'a yapılan silah sevkıyatların çok iyi biliyorlar ve karşı çıkıyorlardı. Bu nedenle örgüt, Bitlis ve Ersever'i sevmiyordu. Daha sonra art arda ikisi de öldürüldü.

SAHTE RAPOR VERİLDİ

Güney'e göre senaryo şu şekilde işledi: Eşref Bitlis Paşa'nın öldüğü haberi ilk duyulduğunda Veli Küçük, Perinçek'e konu üzerinde çalışmasını söyledi. Bitlis'in uçağının 'buzlanma' sonucu düştüğü rapor edildi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'de bu yönde açıklama yaptırıldı. Veli Paşa'ya bunu sordum, 'Buzlanma oldu. Bunun altında bir şey aramaya gerek yok. Komutan'dan daha iyi kim bilir' cevabını verdi. Aslında Küçük, Doğan Güreş ve Hasan Kundakçı'yı sevmezdi. Olay böylece örtbas edildi.

Suikastı ABD'li kadına yıktılar

Veli Paşa daha sonra beni çağırdı. 'Bazı haberleri sızdıralım' dedi. Bir de 'Hemen bir kitap hazırlayın' talimatı verdi. Ben bu arada Akşam'da Elizabeth Shalgen aleyhine yayın yapıyordum. DEP'li il başkanları o dönem, ABD'ye gitmiş. Onları Cumhuriyet Senatosu'yla bu kadın görüştürmüştü.. Bu kadına saldırıyorduk. Sonra Veli Küçük bize Adana'daki Amerikan Konsolosluğu'nda ikinci konsolos olan Penikto'nun fotoğraflarını verdi. ABD'li subayların kamplardaki fotoğraflarını yayınladık. Aydınlık ısrarla, “Elizabeth Shalgen parmağı” diye haber yapıyordu. Küçük, beni çağırıyor, “Bak bir şey öğrendik. Bu Amerikalılar bizim Eşref Bitlis Paşa'yı öldürmüş” diyor ben de bunları Adnan Akfırat'a yazdırıyordum. Kadın hakkında Genelkurmay tahkikat başlattı. Ankara Shalgen'in geri çekilmesini istedi. Sonra ABD onu çekti.

Veli Küçük istemezse 'Yeşil' öldürülemez

Polis sorguda Güney'den “Yeşil, Veli Küçük'ten habersiz öldürülebilir mi, Ersever öldürülebilir mi” sözlerini açmasını istiyor. Güney şu cevabı veriyor: “Öldürülemez. Kimse yapamaz böyle bir şeyi. İşaret etmesi lazım. Veli Paşa'dan herkes korkar. Emekli olması hiç önemli değil. Perinçek'in gözünüzde anarşist olması önemli değil. Onun dava arkadaşı. Bir diğer arkadaşının başçavuş veya teğmen olabilir. Kurmay başkanıyla iş yapmaz ama teğmenle, işlerini yapardı. Onlar her zaman 'emret komutanım' derlerdi. Çünkü bir yüzbaşı, bir üsteğmen için Küçük ütopyadır.

Bayık'a 6 bin silah verildi

JİTEM subaylarının konteynırlarında 24 bin silah olduğunu söylediklerini anlatan Güney, “12 bini Barzani'ye, 12 bini Talabani'ye verildi. Kuzey Irak yönetiminin başbakanı Kosret Resul, 'Silahların 6 binini biz aldık' dedi. Resul, geri kalan altı bin silahın PKK liderlerinden Cemil Bayık'a teslim edileceğini söyledi. Bayık silahları almaya, İran'dan geldi. Dağıtımı Binbaşı Tamer yapıyordu. Bayık silahların TSK'dan geldiğini, işi Perinçek'in organize ettiğini çok iyi biliyordu.

Ersever'in ipi de çekildi

Güney, üç hafta gibi kısa sürede Adnan Akfırat imzasıyla yayınlanan Eşref Bitlis kitabında benzer detaylar olduğunu söylüyor. Güney'e göre önemli detaylardan biri de Ersever'in suikastta kullanıldığı idi. Küçük, Ersever'i hiç sevmiyordu. Sorun çıkaran adamların hesapları bir bir görülüyordu. Ersever'in öldürülmesi de bir dosya kapatmaydı. Hiçbir soruşturma olmadı. Ersever, ölmeden önce Veli Paşa'yla kavgalıydı. Veli Paşa İzmit'e gelmesini söyledi. Gelmedi. İki Irak subayı Türkiye'ye sığınmış. Ersever, 'Gönderme' talimatına uymayıp subayları iade ediyor. Örgüte, dolayısıyla Veli Paşa'ya dikleniyor. Başbakanlık Poligonu'nda öldürüldü. Kendisi hatalıydı, Veli Paşa söyledi, “Hatalıydı” dedi. Ersever, Bitlis Paşa'nın en has adamıydı. Kapıyı vurmadan giriyordu. Manipülasyonlar yapılmasaydı, Ersever konusunda Küçük suçlanacak tahkikat açılacaktı.

Fabrika patladı deliller yok oldu

Tuncay Güney'in polise verdiği ifadelere göre Kırıkkale Silah Fabrikası'nda meydana gelen patlamayla Veli Küçük ve ekibinin silah sevkıyatıyla ilgili deliller de yok edildi.

Güney şu bilgileri verdi: “Bence Irak'a, PKK'ya giden silahlar o kadar önemli değil. Veli Paşa, Karadeniz'den Elçibey'e (Azerbaycan) ve Çeçenistan'a giden silahlardan korkuyordu. TİKA olayı patlamıştı. Bu darbe olayı (Azerbaycan'da) patlamıştı. Veli Paşa'nın üzerine geleceklerdi. Ondan korkuyordu. Irak'takinden korkmaz çünkü Irak'ta ortalık çok karma karışık her şey birbirine girmiş. Ama Azerbaycan'da bu olmaz. Çünkü Elçibey'den sonra gelen Aliyev'le anlaşamıyorlar.” Güney, patlamayı Küçük'ün talimatıyla “Çevik Paşa yaptırdı” diye haberleştirdiklerini öne sürdü. Polisin “Diyelim ki Veli Küçük senden böyle bir talepte bulundu. Sen ne yapıyorsun” sorusunu Güney, “Aydınlık'a gidiyorum Doğu Bey ve Adnan Akfırat'a söylüyorum. Adnan hemen redakte edip kullanıyor. Sonra da basına servis yapıyoruz.” Polis bunun üzerine, “Peki patlama senaryosu nasıldı. Nasıl gerçekleştirildiğini yazdınız” diye soruyor. Güney'in cevabı şöyle oluyor: “Çevik Bir Albay, Lübnan'da PKK'lılarla Taşnak aracılığıyla masaya oturdu. Silahları sattı. Depodaki kaybın anlaşılmasını önlemek için de silah fabrikasına sabotaj yaptırdı.”

