31 Aralık 2009 Perşembe

ÖZEL HARP'İN GİZLİ BELGELERİ

Ergenekon sanığı Emek'in evinde bulunan belgeler, Arınç'a suikast iddialarının ardından günlerdir arama yapılan Seferberlik Tetkik Kurulu'nun hem askerleri hem de sivilleri fişlediğini ortaya koyuyor.

“Kendisine gösterilen belgenin PKK terör örgütü, DHKP/C, TİKKO, Nakşibendi ve benzeri grup ve örgütlere yönelik istihbari bilgiler doğrultusunda yapılan bir çalışma olduğunu, tamamen görevli olduğu süre içersinde yaptığı görevlerden birisi olduğunu, yine kendisine gösterilen dokümanın kendisine bağlı görevlilerin yapmış olduğu çalışmalarla ilgili raporlar olduğunu, çalışması sırasındaki rutin görevlerden birisi olduğunu (söyledi).”
Eskişehir’de silah ve mühimmatla yakalanan Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan (ÖKK) emekli Fikret Emek’in, evinde ele geçirilen 914 kişiyle ilgili fişleme dokümanı için Ergenekon savcısına verdiği ifade tutanaklara böyle geçti.
Emek’in ÖKK’de görev yaptığı sırada, muhtemelen hazırlanmasına da katkıda bulunduğu fişleme çalışmaları, sadece sıradan insanlar hakkında tutulan kayıtlardan ibaret değil. Emek’ten elde edilen başka bir belge, fişleme çalışmasının bizzat Türk Silahlı Kuvvetleri personeline yönelik olarak da yürütüldüğünü gösteriyor. 1. Ergenekon iddianamesinin eklerinde bulunan o belgde bazı askerler hakkında, ‘Alevi’, ‘Kürt’, ‘alkolik’, ‘pornocu’ gibi tanımlamalar var.

‘Vatana hizmet için!’
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın evinin çevresinde bir binbaşı ile bir albayın gözaltına alınmasının ardından başlayan tartışma her geçen gün daha da alevleniyor. Gözaltına alınan iki subayın görev yaptığı Seferberlik Tetkik Kurulu’nda (STK) yeni gözaltıların ardından aramalar devam ederken, kurulun yetkilerinin sınırlarının ne olduğu da tartışılıyor. STK’nın faliyetlerinin iddia edildiği gibi ‘olası bir düşman işgali’ne karşı alınması gereken tedbirlerle sınırlı olmadığı, kurulda 1996 - 2004 arasında görev yapan Fikret Emek’ten elde edilen belgeler sayesinde aleniyet kazanmış durumda. ‘Rutin görev’ kapsamında sıradan insanların ve ordu mensuplarını fişlendiği, malulen emekli olduktan sonra evine götürdüğü belgeler sayesinde anlaşılan Emek, kendi ifadesine göre 1995 yılında bir çatışmada ağır yaralanıp bir buçuk yıl tedavi gördükten sonra STK’da görev yapmaya başlamış. Emek’in taburcu olduktan sonra yaptığı görevlere ilişkin verdiği ifade tutanağa şöyle yansımıştı:
“Hastaneden çıktıktan sonra nekahat devresi hitamı gazi olarak emekli olabileceği halde vatanına hizmet için görevine devam etmeyi düşündüğünü, bunun üzerine 1996-1999 Muğla STK bölge başkanlığında çalıştığını, 1999-2001 Kars Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı’nda çalıştığını, 2001-2004 Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı Muharebe Arama Kurtarma (MAK) Alay Komutanlığı İstihbarat ve İKK Şube Müdürü olarak binbaşı rütbesinde görev yaptığını, 24 Ağustos 2004 tarihinde vazife malulü gazi statüsünde ordudan emekli olduğunu (söyledi).”

Anne evinde cephane
Fikret Emek’in Eskişehir’deki annesinin evinde 26 Haziran 2006 tarihinde arama yapılmış, bir adet Kalaşnikof marka otomatik silah, bir adet Kanas marka silah ve dürbünü, bir adet 7.65 mm çapında Lama marka tabanca ve susturucusu, bir adet el yapımı kesik eski tüfek, çeşitli çap ve markalarda fişekler, 12 adet savunma ve taarruz tipi el bombası, tahrip gücü çok yüksek C - 3 plastik patlayıcı, TNT ve tahrip kalıpları bulunmuştu. Emek’in Eskişehir’deki annesinin evinde ve Ankara’daki evinde yapılan aramada askeri mühimmatın yanı sıra çok miktarda doküman da ele geçirilmişti. İşte bu dökümanlar arasında halka yönelik fişleme kayıtları, Ergenekon’un 1. İddianame ekleri arasındaki 19. klasörde yer alıyor. Emek’ten elde edilen askere yönelik fişleme kayıtları ise, 316 nolu klasörden çıkan 27 sayfalık dökümanda.

İşyeri ve derneklere alfabetik nizam
Seferberlik Tetkik Kurulu’ndan emekli Ergenekon tutuklusu Fikret Emek’te bulunan ikisi yedişer, üçüncüsü ise 10 sayfalık üç fişleme çizelgesine, bakkallardan, büyük mağaza zincirlerinin ortaklarına kadar yüzlerce kişi dahil edilmiş. Listelerde öğrenci dernekleri, kültür dernekleri ve bazı sivil toplum örgütleri ile CHP’li bir belediye başkanı var. Bu fişleme kayıtları, Ergenekon iddianamesinin ek belgeleri arasında 19 numaralı klasörün içinde. Bu belgeler, ‘olası düşman işgali’ne karşı hazırlık yürütmesi beklenen Seferberlik Tetkik Kurulu’nun rutin görevleri arasına halkın fişlenmesini de dahil ettiğini açıkça gösteriyor. Bu belgelerden biri ‘İstanbul ilindeki ilçelere göre BTÖ (Bölücü Terör Örgütü) ve aşırı sol örgütlerle ilişkili kuruluşlar’ başlığını taşıyor.

Fişlenenlerin sayısı 914
Belgede, İstanbul’un semtlerinde alfabetik sıralamayla yapılan fişleme çalışmalarının dökümü var. Örneğin Avcılar’daki iki yasal dernekten birinin karşısında DHKP/C, TİKKO diğerinin karşısında MLKP, DHKP/C yazılı. İlk listede 366 kişi ve kuruluşa dair fişleme kayıtları var. İkinci ve üçüncü listelerde semtler alfabetik sıraya göre dizili değil. Bu iki fişleme listesi, aşırı sol örgütler ve PKK’nın yanı sıra semtlerde tarikat örgütlenmeleri içinde olduğu iddia edilen kişileri de kapsıyor. ‘İlçelere göre örgüt, tarikat, cemaatlerle ilişkili kişi ve kuruluşlar’ başlığını taşıyan EK-C listesinde 265 kişi ve kuruluş hakkında fişleme kayıtları var. Aynı başlığı taşıyan, ‘gizli’ ibareli EK-Ç listesi incelendiğinde ise, 283 kişi ve kuruluşun daha fişlendiği anlaşılıyor. Üç liste fişlenen kişi ve kurumların sayısı 914. Listelerde İstanbul’un tüm semtlerindeki, yemek fabrikası, mobilya mağazası, tekstil atölyesi, kimya fabrikası, oto galerileri, pastane, market, lokanta, fırın, kahvehane, bar, temizlik fabrikası, konfeksiyon mağazası, yapı malzemeleri gibi işletmelerin sahiplerinin yanı sıra, berberler, bakkallar, avukatlar, doktorlar, politikacılar, sendikacılar ve CHP’li bir belediye başkanı da var. Fişleme belgelerine göre, Tuncelili olan ve çeşitli vakıfların üyesi olan bu belediye başkanı için ‘PKK’lı denilmiş. Listeye alınan ve PKK’lı diye fişlenenler arasında bir de ‘öğretmen eşi’ var.

Sivil kuruluşlara yafta
İstihbarat görevlileri, sivil toplum örgütlerini ve kurumları da tek tek DHKP/C, Dev-Yol, PKK, MLKP, TİKKO, Ekim, Aşırı Solcu, Nurcu, Süleymancı, Kadiri grubu, Celvetiye, Milli Görüş, İrtica, Menzil, Nakşibendi, Vahdet grubu, Med-Zehra, Tekfir adları altında tek tek sınıflandırmışlar. Fişlenenler arasında, spor kulüpleri, kültür merkezleri, şoför dernekleri, tutuklu yakınlarının kurduğu dernekler, çeşitli üniversitelerin öğrenci dernekleri, öğrenci yurtları, apartman ve site yönetimleri, yöresel dernekler, fırıncı dernekleri, vakıflar, radyolar, dergiler var. Kurumlarla ilgili yapılan fişlemede, Çağdaş Hukukçular Derneği için DHKP/C, bazı şoför dernekleri için PKK, Müjdat Gezen Kültür Merkezi, 68’liler Vakfı, Yılmaz Güney Vakfı, Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı için ‘aşırı sol’, İnsan Hakları Derneği için PKK, DHKP/C gibi nitelendirmeler var.

Asker de hedefte: Solcu, Alevi, alkolik...
Fikret Emek’in evinde yapılan aramalarda ele geçen ve iddanameye ‘Delil 3’ olarak işlenen bir CD’de çok sayıda gizli askeri belgenin yanı sıra ordu mensuplarına yönelik fişleme çalışmaları var. Bazıları general rütbesinde olan fişlenen bu ordu mensupları için, ‘Sol ideolojik yaklaşım içinde’, ‘Alevilerle işbirliği yapıyor’, ‘İdeolojik Alevi’, ‘Terörist başının akrabası olduğu iddiaları mevcut’, ‘Kayınpederi Ecevit’in korumasıymış” gibi değerlendirmeler var. Fişlenenler arasında terfi aşamasında olanlar, belgeye kalın harflerle yazılmış. Bazı ordu mensuplarının isim ve rütbeleri de yazılarak düzenlenen çizelgenin ‘Düşünceler’ bölümünde, ‘Alkolik’, ‘Ahlaksız’, ‘Personele porno satıyor’, ‘Karısı lojmanda sivil bir şahıs ile basılmış’, ‘Her gece bar, pavyona gidiyor’, ‘K.Irak’tan tabanca alıp satıyor’ gibi notlar var.
Çizelgelerde adlarının karşılığında hiçbir şey yazmayan ordu mensupları da bulunuyor. Bu kişiler de ‘renkler’ bölümüyle sınıflandırılmış. Ordu mensuplarına verilen farklı renklerin sakıncalılık durumunu tanımladığı sanılıyor. Aynı CD içindeki beş sayfalık ‘İst. Timi Haftalık istihbarat Raporu’ başlıklı bir diğer belgede ise, biri tankçı diğeri piyade iki üstçavuş ile ilgili notlar var. Raporda, “Söz konusu iki personelin dini yönden aşırı derecede ibadet yaptıkları duyumunun alındığı” belirtildikten sonra evlerinde Said Nursi’ye ait kitapların bulunduğu anlatılıyor. Bir sayfalık başka bir rapor ise, çizelgedeki ordu mensuplarıyla ilgili daha detaylı bilgi veriliyor.
Ergenekon iddianamesinin ek belgelerinin 316 nolu klasöründen çıkan 27 sayfalık Özel Kuvvetler Komutanlığı’na ait fişleme katıtlarının gerçekliğini Genelkurmay Başkanlığı da kabul etti. Bu belgedeki notların adı geçen askerlerin hayatını nasıl etkilediği bilinmiyor. İsimlerini gizlediğimiz, sayıları yüzü aşan askerler hakkındaki notlardan bazıları şöyle:
Tümg. ...: Sol ideolojik yaklaşım içinde, Alevilerle işbirliği içinde.
Tümg. ...: İdeolojik sol.
Tümg. ...: İdeolojik sol.
Kur.Plt.Alb...: İdeolojik Alevi. Örgütleyici ve idare eden posizyonda, Merzifonlu.
Kur. Alb.. ..: İdeolojik sol olup Alevilerle yakın işbirliği içinde.
Plt. Kur. Alb. ...: İdeolojik sol ve Alevilerle yakın işbirliği içinde. Siyasi emellerini gerçekleştirmek istemektedir.
Tümg. ...: Alevi dedesi olup bütün emeli Alevileri hava kuvvetlerine hakim kılmak. Hava Harb Okulu’nu hedeflemektedir.
Tuğg. ...: İdeolojik Alevi tutumu içinde yandaşlarını gözeten pozisyonda.
Plt.Kur.Alb.. ..: İdeolojik Alevi. Terörist başının akrabası olduğu iddiaları mevcut. Oğlunun ismi Baran, kızının ismi Berfin. Sık sık “Türklerden nefret ediyorum” ibaresini kullanır.
Müh.Alb. ...: Alevi olup, kendine ve amirlerine menfaat sağlayan biri.
Kur.Alb. ...: İdeolojik Alevi tutumu içinde yandaşlarını gözeten ve koruyucu.
Hav.Tuğg. ...: Kadrolaşma, mezhepçilik...
İstih.Bnb. ...: Özel Kuvvetleri karıştırmak, sağlamları dağıtmak için gelmiş.
P.Bnb. ...: Din düşmanı, ateist.
P.Bçvş. ...: Astsb. Okulu’nda komünist liderdi.
İs.Yzb. ...: Alkolik, ahlaksız, Alb. N.E’nin sırdaşı.
Mu.Kd.Bçvş. ...: Personele porno kaset satıyor.
J.Bçvş. ...: Aile huzursuz. Hanımını dövüyor. Geceleri geç saatlerde eve geliyor, bar ve pavyonlarda.
Top.Kd.Yzb. ...: Dönmelerle dolaştığı için i.ne olarak adı çıkmış. Kayınpederi Ecevit’in korumasıymış. İçe kapalı problemli bir aile.
Pd.Kd.Bçvş. ...: Karısı Kayseri’de lojmanda sivil bir şahıs ile basılmış, kötü bir aile. Eşini kabullenmiş, ahlaksız bir şahıs.
J.Kd.Üçvş. ...: Her gece bar, pavyona gidiyor. Fahişe kadınlarla düşüp kalkıyor.
P.Kd.Bçvş. ...: Eşi kanser. DSP Milletvekileri ile görüşüyor.
Top.Kd.Üçvş. ...: K.Irak’tan tabanca alıp satıyor, mermi satıyor. Farsça dil sınav sorularını alıp satmış.
Tnk. Bnb. ...: Güvendiği personele para karşılığı Viagra temin etti.
Topçu Yzb. ...: Her işe burnunu sokar. Her işi karıştırır. Çok yaramaz bir kişi, hiç kimse sevmez. Karısı Amerika’da ihtisas yapıyor.
Top.Kd.Ütğm. ...: Operasyondan kaçar çeşitli bahaneler uydurur. Kaytarır, korkak bir kişiliğe sahip, beş para etmez.
Top.Kd.Yzb. ...: Daima bir üstünün kuyusunu kazmaya çalışır, kesinlikle güvenilmez, birinci eşi A...’da Dz. Teğmen’le yakalandı.
P.Bn. B.D: Çok kötü bir kişiliğe ve karaktere sahip, yaramaz.

Kaynak: Ertuğrul Mavioğlu/Radikal

Özel Harp Dairesi Nedir? Derin Yapının Neresindedir?

Özel Harp Dairesi savaş dönemlerinde düzenli birliklerden önce hedeflenen coğrafyaya ulaşan ve düşman içinde çalışmalar yapan, tespitlerde bulunan ve düzenli birliklere bilgi, destek, lojistik gibi bilgiler temin eden, düşmana karşı psikolojk harekât yapan, düşmanın direncini kıran, mücadele yeteneğini tespit eden çalışmalar yapar. Bu çalışmalarıyla ordunun ve düzenli birlikerin başarılı olması için gerekli her türlü zemini ve şartları hazırlar. Özel harp, özel kuvvetler gibi adlarla anılan ve düzenli birliklerden farklı görevleri olan bu kuvvetlerin normal bir ülkedeki normal misyonu Osmanlı’da ki Akıncı birliklerine benzer.