Kaynak: Yenişafak

22 Mayıs 2008 Perşembe

100 AKP GERÇEĞİ

RTE: “Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz.”

Not: Buradaki tüm maddeler, doğruluğu araştırılarak hazırlanmış, bu konuda hassas olunmaya çalışılmıştır.

İftiracı konuma düşmekten Allah’a sığınırız.

1. Başbakan Erdoğan bir Amerikan gazetesine yazdığı makalede Irak’a savaşmaya giden ABD’li askerlere dua etti:
“Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz.”
“We further hope and pray that the brave young men and women return home with the lowest possible casualties, and the suffering in Iraq ends as soon as possible.”
By Recep Tayyip Erdogan
The Wall Street Journal
March 31st, 2003

2. Dışişleri Bakanı Gül “Dünya barışı için, barışı korumak için, son 50 senede dünyada en çok Amerikalılar kendi çocuklarını feda etmişlerdir.”dedi. (http://www.milliyet.com/2006/05/16/siyaset/siy03.html)

3. Yirmibeş İslam ülkesinin sınırlarını değiştirip hepsini Irak gibi yapma projesi olan ABD kaynaklı BOP’la ilgili Sayın Gül’ün görüşü: “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygun. ABD ile hareket ediyoruz. Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek.” (http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=181295)
Not: Vatandaşlarımızın % 72’si BOP’u tehlikeli görüyor.(25.07.2004 – Yeni Şafak)
4. Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın diyor ki:
“Ben Avrupa’ya gittiğimde kiliseye çok giderim, büyük zevk duyuyorum.”
(II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri cilt:2 sayfa:375)

5. Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı yapılan Sayın Mehmet Aydın, İslam dinini Müslüman olmayanlara tebliğ etmeye ‘en DİNSİZCE hakarettir’ dedi:
“Bazı müslüman kardeşlerimiz diyor ki yahu bir fırsat düştü, müslümanlığı anlatalım hıristiyanlara; Allah belki hidayetini gösterir. (Diyalog çalışmalarında)… işin ucunda bilmem adam kazanmak, üye kazanmak varsa, açıkçası bu bir din mensubuna yapılacak en DİNSİZCE bir hakarettir.” (II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri cilt:2 sayfa:322)

6. ABD Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz: “Biz Irak’a müdahale konusunda tereddüt ediyorduk, Tayyip Erdoğan bize cesaret vermiştir.” (Irak işgalinden üç ay önceki Türkiye ziyareti esnasında yaptığı açıklamadan.)

7. Erdoğan, AJC örgütünden bugüne kadar “cesaret ödülü” alan 10 kişi içinde Yahudi olmayan tek kişi.
Tayyip Erdoğan’a “cesaret ödülü” veren “American Jewish Congress” (AJC) adlı kuruluş, WJC’ye bağlı. Theodore Herzl tarafından Dünya Musevilerini bir “ulusal yurda” kavuşturma amacıyla 19. yüzyıl sonunda kurulan “World Jewish Congress” (WJC) İsrail devletini kurmakla amacını gerçekleştirmiş bir Yahudi teşkilatıdır. Daha önce AJC tarafından 10 kadar kişi ödüle lâyık görülmüştü; bunlar arasında İsrailli veya Musevi olmayan tek kişi Tayyip Erdoğan. Listede İsrail’in önemli bütün başbakanları var. Türkiye başbakanına bu ödülün verilmesi de, verildiği mekân da anlamlı: HSBC bankasının New York merkezi… (http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2004/SUBAT/05/tkivanc.html)

8. Bush, Erdoğan’a “Sen ne harika bir adamsın” dedi. (You are a great man) Kasım 2004

9. Çeçenler Rusların dilinde terörist. Erdoğan 3 Kasım seçimi sonrası AKP genel başkanı olarak 170 kişilik heyetle ziyaret ettiği Rusya’da teröre karşı işbirliğinden söz etti.

10. Erdoğan genel başkan sıfatıyla gittiği Çin’de de şöyle dedi:
“Tek Çin anlayışını destekliyoruz. Çin’in toprak bütünlüğü konusunda Türkiye’nin herhangi bir tereddüdü yok, saygısı vardır. Terörün dini, milleti, ırkı olamaz.”
(Çin, işgal ettiği Doğu Türkistan’ı kendi toprağı sayıyor. Özgürlük mücadelesi veren 30 milyon Uygur Türkü kardeşimize de terörist diyor. Tayyip Bey’in sözü bu manada nasıl değerlendirilecek?)
(Tayyip Erdoğan, diline pelesenk olduğu üzere, Pekin’de de “Han, Mançur, Moğol, Doğu Türkistanlı, Tibetlisi ile Çin bir büyük mozaiktir. Bu da büyük zenginliktir” demeliydi (!) alıntı)

11. Yurtdışı turları ve ilginç temasların ardından Erdoğan, milletvekili oldu. Aradan dört buçuk yıl geçmesine rağmen AKP “Acil Eylem Planı”nı bile tatbik edemedi.

12. Kuzey Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçirildi. Buna ciddi hiçbir tepki gösterilemedi.

13.Üstelik ağır ve ciddi çuval olayı sonrası “ABD’ye nota verecek misiniz?” sorusuna başbakan şöyle veciz(!) bir cevap verdi: “Bu müzik notası değil. Öyle aklınıza her estiğinde verilmez. Ağırlığı ve ciddiyeti vardır.” (http://www.hurriyet.com.tr/agora/article.asp?sid=1&aid=2257)

14. Erdoğan’dan enteresan bir açıklama: “Amerika’nın düşündüğü Büyük Ortadoğu Projesi var ya, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi; Diyarbakır işte bu proje içinde bir yıldız, bir merkez olabilir. Bunu başarmamız lazım.”
(15 Şubat 2004, Kanal D, Teke Tek Programı) 18.02.2004. Hürriyet Gazetesi, sayfa: 20.

15. Sözde Ermeni Soykırımı meselesinde Dışişleri bakanlığı, yetersiz kaldı. Üstelik Sözde Ermeni soykırım yasasını kabul eden ülkelere yenileri eklendi: İsviçre (2003), Slovakya (2004), Hollanda (2004), Polonya (2005), Litvanya (2005), Arjantin (2006)…

16. 1 Mart Tezkeresi reddedilmesine rağmen, bir genelgeyle, ABD’nin savaş araç-gereçleri Türkiye üzerinden nakledildi.