Özel Harpçilerin bir başka misyonu da ülke işgale uğradığında halkı ülke savunmasına hazırlamak ve gayrı nizami harple ülkeyi düşman işgalinden kurtarmaktır. Dünyada hemen bütün ülkelerin farklı isimlerde benzer misyona sahip kuvvetleri vardır. Bunlar faklı meslek ve alanlarda çalışan insanlardan oluşan ekiplere, guruplara sahiptirler ve ülkenin bir nevi sigortası, görünmeyen ihtiyati kuvvetidirler. Askelik yapan sivillerden askerlik döneminde göz dolduranlar bu ekibe seçilirler ve sivil hayatta bunlardan yararlanılır. Belli aralıklarla eğitimler verilir. Yani Özel Harp Dairesinin siviller içinde uzantıları vardır.

Buraya kadar anlattıklarım özel harp dairesinin normal, olması gereken özellikleridir. Pek çok vatandaş; “Ordumuz tabiî ki bu tür bir örgütlenme içinde olacak! Milletimizi savaş dönemlerinde, işgal zamanlarında korumak ve kurtarmak için çalışacak! Bunda yadırganacak ne var?” diyebilir.

Ama bizdeki Özel Harp Dairesi veya Seferberlik Tetkiki Kurulu veya farklı dönemlerde farklı isimler alan bu organizasyonlar çok farklı misyona sahiptir. Bu tür örgütlenmeler milletiyle problemi olmayan, sinirleri ele geçirilmemiş ülkelerde, milleti ve ülkeyi dış düşmana karşı korumak ve düşman güçlere karşı milleti örgütlemek ve toplumun dinamiklerini düşmana karşı harekete geçirmek gibi amaçlar güderler. Milli bir devlet yapılanmasına ve milletle barışık sivil-askeri bürokrasiye sahip ülkelerde bu tür yapılanmalar yararlıdır.

İşte bizdeki problem tamda burada başlamaktadır. Zira başta silahlı güçler olmak üzere asrın başında devletin önemli aygıtları milleti korumak değil, “kontrol etmek”, “gütmek” ve “terbiye etmek” üzere yapılandırılmıştır. Tek Parti dönemi boyunca milletin kontrolü sivil-askeri bütün devlet birimlerinin işbirliğiyle sağlanmıştır. Demokrat Parti iktidarından sonra sivil bürokraside ve siyasette millet lehine değişiklikler olunca ve sivil alan tam kontrol edilemeyince toplumu yönlendiren ve milleti kontrol eden araçlar silahlı güçler içine yerleştirilmiş, oradan misyon görmeye başlamıştır. Devlet ve toplum başlangıçta kurgulanan ve planlanan çizgiden her kaydığında Özel Harp Dairesi’nin katkılarıyla ve askeri müdahalelerle yeniden istenilen çizgiye çekilmiştir.

Her ne kadar Özel Harp Dairesinin NATO sonrası kurulduğu ifade edilmekte ise de, milleti kontrole ve yönlendirmeye yönelik derin-karanlık-yasadışı işlere imza atan kurum ve kuruluşlar devletin organlarının bir gurup ecnebi azgın azınlık tarafından ele geçirildiği 1908 ihtilaline kadar gider. Bu tarihten itibaren Türkçü ve İttihatçı zarfı altında ecnebilerin ele geçirdiği devletin içine gizli, gayrı milli, karanlık örgütler, infaz ekipleri, provakasyon merkezleri kurulmuştu. NATO’ya gireceğimiz ve çok partili döneme geçeceğimiz zamana kadar bu tür faaliyetler gizleme ihtiyacı duyamadan, devletin görünür organları eliyle de yapılabilmekteydi. Millet asla kale alınmıyordu, yönetimde milletten kopuk homojen bir yapı bulunmaktaydı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni müttefikimiz ABD’nin talimatları doğrultusunda çok partili hayata geçildi ve bu karanlık örgütler, organizayonlar daha örtülü ve silahlı kuvvetler odaklı hale getirildi. Zira çok partili hayata geçildikten sonra sivil bürokrasi daha güvensiz ve kontrolsüz hale gelmişti. NATO’ya girişimiz ve çok partili siyasal hayata geçişimiz aynı zamanda derin devletin el değiştirdiği bir dönemdir. Osmanlı sonrası Ortadoğu’yu yapılandıran ve Türkiye’deki devleti ve derin devleti inşa eden ingiltere, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ligden düşmüş ve coğrafyamızın ve Türkiye’nin patronajını ABD’ye bırakmıştır. İşte NATO’ya girişimiz bu el değiştirmenin, yani İngiltere güdümünden yine Anglasakson olan ABD güdümüne girdiğimiz tarihtir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyadaki dengeler değişmiş, Avrupa ve Atlantik yeniden yapılandırılmaya başlanmıştır. Sovyetlerin ve Demirperde bloğunun dünyada önemli bir aktör haline geldiği bu dönemde, ABD liderliğindeki batı kulübü dünyada demokratik yönetimleri ve çok partili hayatı teşvik etmiştir. Bu dönemde batı kulübünde veya ittifakında bulunan ülkelere yoğun bir komünizm korkusu pompalanmış ve bu gerekçe üzerinden müttefik ülkelere komünizmle mücadele için gladyo türü paramiliter derin yapılar oluşturulmuştur. Türkiyenin demokratikleşmesi batı kulübünün bu genel stratejisinin gereği olmuştur. Ülke ABD ve NATO etkisine girdikten sonra derin yapılar-paramiliter guruplar yeniden düzenlenmiş ve sistematize edilmiştir.

Bizdeki derin devlet ve özel harp türü yapılar NATO çerçevesinde batıda kurulanlardan farklıdır. Batı ülkelerindeki Gladyo türü yapılar, komünizme kaymayı engellemeyi ve mevcut yönetimleri NATO çerçevesinde maniple etmeyi hedefliyordu. Bizdeki derin yapılar ve onun karanlık kirli elleri ise bizzat milleti ve medeniyetimizi hedef almaktaydı. Batı güdümündeki azgın azınlığın devlet, kurumlar ve toplum üzerindeki gayrı milli hakimiyetini sürdürmeyi amaçlamaktaydı.

Çok partili hayata geçildikten sonra, asrın başında ülkenin sinirlerine konuşlandırılan derin ecnebi yapılar daha örtülü ve kamufleli hale getirilmiştir. 1952 yılında dönemin Yüksek Savunma Kurulu'nun kararıyla ve ABD’nin desteğiyle Milli Avcı Birlikleri kurulmuş, birliğin temel eğitimi ve teçhizatı A.B.D.den karşılanmıştır. İlerleyen zaman içerisinde Milli Avcı Birlikleri, Seferberlik Tetkik Kurulu-Özel Harp Dairesi-Özel Kuvvetler Komutanlığı adlarını almıştır.

Bu yapı, yani Özel Harp Dairesi en seçme askerleri ve istihbaratçıları bünyesine alarak bunlara gerilla eğitimi dahil her türlü eğitimi verir. TSK’nın kurumsal yapısından ayrı tutulan ve özel ihtimam gösterilen, herkesin alınmadığı, üst düzey komutanların dahi faaliyetlerinden haberdar olmadığı bu yapı, dünyadaki emsalleri gibi çalışmamaktadır. Türkiye’de Özel Harp Dairesi, düşmana PH yapmak, ülkeyi işgalden kurtarmak için organizasyonlar yapmak, savunma planları hazırlamak, ülkeye kasteden düşman ülkeler üzerine askeri bilgiler toplamak gibi faaliyetler yapmaktamıdırlar emin değilim. Ama bu ve benzeri yapıların provakatif pek çok eylemin arkasında olduğu, ölümü sansasyon oluşturacak kimselere suikastler düzenlediği, Türk insanını darbeye hazırlamak için PH faaliyetleri yaptığı, insanımızı kamplaştıracak projelere imza attığı, sivil hükümetlere karşı pek çok darbe ve eylem planı hazırladığı ve bunları icraata koyduğu bilinmektedir. Türkiyenin en karışık dönemlerinde en yetkili isimler (Ecevit, Özal gibi) bu yapıların faaliyetlerinin farkına varmışlar, ama bu yapılarla mücadele edememişlerdir. Hatta liderler bu yapılar tarafından suikasta maruz kalmışlardır.

12 Mart sonrası darbeciler tarafından darbecilikten sorgulanan kurmay albay-yazar, Talat Turhan; 1990 yılında Milliyet gazetesinin kendisiyle yaptığı röportajda Özel Harp Dairesi’nin kuruluşu ve faaliyetleriyle ilgili şunları söylemektedir:

“Sahra Talimnamesi-31'e göre gayrı nizami harp unsurları yerüstü ve yeraltı olmak üzere iki gruptan müteşekkil. Yeraltı grubu, işte bu bahsedilen ve bütün NATO ülkelerinde ortaya çıkarılmaya başlanan örgütün kendisidir. Baktığınız zaman bu örgütün içinde ne var? Köye kadar inmiş bir örgütlenme bu. İstihbarat birimleri, sabotaj birimleri, cinayet birimleri var. Bakınız faaliyetleri arasında neler var? Resmi talimnameden aynen okuyorum: 'Adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm haline getirme, adam kaçırmak suretiyle tedhiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alıkonulması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık, şantaj.' Ve yine talimnamede bu örgüt için şöyle bir ayrıcalık var. Yine resmi talimnameden aktarıyorum: 'Bir gayrınizami kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak kanuni statüye sahip değillerdir.'"

"Söz konusu ettiğim ST-31.15 nolu kontrgerilla talimnamesini Kara Kuvvetleri Komutanlığı yayınladı. Girişinde de, o zamanki komutan Ali Keskiner'in imzası var. Anayasal bir ülkede, resmi bir gizli örgüt cinayet işler diye yazarsanız, suçlusunuzdur. Adamı mezardan çıkarıp asarlar. Sadece Kara Kuvvetleri sorumlu olmaz. Devrin Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay da, devrin Başbakanı S. Demirel de bundan sorumludur. Bugün 'vardır-yoktur' diye lafı gevelemekle olmaz bu iş. Olay bu boyutta... ST-31.15 talimnamesinde bir yeraltı örgütü var. O yeraltı örgütünün yapacağı işler arasında adam öldürme de var. Öldürülenin sağcı ya da solcu olması farketmez. Yeter ki cinayet bu örgütün amacına hizmet etsin. Şimdi, devlet içindeki bir örgütün kuramında adam öldürme varsa ve o ülkede faili meçhul siyasi cinayetler işleniyorsa, kuşkunun birinci odağı bu örgüt olur." MİLLİYET, 16 KASIM 1990

Düşmana karşı olağanüstü dönemler için organize olmuş, dış düşmana karşı kurgulanmış bu tür özel birimlerin olması kabul edilebilir. Ne var ki bizde bu tür yapılar dış düşmana karşı değil, millete karşı ve milleti kontrol etmek, devleti milleten korumak ve sivil hükümetlerin etkinliğini kırmak için; militer güçlerin devlet ve toplum üzerindeki etkinliğini sürdürmek için yapılandırılmıştır.

Problem Özel Harp Dairesi gibi yapıların bulunması değildir. Problem, şimdiye kadar bu yapıların milli duyguları istismar edilmiş figüranlar üzerinden millete karşı, demokrasiye karşı, milli iradeye karşı kullanılmasıdır. Bizim Kek Türklerin ve analitik düşünemeyen millici kesimlerin aldandığı nokta burasıdır. Bunlar dünyadaki diğer örneklerinde olduğu gibi bu yapıların devleti, milletin menfeatlerini korumak üzere çalıştığı yanılgısına düşmektedirler.

Peki, özel harekât türü karanlık işlere, eylemlere bulaştırılan yapılar derin yapının neresindedir?

Bu tür yapılar Türkiyedeki derin yapının kurumsal icra organlarıdırlar. Buralara milli duyguları güçlü, ama beyin faaliyetleri zayıf Kara Türklerden subay assubaylar alınır ve bunlara “devlet hizmeti”, “özel görev” vs denerek karışık, karanlık, kanlı eylemler yaptırılır, cinayetler işletilir, provokasyonlar yaptırılır. Bu ekiplerin sivil hayat içinde “Yeşil”, Abdullah Çatlı tarzı kullandığı tetikçiler vardır.

Bu yapılar, ülkenin üzerine karabasan gibi çökmüş derin yapının kirli işlerine bakan kanlı elleridir, asla karar verici, planlayıcı değildirler.

Asrın başında milleti kontrol etmek üzere bazı silahlı kurumları milletin kaderine hâkim kılan ve milli iradeyi bloke etmeyi hedefleyen batı güdümündeki ecnebi-sebatay kesimler bu kurumu sadece bir araç olarak görmektedirler. Derin yapılar silahlı, güçlü bir kurumun sırtından projelerini uygulamaktadırlar, ancak Derin yapının beyni, karargâhı, planlama merkezi bu kurumda değildir. Silahlı kuruma özel özen gösteriliyor, orası steril, kontrol altında tutulmak isteniyorsa da; derin yapının beyni, karargahı sanılanın aksine bu kurumun dışındadır, sivildir.

Savcıların Seferberlik Tetkik Kuruluna yaptığı baskın, veriler silinmiş ve tedbir alınmış olsa dahi demokratikleşme ve şeffaflaşma adına psikolojik eşikleri, engelleri tarumar etmiştir. Cesur savcılar ve hâkimler sayesinde millet ülkedeki bütün karanlık odalara girilebileceğini, herkesin sorgulanabileceğini görmüştür.

Seferberlik Tetkik Kuruluna girilmesi yüz yıldır milletin tepesine tebelleş olmuş derin, kanlı yapıların deşifre edilmesi, çözülmesi adına Ergenekon davasından sonra atılan en önemli adımdır.

Bu yapının toplumun faklı kesimlerinde kullandığı elemanlar, gazeteciler siyasetçiler, vs kozmik odaya girilmesinden çok rahatsız olmuşlar ve “devlet sırları ifşa ediliyor!”, “kurumlar arası savaş var!”, “asker darbe yapmalıdır!” şeklinde çığırtkanlıklar yapmaktadırlar.

Bu kesimlerin asıl endişesi devlet sırlarının ifşası değil, kendilerinin millet aleyhine yaptıkları işbirliğinin ifşa olması ve gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasıdır.

16 Aralık 2009 Çarşamba

'Kürt Meselesi'nin Kurbanları

Türkiye, ne zaman Kürt meselesi ile ilgili çözüm arayışlarına girse süreç kanlı eylemlerle kesiliyor. Oysa bu 'kurgulanmış kavga'da pek çok değerimizi yitirdik.

Türkiye, ne zaman Kürt meselesi ile ilgili köklü çözüm arayışlarına girse süreç kanlı eylemler ve provokasyonlarla kesiliyor. Son günlerde yaşadığımız olaylar yine aynı oyunun tezgâhlandığını gösteriyor.

Geçmişten ders alınmamış olacak ki, silahlar, bıçaklar, sopalar ellerde yine bazı gruplar sokaklarda. Oysa bu 'kurgulanmış kavga'da pek çok değerimizi yitirdik.

Geçmişe baktığımızda Turgut Özal'dan Eşref Bitlis'e, Adnan Kahveci'den Uğur Mumcu'ya ve adını sayamayacağımız binlerce masum vatandaşımızı bu uğurda feda ettiğimizi görebiliriz. 'Derin Devlet'in işi olarak görülen cinayetlerin zamanlamasının Kürt meselesinin konuşulduğu dönemlere denk geldiği de... Kaybedilen isimlerin tamamı bu haftaki Aksiyon Dergisi'nde yer aldı.