17. İsrail’in talebiyle ve onun güvenliği için, kamuoyuna rağmen Lübnan’a asker gönderildi.

18. Başbakan Erdoğan, İspanya Başbakanıyla beraber Medeniyetlerarası İttifak(!?) eşbaşkanı oldu. (Medeniyetler arası ittifak, Dinlerarası diyaloğun diğer bir ismidir.Gösterilen tepkiden dolayı, medeniyetler arası ittifak ifadesi kullanılıyor.)

19. Başbakan Erdoğan, BOP’un da (Büyük Ortadoğu Projesi) eşbaşkanı oldu. İkinci başkan, Bush.

20. Erdoğan, Gül ve bakanların baskısına rağmen 1 Mart tezkeresine ‘hayır’ diyen milletvekilleri, 22 Temmuz seçiminde aday gösterilmediler.

21. Tezkereye ‘evet’ denmesini isteyen Erdoğan “Her zaman ‘hayır’da hayır yoktur. Rahat olun, gelişmeler kontrolümüzde” dedi.

22. Erdoğan, tezkere geçse de geçmese de ABD’nin harekatta kararlı olduğunu belirterek, Türkiye’nin 2003 yılı içinde 73 milyar dolar borç ödemesi olduğunu söyledi ve tezkerenin çıkmaması halinde Türkiye’nin ekonomik olarak çok sıkıntıya gireceğini ifade etti.
(Hatta Erdoğan’ın “Tezkereye hayır diyen, bana hayır demiş olur”… “Tezkere geçmezse memur maaşlarını ödeyemeyiz” dediği ifade edildi.)

23. Devlet Bakanı Ali Babacan, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ve Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, tezkerenin yararlarını sıraladı: “ABD ile her platformda stratejik ortaklığımız artarak gelişir.”
(Irak’a ve Iraklılara yapılanlar da mı?)

24. AKP önderleri tezkerenin geçmemesi durumunda olacakları da hatırlattılar:
“Tezkereyi reddetmemiz Müslüman ülkelerden destek bulsa da dünyada etkili bir güce sahip olan Yahudi lobisinin desteğini kaybederiz.”

25. Irak savaşında ABD’ye verilen destek, KREDİ pazarlığına dönüştü.
Bakanlar Kurulu toplantısı sırasında Başbakanlık’a giden Dışişleri Müsteşarı, ABD Büyükelçisi Pearson’ın getirdiği ABD önerilerini hükümetin onayına sundu. (http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=66614)
· Türkiye’nin asgari “6 milyar dolar hibe”, “20 milyar doları bulan kredi” ve “ticaret desteğini” içeren seçenek üzerinde durduğu, bu seçeneğin hibe bölümünü artırmak üzere pazarlık ettiği öğrenildi.
· 92 milyar dolarlık bir kayıp faturası gündeme getiren Ankara, 2003′te 25, sonraki dört yılda 15-17 milyar dolar desteğe ihtiyaç duyulabileceğini belirtti. ABD, Türk ekonomisini ayakta tutma güvencesi verdi.

26. CIA’nin işkence uçakları hava sahamızı ve hava limanlarımızı kullandı. (www.aksiyon.com.tr)

27. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül açıkladı: “Irak savaşında ABD , İncirlik’i kullandı ve buradan 4 bin 990 sorti gerçekleştirdi.” (Vecdi Gönül’ün “Los Angeles World Affairs Council” adlı kuruluşun düzenlediği konferansta yaptığı “Avrasya’da değişen güvenlik ortamı ve Türkiye’nin stratejik önemi” konulu konuşmasından.) AA

28. Erdoğan ve Gül, 29 Ekim 2004 tarihinde AB Anayasası’nı imzaladılar. Nerede? “Bütün Türkler yok edilmeden Hristiyan dünyası rahat etmeyecek.” diyen Papa Cixtus’un (1585-1590) heykeli altında, manevi huzurunda…

29. AB müzakere haberi, Kızılay’da gündüz gözüne havai fişeklerle kutlandı.

30. Erdoğan “Küresel sorunlarla mücadelede dünyanın ABD’ye ihtiyacı olduğunu; Türkiye ile ABD’nin temel hedeflerinin örtüştüğünü” söyledi. (http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2005/HAZIRAN/11/p01.html)

31. AKP milletvekili Ömer Çelik, kadınları tecavüze uğrayan ve ülkesi işgal edilmiş Iraklı direnişçilere: “Katiller sürüsü!” dedi. (21.08.2004 – Vakit)

32. Erdoğan’ın danışmanı Cüneyd Zapsu, Amerikalılara Tayip Erdoğan hakkında, “Bu adamı kullanın!” dedi.
İşte American Enterprise Institute adlı düşünce kuruluşundaki konuşmanın teyp kaydı:
This man is an honest man. And he has his own beliefs and he is true to his beliefs. Please try to… I’d say “exploit”(sömürmek,istismar etmek, kendi çıkarına kullanmak) is a bad word, but kullanmak or use… (Zapsu burada Türkçe kullanmak sözcüğünü telaffuz ediyor ve İngilizce nasıl denir anlamında dinleyicilere bakıyor ve bir Türk dinleyicinin hatırlatması üzerine sözlerine devam ediyor) take advantage of this man. Because this person has so much credibility, because of his own beliefs in the Muslim world and he believes in the Western style democracy. I think instead of pushing him down, putting him to the drain, use… Here and in Europe you should take advantage of that. This is my offer… (http://www.milliyet.com.tr/2006/04/12/siyaset/axsiy02.html)

33. En büyük ortaklarından biri Yunan Kilisesi olan National Bank af Greece(NBG), ülkemizden banka satın aldı. ( Fakat aynı Yunanistan, Ziraat Bankası’nın Atina’da şube açmasına izin veriyor mu?)

34. Başbakan Erdoğan; “etnik, coğrafi ve dini temele dayalı ekonomik birliktelikleri, küreselleşme sürecinin reddettiği bir durum olduğu için, doğru bulmadığını” söyledi.Etnik denilen: Orta Asya Türk Devletleri. Coğrafi denilen: Komşularımız. Dini denilen: İslam Ülkeleri… (AB ile ABD bize yeter denilmek mi isteniyor?)

35. 4928 No.lu ve 15.07.2003 tarihli Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’da ‘cami’ kelimesi ‘ibadethane’ olarak değiştirilerek apartman kiliselerinin önündeki yasal engel kaldırıldı.
(25173 sayılı Resmi Gazete - Yayın tarihi:19 Temmuz 2003 Cumartesi)

36. Van Akdamar Kilisesi’nin onarımını Başbakan gizlice denetledi. ( Peki ama niçin gizli?..)
Erdoğan, Hakkari’den Van’a gelirken beklenmedik bir şekilde Van Gölü üzerindeki Akdamar Adası’na indi. Görevli bekçinin dışında hiçbir yetkilinin bulunmadığı adaya konan helikopterden inen Erdoğan ve beraberindeki bakanlar, Ermeni Kilisesindeki restorasyon çalışmalarını inceledi. Hakkari’den havalanan diğer 2 helikopter, Van Ferit Melen Havaalanı’na inerken protokol üyeleri bir süre Erdoğan’ın içinde bulunduğu diğer helikopteri bekledi.
(Yetkililer, Başbakan’ın Akdamar Adası ziyaretiyle ilgili ısrarlı soruları cevapsız bıraktı.) 21.11.2005
· Bu denetlemeden 16 ay sonra (Kur’an Kursu yıkımından 5 gün önce), onarılan kilisenin açılışı gerçekleştirildi.
3 yıl süren bu kilise tamiratının yaklaşık 3milyon YTL’ye (3 trilyon lira) mal olduğu belirtildi.

37. “Kur’an Kursu Yıkımı” ülke tarihinde bir ilk oldu.
Tarih: 3 Nisan 2007 ( Mevlid kandilinden 3 gün, Akdamar Kilisesi açılışından 5 gün sonra…)
Yer: Kasımpaşa ( Sayın Erdoğan’ın mahallesi…)
· Yüzlerce polisin hazır bulunduğu yıkımda cemaate biber gazı sıkıldı.
· Yıkımı Beyoğlu Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekipleri yaptı.
· Büyük Piyale Kur’an Kursu, “yürütmeyi durdurma kararına rağmen” yıkıldı.
(30 günlük yürütmeyi durdurma kararı: İstanbul 5. İdare Mahkemesi. Esas No: 2007/647)
· Tüm ısrarlara rağmen yıkım için okullar kapanana kadar (2 ay) beklenmedi.

38. Kur’an Kursu Yıkımına şöyle gelindi:
· “Piyalepaşa Câminin etrafının açılması için Anıtlar Kurulu’nun kararıyla kursun kaldırılacağı” bildirildi.
· Dernek mensupları, aylar süren koşturmacayla ilgililerle görüştüler. “Bu kursta 1959’dan beri binlerce talebeye hizmet verildiğini, yıkımın yanlış olacağını, kendilerine proje ve imkân verilirse, kursu, câminin mîmârî yapısına uygun hale getireceklerini” söyledilerse de kabul ettiremediler.

39. Yıkımla ilgili tavırlar gittikçe sertleşti. Önce çözümden bahseden Bakan Mehmet Ali Şahin sonra tavrını değiştirdi. Zira parmaklar yukarıları işaret ediyordu. Şöyle ki:
· Dernek mensupları, vakıfların kendisine bağlı olduğu Bakan Mehmet Ali Şahin’le görüştüler. Bakan Bey, derhal İstanbul Vakıflar Bölge Müdürü’yle görüştü. Görüşme bittikten sonra da dernek mensuplarına, “Kur’an kursunun yıkımının yanlış olacağını” söyledi ve “Rahat olun” deyip uğurladı.
· Ancak Bakan Bey, daha sonra İstanbul’a bir geldiğinde, “Kur’an kursu binasının câmiyi kapattığını” söylüyordu.

40. Kur’an Kursunu yıkanlar, kursun kaçak olduğunu söyleyerek kamuoyunu yanılttılar. “Derneğe başka bir yer gösterdik kabul etmediler ” yalanını söylediler. İşte o yerler (!):
· Sinan Paşa Câmii’nin avlusundaki tamamlanmamış bina.
(Hem burası hakkında da yıkım kararı vardı; hem de yıkımdan sonra burayı da vermeyeceklerini söylüyorlardı)
· Kulaksız’daki Okçular Tekkesi ile Okçular Tekkesi’nin yanındaki top sahası.
(Bu iki yer daha önce Beyoğlu Belediyesi’ne verilmişti. Belediye “Buraya çivi bile çaktırmam” diyordu.)
· Sütlüce’deki Elif Tekkesi (Büyükşehir Belediyesi burayı da kesinlikle vermeyeceğini söylüyordu.)

41. Kur’an Kursunu yıkanlar KUL HAKKINA ne kadar dikkat ettiklerini göstermiş oldular.
Çünkü Kur’an kursunun bulunduğu vakıf arsası, dini ilimlerin okutulması için vakfedilmişti.
Vakfın dini hükmü şudur : Bir yer, ne şartla vakfedildiyse kıyamete kadar o iş için kullanılır.Vakfedenin istediği şart, Allah’ın emri gibidir… Bu vebalin altından kim kalkabilir?
Yıkılan Kur’an kursunun ne için yapıldığı hakkında tarihi kayıt: “Piyale Mehmed Paşa; cami, medrese, tekke, sıbyan mektebi, türbe, çarşı, hamam ve sebilden kurulu bir külliye yaptırmıştır.” (Beyoğlu Belediyesi Web Sitesinden)

42. İçişleri Bakanlığı’nın emri ile, Papa Jean Paul’ün ölümü dolayısıyla tüm yurtta bayraklar yarıya indirildi. İçişleri Bakanlığı, 8.4.2005 Cuma günü tüm resmi dairlerde gündoğumundan-günbatımına bayrakların yarıya indirilmesini istedi.
Emir örneği için: (http://www.istanbul.gov.tr/images/docs/emir.doc)
· Papa için Rusya’da bile bayraklar yarıya inmedi (!?) (Ortodokslar ya, o yüzden indirmemişlerdir…)
· Diyanet İşleri Başkanımız vefat etse hangi ülke bayrağını yarıya indirir?
· Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanı vefat etse AKP bayrakları yarıya indirtir mi?
· Laik bir ülkede müslümanlar aleyhine Papa için bu ayırım niçin yapılır?
· Milli sembolümüz olan bayrağımızın yalnızca bir dinin ruhani lideri için yarıya indirilmesi, o dini kayırma anlamı taşımıyor mu?