Dergi, kapak dosyasında Kürt meselesine siyasi ve demokratik çözümün konuşulmaya başladığı 1990 yılından itibaren süreci irdeleyen bir analiz yayımladı. Çarpıcı bilgiler içeren analizde yapılan suikastlar ve provokasyonlar irdeleniyor. Kürt meselesi ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkilendirilen kanlı olaylarda bir çok önemli isim ortadan kaldırılmış.

İşte o isimler:

Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas: 26 Eylül 1990'da ilk sivil MİT Müsteşarı olma hayaline kavuşamadan öldürüldü. Özal'a yakınlığıyla bilinen Abas, Kürt meselesinin sivil çözümünden yanaydı.

Başbakanlık Başmüşaviri emekli Korgeneral Hulusi Sayın: 30 Ocak 1991'de öldürüldü. 1989 yılına kadar OHAL Asayiş Birlikleri Kolordu Komutanlığı görevinde bulunan Sayın, Kürt meselesinin sadece askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini savunuyordu.

HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın: 5 Temmuz 1991'de polis kimlikli kişiler tarafından alınarak öldürüldü. Cenazesinde de kalabalığın üzerine ateş açıldı, Diyarbakır savaş alanına döndü. JİTEM adının karıştığı bu cinayet Kürt sorunundaki en büyük provokasyonlardan biri olarak görülüyor.

ANAP Milletvekili Adnan Kahveci: Mayıs 1992'de Özal'a sunduğu Kürt raporunda: "Askeri çözümle hiçbir ülke çözüme ulaşamamıştır." ifadelerini kullandı. Kahveci bir yıl sonra şüpheli bir trafik kazasında hayatını kaybetti.

72 yaşındaki Yazar Musa Anter: 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'da öldürüldü.

Gazeteci Uğur Mumcu: 24 Ocak 1993 tarihinde uğradığı bombalı saldırı sonucu öldürüldü. Öldürülmeden önce PKK-Devlet ilişkisini irdeleyen bir kitap üzerinde çalışıyordu.

Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis: 17 Şubat 1993'te şüpheli bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Bitlis vefatından bir hafta önce Suriye, İran ve Irak dışişleri bakanlarıyla PKK'nın bitirilmesi için görüşmeler yapmıştı.

Cumhurbaşkanı Turgut Özal: 17 Nisan 1993'te vefat etti. Eşi Semra Özal hala eşinin öldürüldüğünü savunuyor. Özal'ın ölümü Kürt meselesini çözme çabaları ile ilişkilendiriliyor.

HEP kurucularından Mardin Milletvekili Mehmet Sincar: 4 Eylül 1993'te faili meçhul cinayetleri araştırmak için gittiği Batman'da öldürüldü.

Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın: 22 Ekim 1993 tarihinde Lice Tugay Komutanlığı bahçesinde alnından vurularak öldürüldü. PKK terör örgütü çok sansasyonel bir eylem olmasına rağmen Bahtiyar Aydın cinayetini hiçbir zaman üstlenmedi.

Jandarma İstihbarat Astsubayı Hüseyin Oğuz: yıllar sonra yaptığı açıklamada Aydın cinayetinin arkasında JİTEM olduğunu söyledi. Aydın, Kürt sorunun sadece askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini savunuyordu.

Eski Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı emekli binbaşı Ahmet Cem Ersever: Duruşma için gittiği Ankara'da öldürüldü. Cesedi 4 Kasım 1993'te bulundu. PKK'yla mücadele adına yapılan kanunsuzlukları ve uyuşturucu ticareti gibi yasa dışı faaliyetleri mahkemede açıklayacağını söylemişti.

Behçet Cantürk: 24 Ocak 1994'te öldürüldü. Bu tarih, dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in "Elimizde PKK'ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var, hesap soracağız" açıklamasından sonraya rastlıyor. Bu süreçte Savaş Buldan, Hacı Karay'ın da içinde bulunduğu pek çok işadamı infaz edildi.

Gazeteci Metin Göktepe: 8 Ocak 1996'da öldürüldü.

Sabancı Holding Yönetim Kurulu üyesi Özdemir Sabancı, Haluk Görgün ve Nilgün Hasefe: 9 Ocak 1996'da Sabancı Center'ın 25. katında susturucu takılmış tabancayla öldürüldüler. Sabancı Grubu'nun1995'te Kürt Sorunu üzerine hazırlattığı raporda "Bu sorunu sadece fabrika kurarak çözemeyiz." deniliyordu.

Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okan: 24 Ocak 2001'de uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını yitirdi. Halkla kurduğu güçlü bağ ve Hizbullah, JİTEM gibi güçlere karşı başlattığı mücadele ile ön plana çıkmıştı.

Eski HADEP genel başkanlarından Hikmet Fidan: 6 Temmuz 2005 tarihinde Diyarbakır'da öldürüldü. PKK'nın eylemlerini eleştiriyordu.

Çözüm İstemeyen Derin Yapı!!!

“Ne zaman kuvvet komutanları ifadeye çağırıldı bu olaylar patladı, ne zaman derin yapı ile KCK arasındaki bağ bulunmaya çalışıldı o zaman bu olaylar hızlandı”

Polis Akademisi Öğretim Görevlisi ve Taraf Gazetesi yazarı Önder Aytaç, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Siyasal Bilgiler Fakültesi yıllarından başlayaraktan derin yapı ile ilişkiye girdiğini ve PKK’nın kurulma sürecini beraber başlattıklarını ifade etti.

KCK soruşturmasının durdurulmasına da değinen Aytaç, “Eğer KCK soruşturması devam ettirilse idi bugün yaşadığımız bu problemleri yaşamıyor olacaktık. Çünkü failler bulunup cezalandırılmış olacaktı” dedi.

Ayrıca KCK’nın şehirlerde gerçekleştirdiği eylemlerin arkasındaki isim olarak ifade ettiği Sabri Ok’a seslenen Aytaç, “Kürt gençlerinden elini çek” dedi. Sabri Ok’un kürt gençlerinin ölmesinden zevk aldığını söyledi.



“Ne zaman kuvvet komutanları ifadeye çağırıldı bu olaylar patladı. Ne zaman Ergenekon’a karşı operasyonlar hızlandı PKK eylemleri arttı. Ne zaman derin yapı ile KCK arasındaki bağ bulunmaya çalışıldı o zaman bu olaylar hızlandı” diyen Aytaç, kürt sorunun çözülmesini istemeyen bir derin yapının olduğunu ifade etti.

18 Eylül 2009 Cuma

Ergenekon ve Masonlar Üzerine

Ergenekon- Mason bağlantılarına fazlaca derinlemesine inilmediği için birçok konu da karanlıkta kalmaya mahkûm olmuş durumda.