43. Yeni Papa 16. Benedict’in sevgili Peygamberimiz’i eleştiren sözlerine ciddi bir karşılık verilmedi.
· “Muhammed kılıçla din yaymaktan başka ne yapmıştır…” sözünün alıntı olduğunu söyleyen papaya, hiçbir yetkilimiz “SAYIN PAPA, ÖYLEYSE PEYGAMBERİMİZLE İLGİLİ SİZİN GÖRÜŞÜNÜZ NEDİR?” diyemedi.

44. Önce Papa’yla görüşmeyeceğini söyleyen Başbakanımız, aksine Papa’yı uçağın merdivenlerinde karşıladı.

45. Erdoğan, “Yahudi karşıtlığı utanç verici bir akıl hastalığının tezahürüdür, katliamla sonuçlanan bir sapkınlıktır” dedi. (http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2005/HAZIRAN/11/p01.html)
Sorulmaz mı: İslam karşıtı papayı düşmanca konuşmasının ardından uçak merdiveninde karşılamak nedir?

46. Orman Bakanı Osman Pepe’nin danışmanı Tacettin Ural, yazmış olduğu kitaba “Papa Bir Puttur” ismini verdiği için bizzat Bakan tarafından istifa ettirildi.

47. AKP iktidarı, Danimarka’da yayınlanan ÇİRKEF KARİKATÜRLERE gereken tepkiyi gösteremedi.

48. Eyüp Belediyesi’nin Pierre Loti Kahvesinin bulunduğu tepeye “Eyüp Sultan Tepesi” adı verilmesi teklifi, Büyükşehir Belediye Meclisi ve Kadir Topbaş tarafından reddedildi. (14.02.2007 – Zaman)

49. Kapalıçarşı’da, Başkan Topbaş’ın misafiri yabancı belediye başkanlarına ilahi eşliğinde içki ikram edildi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, ev sahipliğini yaptığı 4. Dünya Belediye Başkanları Zirvesi’nde toplantıya iştirak eden belediye başkanlarına 14.04.2007’de Kapalı Çarşı’da yemek verdi.
Birlikte Yaşamak Konseri adı altında ‘Demedim mi demedim mi? Gönül sana söylemedim mi?’ ‘Allahu Allah’ ve ‘Aşkın Ateşinde Yanalım Dost Dost’ isimli ilahiler söylenirken içkiler de su gibi aktı.
İslam ülkelerinden gelen Suudi Arabistan’ın Uhud Belediye Başkanı, İran’ın Tebriz Belediye Başkanı, Sudan, Nijerya, Endonezya gibi ülkelerden gelen belediye başkanları yemeklerini tamamlamadan Kapalı Çarşı’dan ayrıldı.

50. Erdoğan 2002 seçimi öncesi Of’ta şöyle dedi: “Türkiye’de 30’a yakın etnik grup ve 4 hak dine mensup herkesi kucaklıyoruz”. (http://www.yenisafak.com/arsiv/2002/temmuz/12/p3.html)
Erdoğan birden fazla hak din ifadesini 3. Din Şûrâsı’nda da tekrarladı: “Bütün gerçek din ve inançlar, insanlığı hayra, iyiliğe, güzelliğe çağırmıştır.” (21/9/2007 Vakit)
(Halbuki Kur’an’a göre tek hak din İslamdır. Bütün peygamberler İslam peygamberidir.)
Kur’an’da Hz. İbrahim için “Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir MÜSLÜMANDI” deniyor. (Âli İmran, 67)
Yine Şûrâ Suresi 13. ayette İbrahim, Musa ve İsa peygamberlere gönderilenle peygamberimize gönderilen dinin aynı olduğu ifade edilmektedir. Birden fazla hak din olduğu söylense de: “Allah katında din İslam’dır” (Âli İmran, 19)

51. Antalya’da Dinler Bahçesi açıldı. (Aralık 2004)

52. Şanlıurfa’ya da “Dinler Parkı” açmaya kalktılar. Urfalıların Dinler Parkı’na tepki göstermesi üzerine proje “Halepli Bahçe” adıyla değiştirildi.

53. Müslümanları belirli mahfillere şikayet eden Tayyar Altıkulaç’ı milletvekili ve TBMM Milli Eğitim Komisyonu başkanı yaptılar. (Altıkulaç’ın şikayetlerinin yer aldığı belge: Kenan Evren ve Konsey üyelerine sunulan Diyanet İşleri Başkanlığı Brifingi 1981, sayfa:77-80.)

54. İslami cemaatlerden kopan ve onlarla mücadeleye girişen bazı kişiler seçimlerde liste başı yapıldı. Hemde seçmen desteği olmamasına rağmen ve kitleleri küstürmek pahasına.
Bunlardan bazıları, aday adayı dahi olmadıkları şehirlere kontenjandan yerleştirildi.
Bu adayları istemeyenler; telefon, faks, mektup yoluyla tepkilerini AKP genel merkezine iletti; ama nâfile…

55. Camilerden elektrik ve su parası alınmaya başlandı. ( Oysa kiliseler bu parayı ödemiyor. )
İlginç olan, önceki hükümetlerin çekindiği bu uygulamaya AKP’nin 2005 yılında başlaması.
Derneği olan camiler, şu anda faturalarını ödemeye çalışıyor. Peki kiliseler ibadethane değil mi, niçin ödemez?

56. Yüzlerce talebe yurduna mülkiyetine bakılmasızın el koymak için yasa teklif edildi. Vakıf, dernek, hatta şahsa ait binaları işgal anlamına gelen korkunç maddeyi, tepkiler üzerine tasarıdan çıkarmak zorunda kaldılar.
( Tasarı yasalaşsaydı bu YURTLARI boşaltmayan kişi ve dernekler, mülki idare tarafından 3 ay içinde tahliye edilecekti.) (www.basbakanlik.gov.tr/docs/kkgm/kanuntasarilari/101-1262.doc) “Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” Madde 35
· Bu yasa teklifini cumhurbaşkanlığı ile ilgili MAĞDURİYET EDEBİYATI’na sebep olan süreçte verdiler.
(Birileri (!) AKP ile uğraşırken, “Bildiri mağduru(!) AKP”nin vazifesi dindar kesimle uğraşmak mı olmalıydı?)