Atatürk’ün ölümü hakkında çokça senaryo yazılıp çizildiği için Masonların Atatürk’ü öldürdüğü üzerinde fazla durmayacağız.
Zaten ağır basan görüş de Masonların ATA’yı öldürdüğü yönünde.
Ancak Ergenekon- Mason bağlantılarına fazlaca derinlemesine inilmediği için birçok konu da karanlıkta kalmaya mahkûm olmuş durumda.
Bizim şu meşhur Bilderbergci ve Illüminati üyesi bir numaranın izini yakaladıktan sonra ondan önceki 1’lerin peşine düşmüştüm. M.Kemal dönemiyle alakalı bir şey çıkar mı diye araştırırken çok enteresan bağlantıların çıkması Ergenekon dönen çıkmazı iyice içinden çıkılmaz bir hale getireceğe benziyor.
Şu sıralar Türkiye, Almanya, Yunanistan ve Fransa dörtgeninde gezen Ergenekon lideri bir numaralı büyüğümüz hayli perişan bir durumda olsa da pek pes edeceğe benzemiyor.
Yeni bir ortam olur mu, olmaz mı diye ABD ve Almanya güzergâhlarında kulis peşinde koşmakla meşgul.
Önümüzdeki aylarda Trilateral Commission ve CFR’nin yapacağı toplantılara katılır mı bilemiyoruz ama bu toplantılara katılan 55 kişinin içersinde olan Bill Clinton’dan önceden yaptıkları gibi yardım isterler mi orası da muallâk.
İşin kötü yanı Bill’in hanımı Ergenekoncuların karşısında, yani bir numara Bill’i ikna etse de bizim Hillary’i ikna etmesi çok zor.
Türk lobisi Hillary Clinton’u avucunun içine almasa da Clinton üzerinde etkin konumdalar.
*
Atatürk’ün ölümü ile bunların ne alakası var diyeceksiniz.
Aslında pekte yok gibi gözüküyor…
Ancak ve ancak…
*
Bildiğiniz üzere Cuma namazlarını terk etmeyen bir numaralı arkadaşın yaşı yaklaşık olarak 80’e yaklaşmak üzere.
Gerçi 70 altıda olabilir ama 70 üstü gösteriyor.
Şimdi bu 1 numara denilen zevat kaç yıldır bu görevi yapıyor tam olarak onu kestiremiyoruz, yalnız ondan önceki 1 numaralı şahsın 1973’te kurulan ve baş aktörleri Henry Kissenger, Zbigniew Brzezinski ve David Rockefeller’in olduğu ve kurduğu Trilateral Commission adlı yapıya o yıllarda yerleşme olanağı nedir işte onu öğrenmek de gerekiyor.
En azından şunu biliyoruz ki, şimdiki 1 numara ondan önceki şahsın ölümünden sonra oraya seçilmiş ve hala daha bu görevi devam ettiriyor.(Bazıları sık sık bir numara değişiyor dese de tamamen yalan, 38’den sonra 4 veya 5 tane bir numara bilgisi var)
Tabii işin diğer bir garip tarafı da şu, 80 darbesinde Evren paşa’nın darbe için emir aldığı bir numaranın Türk olmaması. Tıpkı 60 darbesinde olduğu gibi.
60’da amansız bir darbe savunucusu olan İsmet Paşa acaba mason localarını açarken kimden emir almıştı, ona bu emri veren kimdi? Şimdiye kadar niçin bu sorunun cevabını araştıran olmadı…
Atatürk’ün kapattığı mason localarını açmak için İnönü neden bu kadar acele etti?
*
Kremline Atatürk’ün ölüm raporunu sunan Türkiye’nin ikinci mason lideri Mustafa Hakkı Nalçacı Ergenekon’la uzaktan-yakından bir bağının olması bizi dipsiz bir kuyuya götürüyor.
Tarih sayfalarında sürekli olarak arka planda kalan Encüman-i Daniş’in Atatürk dönemindeki versiyonu olan ‘’Zevat-ı Mutade’’ Gazi’nin ölümüyle aslında çok ilişkilidir.
Çankaya sofralarına katılan ‘’Zevat-ı Mutade’de’’ kimlerin olduğu net değil. Bazı kaynaklar birkaç isim saymış olsa da açık olarak ortaya konan bir liste yok.
Mason locaları kapatıldıktan sonra İsmet Paşa hükümeti işlevsiz bir hale getirilerek devrilmişti.
Masonların tamamen kendi güçlerini yitirdiği için Atatürk’e yakın olup onu öldürme düşünceleri artık bir hayal ürünü değildir.
1999 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanı Sağlık Dairesi eski başkanı Kıdemli Albay Aytekin Ertuğrul’un M. Kemal’in ölüm nedeninin alkolik siroz değil sıtma olduğunu açıkladıktan bir süre sonra bütün sesler kesildi. Hiç kimse bu konu üzerine gitmedi, araştırmadı, araştırılmasına izin verilmedi. Susturuldu.
Peki, neden, niçin Ata’nın ölümü tam olarak açıklanmıyor. Niçin Gazi’nin vefat ettikten sonraki 4 ay boyunca cenazenin nerede olduğu belirtilmiyor?
Bunlar neden saklanıyor, arşivler niçin açıklanmıyor?
Acaba bu ölümün arkasındaki güçlerin şuanda askeriyenin içindeki kabuklaşmış yapılanmaya gidileceğinden mi korkuluyor?
Neden yalan tarih yazılıyor?
*
Evet, Localar kapatıldıktan sonra Gazi’nin etrafında Masonlar çoğalarak ‘’Zevat-ı Mutade’nin’’ değişmez isimleri olmuşlardı.
Askeri arşivlerden ulaşılan bilgilere göre bu grup içindeki birkaç isim Paşa’nın ölümünden sonra ve yapının atadığı adamlarla 60 darbesinde etkin rol oynamışlardı.
Kaynaklar Cevat Abbas Gürer gibi birkaç ismin mason olduğu için sofradan uzaklaştırıldığını yazsa da bu tamamen bir aldatmacadır. Aksine Gazi’nin etrafını iyici saran mason kültü M. Kemal’i çıkmaz ve yalnız bir sürece sokmuştu.
Devletin derinlerinde saklı olan ve o belgelere ulaşan sayılı isimlerden birinin söylediği sözler çok manidardır;
‘’180 yıllık gelenekten gelen bir yapılanma bazı zamanlarda sekteye uğrasa da Atatürk döneminde ’’Zevat-ı Mutade’’ ile tekrar oturaklaştığı gözüküyor. (Ata vatan için çalışırken, yanındakiler öyle değildi) Ata’nın ölümüyle de süreç tamamen millilikten çıkmış, çıkarcı akil adamlar birliğine dönüşmüştü. Hem liderleri hem de grubun büyük çoğunluğu mezhepsel masoniklerdi.’’
Evet, Atatürk’ün ortadan kaldırılması düşüncesi bir hayal ürünü olmaktan çıkmıştır. Planlanmıştır ve uygulanmıştır. Gerçekler bir gün ortaya çıkacaktır.
Bu gerçeği artık kimsenin inkâr etmemesi gerekiyor. Genelkurmay arşivleri bu soruların cevabını niçin vermiyor neden aydınlatmıyor bilemiyoruz.
Yoksa Atatürk’ün ölümünde Masonların arkasındaki güç olan hainlerinde etkisinin olduğumu saklanmaktadır.
Sağlık sorunlarının ve diğer gerçeklerin karanlıkta kalması, yanlış teşhislerin açığa çıkmaması kimin faydasınadır?
Arşivlerin açılmasına bugüne kadar kimler, hangi başkanlar izin vermemiştir. Çok iyi incelenmelidir.
*
Ayrıca ’’Zevat-ı Mutade’’ toplantılara katılanların bazıları M. Kemal’in etrafında yer alan masonların en tepesindeki isimlerden oluştuğu ve bu isimlerinde doğruluğu yüksektir;
Rauf Orbay, Yunus Nadi, Şükrü Kaya, Adnan Adıvar, Ahmet Ağaoğlu, Hasan Ali Yücel, Tevfik Fikret, Nevzat Tandoğan, Jandarma Genel komutanı Galip Paşa, Mahkeme başkanı Necip Ali Küçüka gibi isimler Atatürk’ün etrafından hiç ayrılmamış masonlardır.
Çankaya sofralarına bunların içerisinden katılan bazı isimler, dar dairede Atatürk’ün en azılı düşmanlarıdır.
İsmet Paşa’nın Çankaya sofrasından uzaklaştırılması ve İnönü’nün gelişinin ardından yeniden mason locaların açılması ve M.Kemal’in ölümünün ardından ’’Zevat-ı Mutade’’ yerine farklı bir isim verilerek devam edilen akil adamlar toplantıları ne zaman gün yüzüne çıkartılacaktır.
60 darbesi kararını alan akil adamların bir numarası ve İnönü ile birlikte harekete eden isimlerin açıklanması için ne bekleniyor.
Darbe planlayıcı Şener Eruygur’un dahi üçüncü bir kez daha giremediği Encümen-i Daniş’in de bir üst kurulu gözüken Dostlar Meclis’inin de üzerindeki yapının acaba ’’Zevat-ı Mutade’’ ile bir ilişkisi var mı dır?
EL-CEVAP;
Evet vardır.
*
Son bir soru;
Rum dönmesi Ergenekon’un son bir numarası o büyük ve zengin şirketinden ülkenin kaderine etki eden kararları dışarıdan alırken ve Şener Paşa ile altındaki kadroyu Şener Paşa’nın üzerindekiler için feda ederken, neden acaba Rusya’dan ABD’ye tekrar geçti?
Ergenekoncuları hiç korkmadan şirketinde çalıştırırken, Rusya, Fransa ve Dış İlişkiler Konseyi’nin rahatsız olduğu bizim muhteşem Türk’ten dolayı mı ABD ile görüşecek?
Eğer onun için görüşecekse Fransız mason locasından, Büyük Üstad’ın ve bazı Türk masonların tasfiyesini neden istedi?
*
Hadi son birkaç soru daha;
Türk iktidarı Türkiye’de ki 15 bin mason içerisinde yer alan ve bilinen Ergenekoncu milletvekili ve bürokrasiyi ne zaman tasfiye edecektir?
Ermeni kökenli bir mason olan Perinçek’in ve arkadaşlarının TSK’daki yapılanmasının üzerine ne zaman gidilecektir?
Uğur Mumcu’yu öldüren Yeşil’den emir alan Abdullah Argun Çetin’i kimler öldürdü?
Veli Küçük’ten emir alan Perinçek ve ekibi ne zamana kadar daha susacak? Ve neyi bekliyorlar?
Haydar Aliyev’e suikast düzenleyen Abdullah Çetin ve arkadaşlarını Azerbaycan’da kimler destekliyordu?
Şener Paşa’da dâhil olmak üzere Ergenekon’un bir numarası ile irtibatı olmayan tutuklu Ergenekonculara konuşmayın emrini kim vermiştir?
Soruşturma devam ederken, dışarıdaki idareyi şuanda kimler sürdürüyor ve bu isimler ne zamana kadar özgür olacak?
Ergenekon’un görünmeyenleri, hayatlarını Büyük Kulüp ve Bebek Otel’inde geçiren bakan, başsavcı, bürokrat ve yargı üyelerini isimleri ne zamana kadar saklı tutulacaktır?
Ergenekon’un alt ve üst 12 bin kişilik kadrosu ne zamana kadar bekletilecektir? Eğer anlaşma sağlanacaksa 2010’u niçin bekliyorlar?
Mason toplantılarına katılan Hurşit Tolon ile Cumhurbaşkanı Jacques Chirac‘ın kendisinin yardımcısı olduğunu söyleyen Bedrettin Dalan’ın köşeye sıkışmış olması ve bir numaranın ona sahip çıkamamasına rağmen 4-5-6-7 ve 8’i hangi iktidar döneminde alacaklar?(1,2 ve 3 çok zor)
HSBC bombalamasından bir gün önce ulusal bir gazetenin deposundan yayılan yanık kokularının olduğu mekân da bulunan kod adlı Osman’ın Veli Paşa ile olan bağlantısı ne derecededir?
*
Son cümle;
Ergenekon yapılanmasının 28 Şubat, 80, 60 ve ittihatçı dönemlerinden bahsedilirken, Cumhuriyetin kuruluşundan Atatürk’ün ölümüne kadar geçen süresinin karanlıkta kalmasını isteyenler şimdilerde Atatürkçü diye geçinirken bunu bilen bazı parti başkanı ve yöneticileri ne zamana kadar daha kendilerini saklayacaklardır?
Ya; masonları öne sürerek kendilerini sürekli arka planda saklayan yapılanmalar bir gün ortaya çıkarsa…
*
Evet, Türkiye ŞAFAĞA doğru gidecektir.
Bunun hızlı olması da SULTAN FATİH ve YAVUZ SELİM gibi kahraman, yürekli, dürüst, kendi adamına yedirip içirmeyen, torpil ve adam kayırmadan siyaset yapan adam gibi adam LİDER’lerle olacaktır.
Kaynak: Rauf Atilla Polat-HaberX
changeTarget(document.getElementById("news_content"))

Masonların Karanlık Türkiye Planı

Ergenekon iddianamesi ek delil klasöründe çıkan skandal bir belge masonların Türkiye ve Müslümanlar üzerinde karanlık planlarını açıkça ortaya çıkardı.


İddianamenin ek delil klasörlerinde yer verilen Avrupa Merkez Masonlarının eylem planlarının da Türkiye'deki masonlara iletilmek üzere alınan kararlar sıralanıyor. “HALKÇI PARTİLERDEKİ BİRADERLER ÇOĞALTILSIN”Fransızca'dan Türkçe'ye tercümesi yapıldıktan sonra iddianameye konulan, karanlık örgütün yalnızca üst düzey üyelerine gönderdiği ve örgüt içi gizli kararların yayınlandığı Rönesans isimli mecmuada yayınlandığı belirtilen eylem planı dudak uçuklatıyor. Planda Türkiye'deki ‘Halkçı partiler' cümlesi kullanılarak bu partilerin kadrolarındaki “biraderlerin” miktarının çoğaltılması gerektiğine, maddi kaynaklarla destekleneceklerine değiniliyor.MASON VE YAHUDİ KARŞITLARI BELİRLENİP İMHA EDİLECEK
İddianamede yer alan gizli toplantının en can alıcı kararı “Mason ve Yahudi aleyhtarı bütün gelişmeleri tespit etmek ve bunları önlemek” başlığı altında toplanıyor.
Alınan karar göre Türkiye'deki bütün mason ve Yahudi karşıtı gruplar belirlenecek ve “Masonik ideallerin gerçekleşmesini önleyebilecek hareketleri imha” edilecek. CEMAATLERİN ARASINA FİTNE SOKARAK BİRBİRİNE DÜŞÜRMEYİ AMAÇLAMIŞLAR
Toplantıda alınan bir başka kararda ise dini gruplar arasında oluşan ihtilafların tespit edilerek körüklenmesi gerektiği ve aralarına fitne sokulan bu grupların önce masonluk aleyhindeki etkilerinin zayıflatılması daha sonra basında bulunan biraderler vasıtası ile bu grupların yok edilmesi gerektiği belirtiliyor. ROTERYEN VE LİONS KULÜPLERİNİN ARDINDA DA MASONLAR VAREylem plandaki dikkat çekici ayrıntılardan bir diğeri ise Türkiye'de faaliyet gösteren Rotary ve Lions kulüplerinin sözde hayır ve kültür organizasyonu. Çevirisi yapılan belgede ‘Masonlar hakkındaki önyargı problemini çözmek, müttefikimiz olan Rotary, Lions vs. gibi kulüpleri bu göreve yöneltmek. Halkın sempatisini kazanmak için kültürel kampanyalar tespit etmek.' İfadeleri ile bu teşkilatların düzenlediği sözde yardım faaliyetlerinin ardındaki gerçek itiraf ediliyor. HEDEF TÜRKİYE'Yİ ELE GEÇİRMEK İşte masonların sinsi planlarındaki çarpıcı kararlar:1-Mason ve Yahudi aleyhtarı bütün gelişmeleri tespit etmek ve bunları önlemek2- Masonik ideallerin gerçekleşmesini önleyebilecek hareketleri imha etmek3- Hassas noktalarda görevli biraderlerin isimlerinin açıklanmasını önleyecek hayati tedbirler alınması 4- Gerici, dinci teşekküllerin önlenmesi konusunda daha dikkatli ve hassas davranılması için basındaki biraderlerin uyarılması.5- Halkçı partilerin kadrolarındaki biraderlerin miktarının çoğaltılması ve bunların etkilerinin takviyesi6- Mali problemler konusunda Avupa Localarından yardım ve işbirliği istenmesi. 7- Müttefikimiz olan Rotary, Lions vs. gibi kulüpleri bu göreve yöneltmek. Halkın sempatisini kazanmak için kültürel kampanyalar tespit etmek.8- Dogmatik dini inançlardan uzak tutulması için halkı eğitmek 9-. Radikal İslamcı hareketlerin kontrol edilerek uzun vadede yok edilmesi 10- Dini grupların arasındaki ihtilaf ve bölünmelerin körüklenerek masonluk aleyhindeki etkilerinin zayıflatılması11- Dini akımların toplugücünün değişik odaklara yönlendirerek masonik ideallere zarar vermelerinin önlenmesi. 12- Bilinen ve etkili antimasonik yazar ve yayınlarının faaliyetlerinin durdurulması.
Kaynak: Vakit

14 Nisan 2009 Salı

İşte Derin PKK'nın Yapısı

Derin PKK, PKK'nın beyni olarak nitelenen KCK bugün operasyon yedi... İşte KCK'nın şeması, yapısı ve hakkında çok geniş bilgiler..