57. AKP, gömleğini çıkardığı Milli Görüş’ü de terör listesine almıştı. ( Tabii ki yanlışlıkla!)
4 Nisan 2003 Cuma günü hükümet, “Türkiye-Almanya Arasında Terörizm, Örgütlü Suçlar ve Büyük Önemi Haiz Suçlarla Mücadelede İşbirliği Anlaşması”nı onaylanmak üzere Meclis’e sevk etti.
11 maddelik bu anlaşmada “Milli Görüş Teşkilatı” terörist örgütler arasında sayılıyordu.
Almanya Federal Cumhuriyeti (AFC) İçişleri Bakanı Dr. Otto Schily’nin 3-4 Mart 2003 tarihindeki Ankara ziyaretinde bu anlaşma karşılıklı imzalanmıştı. (Bir bakanımız, anlaşmayı okumadan imzaladığını söyledi.)Eh, gözden kaçmış…

58. Genelkurmay başkanı Özkök “İslam devleti de, İslam ülkesi de değiliz” dedi.
Başbakan yorumladı: “Kendi düşüncelerini söylemiş.” (Ama başbakanımız kendi görüşünü açıklayamadı.)
(Harp Akademileri Komutanlığı Yıllık Değerlendirme Konuşması, 20 Nisan 2005, Hilmi Özkök)

59. Erdoğan, yeni AKP genel merkezindeki motiflerin Yahudi sembollerine benzediğini kabul etti:
“Ankara Selçuklu medeniyetinin yansımaları olduğu bir ilimiz. Ayrıca Osmanlı’dan da mimari uslüba bağlı kaldık, bunun yanında cumhuriyet çizgilerini katarak bu hale getirdik. Selçuklu yıldızları, Yahudi yıldızlarını da çok andırıyor.”
(http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=248953)

60. AKP’li Belediye Başkanı Kadir Topbaş: “Ayasofya turizme açılmış, tekrar camiye çevirelim demek gereksiz bir polemik.” dedi. (29 Şubat 2004 – Pazar Postası)

61. Erdoğan, Rotaryen toplantısına katılan ilk başbakan oldu.
· Ali Babacan da masonik bir kuruluş olan Bilderberg toplantısına katıldı.
Vakit Gazetesi, 17.05.2003 (Yorum yok; çünkü orada neler konuştuğunu bilmiyoruz…)

62. ‘AKP, sulandırılmış İslam projesiyle geldi’ iddiasını haklı gösteren bir olay:
Başbakanın başdanışmanı Cüneyt Zapsu’nun eşi, kadın-erkek aynı safta namaz kıldı.
Beyza Zapsu “Cuma’yı ben kıldırayım. Türkiye’de bir ilk olsun.” dedi.

63. Türkiye’de ilk defa Siyonizm konferansı yapıldı. Theodor Herzl, Milli Kütüphane’de anıldı. (7.12.04 – Vakit)

64. AKP’li belediye başkanı Kadir Topbaş, Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Masonlar Locası’nın toplantısına katıldı. (14.12.2004 – Vakit)

65. Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Masonlar Locası’nın üstadı Asım Akin 22Temmuz’da AKP’yi destekleme emrini masonlara tebliğ etti. Bu, uluslararası bir talepti. İşte masonların gerekçeleri:
“Şayet AKP’nin önü kesilirse, sıcak para ülkeyi terk eder ve ekonomik kriz gündeme gelir.” (http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=6721)

66. AKP’li Bülent Arınç, Rotaryanlara “Siz veren elsiniz, öpülecek elsiniz” dedi. Rotary rozeti takan Arınç, plaketini 2430. bölge Guvernörü’nün elinden aldı. (18.052003 – Vakit)

67. Türkiye Ermenileri Patriği II. Mesrob, 22 Temmuz seçimlerinde AKP’yi destekleyeceklerini açıkladı. (http://www.yenisafak.com.tr/politika/?q=1&c=2&i=48782&Ermeni/Cemaati/se%C3%A7imlerde/Ak/Partiyi/destekleyecek)

68. AKP’li Beyoğlu Belediyesi tarafından hazırlanan “Kültürleri Buluşturan Kent 22” adlı kitapta, alkollü içki teşvik ediliyor. (18.02.2004 - Vakit)

69. Umuma açık içkili yerlerin okullara uzaklığı 200 metreden 100 metreye indirildi. Turizmi teşvik kapsamında olan yerlerde ise mesafe şartı aranmayacak. (4.4.2004 – Türkiye)

70. AKP’den bir ilk: Gay ve Lezbiyen Filmleri Festivali’ne onay verildi. (27.09.2004 –Vakit)
“Outistanbul 1. Uluslararası İstanbul Gay ve Lezbiyen Filmleri Festivali”

71. Aile Sağlığı adı altında bazı okullarda “eşcinsellik” dersi verildi. Tepki gelince uygulama durduruldu. (16.03.2007 – Zaman)

72. Türkiye’nin ilk eşcinsel oteli açıldı. (31.05.2007 – Posta)

73. AB mevzuatına uygun Türk Gıda Kodeksi yayınlandı. “Çiğ Kırmızı Et ve Hazırlanmış Kırmızı Et Karışımları Tebliği” Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. (http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/4716801_p.asp)
· Domuz ve yaban domuzu kasaplık hayvanlar arasına alındı.

74. AKP’nin meclisten geçirdiği TCK’nın 230. maddesi: “Aralarında evlenme olmaksızın dini nikah yapanlar, 6 aya kadar hapisle cezalandırılırlar.” (2004)
· Peki ya nikahsız yaşayanlar? Cezası yok, çünkü: “Zina suç olmaktan çıkarıldı.” (2004)
· Iğdır valisi açıkladı: “Fuhşun suç sayılmaması ve yaygınlığı yüzünden namuslu kadınlarımız neredeyse sokağa çıkamaz hale geldi.” (23.11.2005 – Vakit)

75. Başbakan “Çocuğum işsiz” diyen vatandaşı “Senin çocuğun da işsiz kalsın! Otur, otur! Bana kişisel sorunlarını getirme…” diye azarladı. (AKP Keçiören İlçe Kongresi) http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=182616
· “Lan…Sus…Hadi ananı al git buradan!” diyen başbakanın arkadaşları da benzer üslupla konuştular:
Tarım Bakanı, çiftçilere hitaben: “Gözünüzü toprak doyursun.”dedi.
Maliye Bakanı: “Babalar gibi satarım.”dedi.
AKP Urfa Milletvekili, sel mağduru vatandaşı şöyle azarladı: “Fazla konuşma!”

76. Zaman zaman “Savcılar ne güne duruyor?” diye yakınan AKP yönetimi, Şemdinli davası savcısını harcadı. (Adalet Bakanı tarafından HSYK’ya sevk edilen savcı Sarıkaya, meslekten ihraç edildi.)

77. Erdoğan’ın talimatıyla 2006 yılında yargıç ve savcılara %50’ye varan oranlarda zam yapıldı. (Asgari ücretliler “AKP çekindiği kurumlara mı zam yapıyor?” diye sormaya başladı.)
· Daha yakınlarda AKP’ye gereken teşekkürü(!) yapan Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu’yu arayan Bülent Arınç zam müjdesini şöyle vermişti: “Tasarı hazırlandı. Komisyonlardan hızlı şekilde geçirilip, en kısa sürede Genel Kurul’dan geçirilecek.” (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/4495113.asp?m=1&gid=69)

78. Başbakan Erdoğan, İHL ve meslek liseleri hakkında “Biz hükümet olarak bu bedeli ödemeye hazır değiliz” dedi.
Birlik Vakfı’nca İstanbul Grand Cevahir Oteli’nde düzenlenen ‘Meseleler ve Çareler’ konulu sempozyum. (http://arsiv.sabah.com.tr/2004/07/04/siy105.html)

79. Din Kültürü kitaplarına Hz.Musa’nın, Hz. İsa’nın ve Sevgili Peygamberimizin resimleri kondu. (2004)

80. Din Kültürü kitaplarında mezhep sayısı 4’ten 5’e çıkarıldı.
(Bakınız: Orta Öğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitabı 11. Sınıf, MEB Yayınları, İstanbul-2006, sayfa 65, İslam Düşüncesinde Ameli-Fıkhi Yorumlar)

81. Din Kültürü kitaplarına göre, mezheplere gerek yok.
(2005’ten beri okutulan 8. sınıf Din Kültürü Kitapları, Dinde Anlayış Farklılıkları/Mezhepler bölümü.)
Bazı kitaplarda bu görüş yumuşakça (!) ifade edilse de ilköğretim öğrencisinin kafasını karıştırmaya yetiyor.

82. Okullara gönderilen genelge ile Kuran-ı Kerim’de geçen bazı kelimelerin kullanılması yasaklandı: cemaat, cihad, fetva, halife, hicret, imam, imamet, kafir, medrese, mücahid, mümin, münafık, şehadet, şehit, şeriat, şirk, tağut, tebliğ, tekke, tevhid… Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı’nı sözkonusu genelgeyi göndermekle görevlendirdi. (http://arsiv.sabah.com.tr/2005/01/13/gnd106.html)

83. Sekizinci sınıf Din Kültürü kitabının namaz tarifinde, bayanlar için “başı yarı açık” resim kullanıldı.
Aynı kitabın 91. sayfasında cemaatler için : “Bunlar tarikatlar gibi insanların din ve vicdan özgürlüğünü, ulusal birlik ve beraberliğini ortadan kaldıran gruplardır” ifadesi kullanıldı.

84. Bazı köylerde ilköğretim 1. sınıf öğrencilerine dağıtılan okuma-yazma öğreniyorum kitaplarında 13 ve 15. sayfalarında haç işareti bulunan, 3 çocuğun kilisede aldığı eğitimi ve kilise dualarını gösteren fotoğraflar kullanıldı. (MEB-TTKB’nin 12.07.2004 tarih / 115 sayılı onayını taşıyan AB destekli bu kitaplar, ücretsiz dağıtıldı.)

85. 2005’te onaylanan 5. sınıf Din Kültürü kitaplarında “Kelime-i Tevhid, Lailâhe illallah’tır” deniyor. (“Muhammedur-rasûlullah” ifadesine yer verilmiyor.)
(AB projelerini ve ders kitaplarındaki değişimi düşündüğümüzde “Muhammedur-rasûlullah” bölümünün yazılmaması, her şeyi anlatıyor. “Muhammedur-rasûlullah” ifadesi; Hz. Muhammed’in Allah’ın rasulü olduğunu söyleyen Müslümanları, Hz.İsa’yı rab ve oğul kabul eden Hıristiyanlardan ayırır. Bunu kaldırmak hangi düşünceden ileri gelir?)

86. Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in başörtüsü sorununa bakışı:
“Başörtüsünü sorun sayanların sayısı yüzde bir buçuktur. Halk hangi konuların öncelikle çözülmesini istiyorsa biz hükümet olarak bu sorunlara odaklandık. Bizim gündemimizde halkın sadece yüzde 1,5′inin gündeminde olan bir konu öncelikli olarak yoktur. Olması siyaseten de yanlıştır.” 24.05.2006 – Milliyet (http://www.milliyet.com.tr/2006/05/24/resim/birincisayfa.jpg)

87. Erdoğan, başörtülüleri 3-5 ağaca benzetti: “Yani burada bizim bireysel özgürlük anlayışlarımız eğer genel özgürlük anlayışının önüne çıkarsa herhalde yanlış yaparız diye düşünüyorum. Geneli kucaklamak durumundayız. Ormanı düşünelim, oradaki birkaç ağacı değil. Birkaç ağaç üzerinden hareket edersek yanlış yaparız. Nitekim Türkiye’de yapılan kamuoyu araştırmalarının bu konudaki neticeleri çok açık net ortadadır.”
(http://www.akpgercegi.com/category/basortusu/)

88. Urfa’dan Ankara’ya yürüyen başörtü mağdurları Meclis’e girerken ‘terörist’ muâmelesi gördü. Üç kişilik heyet, polis tarafından ayrı bir odaya alınarak üzerlerindeki paradan çoraplarına kadar arandı. (6.1.05–Vakit)

89. MEB’e bağlı Yurt-Kur’un başörtülü ve sakallı fotoğraf veren öğrencilere burs vermeyeceği açıklandı. (09.10.2006 – Vakit)

90. AKP’li Kuşadası Belediyesi, hediyelik eşya dükkânı açmak isteyen bayana, başörtülü fotoğrafla başvurduğu için ruhsat vermedi. (http://www.stargundem.com/news/11299.html)

91. Meclis kitabında dedesinin sarıklı fotoğrafını gören AKP milletvekili: “Benim dedem sarık takmazdı; aydın bir insandı” dedi. (01.05.2004 – Vatan) (Sarığı karanlık sembolü görenler, başörtüsü için ne düşünür?)

92. Bülent Arınç: “Başörtü meselesi bizim namus meselemizdir. Bu sorunu çözmek bizim namus borcumuzdur.” demişti. (Kahramanmaraş mitingi – 2002)
· Arınç:“Başörtüsü sorunu çözülecektir; ama demokrasi çerçevesinde ve zamanı geldiğinde.”(28.12.04– Vakit)

93. Başbakana örtü mağdurlarından mektup: Sözünüzü tutun. (23 Nisan 2004 – Vakit) (Bu mektuba hâlâ cevap verilmedi.)

94. Öğrenci affı getirildi. Yani zamanında başını açmadığı için okullarını bitiremeyenlere bir fırsat (!) tanındı. Peki nasıl mezun olacaklardı. Erdoğan, sorunu çözdü: “Peruk taksınlar girsinler.” (www.haber7.com/haber.php?haber_id=237241)

95. Abdullah Gül, YÖK’ün kurucu başkanı olan ve üniversitelerde başörtüsü yasağını başlatan İhsan Doğramacı’ya 2007 Meclis Onur Ödülü verilmesini teklif etti. (17.02.2007 – Zaman)
Bülent Arınç da Doğramacı’ya telefon ederek ödülün kendisine verileceğini müjdeledi.
· Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Gül’ün teklif ettiği ödül, daha sonra Gül tarafından takdim edildi. (http://www.sabah.com.tr/2007/05/31/haber,06DCCD2256774F55BD39882429EF5F05.html)
96. Şubat 2003’te “Benim bu davayı geri çekmem bütün kadınlara hakaret olur” diyen Hayrunnisa Gül, bir yıl sonra AİHM’deki başörtüsü şikayetini geri çekti. (3 Mart 2004 – Vakit)

97. Abdullah Gül, Ahmet Vakur Gökdenizler’i Denizcilik-Havacılık genel müdür yardımcılığından büyükelçilik statüsüne yükselterek Montreal’e daimi temsilci olarak atadı. (30.10.2006 – Vakit) Adı pek çok skandala karışan bu kişiyi hatırlayalım: A.Vakur Gökdenizler, 1999’da Merve Kavakçı’nın ABD vatandaşı olduğunu Dallas Göçmen bürosundan öğrenerek yıldırım kriptoyla Ankara’ya bildiren kişidir.

98. Başbakan Erdoğan: “Başörtüsü konusunda hiçbir yerde, kimseye söz vermedim. Vaat etmediklerimizi, vaat edilmiş gibi gösteren, provake edenler var.” dedi. (www.gazetevatan.com/root.vatan?exec=haberdetay&tarih=05.04.2005&Newsid=50529&Categoryid=3)

99. Başörtüsü sorunuyla ilgili vaadi olmadığını açıklayan Başbakan, Fener Rum Patriği’ne söz verdi: “Bütün sorunlarınızı çözeceğiz.” (11.12.2004 – Vakit)

100. Yüz maddeye sığmayan A’dan Z’ye diğer gerçekler:
A. Yabancılara toprak satışına izin veren yasa çıkarıldı. (Dikkat: Ev, daire, bina değil; arazi satılıyor.)
B. Erdoğan, çocuk katiline “Sayın” dedi.
C. Dışişleri Bakanlığı, Ebu Garip cezaevinde işkence gören Türkler ve diğerleri için harekete geçmedi.
Ç. Şimon Peres “AKP, Türk lokumu” dedi. (http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/09/02/515570.asp) Demek onlara göre öyle.
D. Devlet bakanı Kürşat TÜZMEN bir defile sonrası F. LOPES isimli kadınla kadeh tokuşturup şarap içti (10.02.2077 – Posta) Not: Bakan içki başında, başı örtülü öğrenciye öğretim yasak.
E. ATO raporuna göre son 4 yılda, yıllık ortalama 546.000 dosya, zaman aşımından düştü. (AKP’nin A’sının resmidir…)
F. Yasaklar devam ediyor:a- Başörtüsü yasağı, b-12 yaşından küçüklere Kuran öğretme yasağı…
G. AB hatırına Mardin-Midyat Bardakçı köyünün camisini kiliseye çevirmeye kalktılar.
Ğ. Kuzey Irak yönetimi AKP’yi zor durumda bırakmamak için 22 Temmuz seçimine kadar sessiz durma kararı aldı.
(İlnur Çevik ve bölgede görev yapan gazeteciler bildirdi.)
H. AKP 22 Temmuz seçim beyannamesine Başörtüsü, YÖK ve terörle mücadeleyi almadı.
I. 273 üyeli İsrail Dostluk Grubunun 173’ü AKP milletvekiliydi.
İ. Bazı AKP milletvekilleri, yolsuzluklara tahammül edemediklerini söyleyerek partilerinden ayrıldı.
J. Kıbrıs için “Çözümsüzlük çözüm değildir” diyen başbakan, “toplumsal mutabakat” diye bir şey uydurup başörtüsünü
çözümsüz hale getirdi.
(Başbakanın bizim icadımız dediği “Toplumsal mutabakat”, cumhurbaşkanlığı seçiminde kullanılamadı.)
K. Misyonerliğe yasal izin verildi. (AKP’nin gerekçesi Misyonerlik faaliyetlerini denetim altında tutmakmış…)
L. Bazı müftülüklerde ilk defa orkestra eşliğinde “Kutlu Doğum” Konserleri(!) düzenlendi.
(Vatandaş sordu: Peygamberimiz bu toplantılara katılır mıydı?)
M. Ezan sesinin kısılması için genelge yayınlandı.
N. Uygun görülen yerlerde Cuma namazının son 6 rekatı kıldırılmıyor. Yer yer bu konuda kavgalar oldu.
O. Kuran öğrenimi yasağını TCK’ya koyarak; dedelerin, ninelerin torunlarına Kuran okutmasını yasak saydılar.
Ö. Bir yandan özelleştirme yapılırken bir yandan da belediye şirketleriyle yeni KİT’ler oluşturuldu!
P. Ülkemizdeki yabancı şirket sayısı 3’e katlandı.
R. Borçlu vatandaşlarımızın sayısı 4,4 kat arttı.
S. Köylüler, çiftçiler, fındık üreticileri… protesto mitingi yapacak derecede mağdur edildi.
Ş. Ülkemizin toplam borcu (iç-dış), dolar bazında 2 katına çıktı.
T. Bankacılık sektörünün % 51’i yabancıların eline geçti.
U. Resmi açılışlar ve devlet törenleri, AKP seçim mitinglerine dönüştürüldü.
Ü. “Kuraklık destek” haberini, seçim meydanından Dışişleri Bakanı açıkladı.
V. Erdoğan, parti mitinglerine başbakanlık uçağı ile gittiği için tepki çekti.
Y. 5 senedir garibanların başörtüsü için toplumsal mutabakatı bekleyen iktidar mensupları, sıra kendi eşlerine ( Cumhurbaşkanlığı seçimine) gelince bunun demokratik hak olduğunu hatırladılar.
Z. Babası dışişleri bakanı olmayan kızlar, mezuniyet törenlerine başörtüsü ile katılamadı…

Kategoriler

"Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir... Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir… Türk milletinin tarihi bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır..."
Mustafa Kemal ATATÜRK