Terör örgütü PKK'nın Türkiye Cumhuriyeti'ni kopya ettiği ortaya çıktı. Oluşturulan "Yasama, yürütme, yargı" gibi erkler her şeyin üstünde tutuluyor. Örgüt azınlık ve inanç grupları komitesine bağlı Alevi ve Yezidi yapılanması da oluşturmuş.

Terör örgütü PKK'nın bir devlet modeli geliştirdiği belirlendi. Kendince hiyerarşik bir sistem geliştiren terör örgütünün model olarak Türkiye Cumhuriyeti'ni kopya ettiği ortaya çıktı. Emniyet birimleri tarafından deşifre edilen bu sisteme göre, örgütün planladığı yapılanmanın başına koyduğu erkler neredeyse Türkiye'deki ile tıpatıp aynı. Mayıs 2007'de kurulan Kürdistan Topluluklar Birliği (Koma Civaken Kürdistan -KCK) çatısı altında yeniden şekillenen terör örgütünün, "yasama, yürütme, yargı" gibi erkleri kurduğu ortaya çıkan yapılanmadan anlaşılıyor. Söz konusu yeni yapılanmada KCK, en tepede yer alıyor. Ancak her zaman etkili olan üçlü güç ise onun altında; çünkü yürütme erki ile önderlik komitesi eşit düzeyde kabul ediliyor. Bu şemaya göre İmralı'da hakkında verilen hapis cezasını çekmekte olan örgüt elebaşı Abdullah Öcalan'ın, yürütmede tek isim olduğu görülüyor. KCK Başkanı olarak zikredilen terörist Murat Karayılan'ın yasama, yürütme ve yargının altında kendi başına karar alamayan ve harekete geçemeyen biri olduğu anlaşılıyor.

Bahsi geçen şemada yürütmenin içinde sözde yürütme konsey başkanı ile dört kişiden oluşan başkan yardımcıları (sol Alevi kadro) bulunuyor. Bu yapının emrinde ise 30 kişilik yürütme konseyi ile bunlara bağlı başka alanlar var. Söz konusu alanlar terör örgütünün A'dan Z'ye bütün birimlerini içine alıyor. Şemada yargı tek başına ele alınıyor. Bu daha çok yargılama işine bakıyor ve cezaları veren kurum olarak değerlendiriliyor. Yargının altında herhangi bir yapı bulunmuyor.

Yasama ise Kürdistan Halk Kongresi (KONGRA-GEL) ile eşit tutuluyor. Bu yapının başkanlığını yurtdışında yaşayan Zübeyir Aydar yapıyor. Yasamanın altında başkan, dört başkan yardımcısı ile başkanlık divan üyeleri ve genel kurul kademeleri yer alıyor.

YÜRÜTME HER ŞEYİN ÜSTÜNDE

KCK yapılanmasında yürütme her şey anlamına geliyor. Alanlar olarak belirlenen bölüm ise beşe ayrılmış: İdeolojik alan, halk savunma alanı, kadın alanı, sosyal ve siyasal alan. İdeolojik alan propaganda yapmaktan sorumlu bir birim. Bilim aydınlanma komitesi, kültür komitesi, basın yayın, PKK inşa komitesi ve PAJK (Kürdistan Özgür Kadınlar Partisi) bu birime bağlı olarak çalışıyor. PKK burada, silahlı bir güç olarak görülmekten çok eğitim ve propaganda birimi olarak değerlendiriliyor. Ayrıca PKK bilinenin aksine terör örgüt şeması içinde 15'inci sırada yer alan bir birim hüviyetinde nitelendiriliyor.

Örgütün silahlı olan kesimi, halk savunma alanı içinde zikrediliyor. Bu alanın başında Halk Savunma Güçleri (HPG) sözde komutanlığı bulunuyor. Hiyerarşik yapı sırasıyla 41 kişiden oluşan HPG Meclisi, 5 kişilik ana karargâh komutanlığı, 11 kişiden oluşan HPG Komuta Konseyi ve kol komutanlıkları şeklinde yer alıyor. Komutanlıklara bağlı birimler ise akademiler komutanlığı, öz savunma güçleri, özel kuvvetler ve YJA-STAR (Özgür Kadın Birlikleri) adlarıyla tanımlanıyor. Bütün bu birimlerin başındaki isim Suriyeli Dr. Bahoz Erdal kod adlı Fehman Hüseyin. HPG'ye bağlı savunma alanları ise kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrılmış durumda. Bu iki birim de kendi içinde 3 saha ve 19 alana bölüştürülmüş bulunuyor.

Kadın alan merkezi tamamen kadınlardan oluşan birimleri kapsıyor. Canlı bombaların hazırlanmasında ve örgüt propagandasında bu alan en aktif şekilde kullanılıyor. KJB (Koma Jina Bilind - Yüksek Kadınlar Topluluğu), PAJK (Kürdistan Özgür Kadınlar Partisi), YJA (Özgür Kadın Birliği) Jina Civan (Genç Kadınlar Örgütlenmesi) ve YJA-STAR bu alana bağlı çalışıyor. Terör örgütünün devlet şemasında sosyal alan merkezi ise sosyal komite, halk sağlığı komitesi, dil ve eğitim komitesi, özgür yurttaşlık koordinasyonu, ekonomi ve maliye komitesi şeklinde sıralanıyor.

Gençlik örgütlenmesine bakan bu birim Türkiye, Suriye, Irak, İran ve Avrupa'daki gençleri örgüte kazandırmayı hedefliyor. Daha çok üniversite öğrencilerinden oluşan bu yapı, aynı zamanda öğrencileri kitlesel eylemlerde de kullanıyor. Militan eğitimi ise dağlarda değil şehirlerde veriliyor. Bu yapıyı Türkiye'de YDGH (Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketi), İran'da TCD, Irak'ta TCM, Suriye'de TCA gibi isimlerle anılan talebe cemiyetleri temsil ediyor. Avrupa'daki gençlik yapılanmasının adının Kürdistan Öğrenciler Birliği (YXK) olduğu belirtiliyor.

PKK'NIN ALEVİ VE YEZİDİ YAPILANMASI DA VAR

Terör örgütünün şemasında en dikkat çeken kısım ise siyasal alan merkezi. Bu birimde yer alan yapılanmalar oldukça ilginç. Azınlık ve inanç grupları komitesi, hukuk komitesi, dış ilişkiler komitesi, ekoloji ve yerel yönetimler komitesi bunlardan sadece birkaçı. Dış ilişkiler komitesi bünyesinde Avrupa Demokratik Toplum Koordinasyonu (CDK), Kürt Yezidiler Birliği, Kürt Aleviler Birliği, Kürdistan Hukukçular Birliği, Kürt Sanatçılar Birliği, Kürdistan İmamlar Birliği, Kürdistan İşçiler Birliği, Kürdistan Yazarlar Birliği, Kürdistan Kadınlar Birliği ile Avrupa Kürt Dernekleri Federasyonu (KON-KURD) gibi birimler yer alıyor. Bütün bunlar Avrupa'da yasal olarak faaliyet yürüten yapılanmalar şeklinde zikrediliyor. Ekoloji ve Yerel Yönetimler Komitesi bünyesinde Türkiye'de faaliyet yürüten Demokratik Kuruluş Birliği (DKB), İran'da bulunan Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK), Suriye'deki Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve Irak'ta seçime dahi giren Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) gibi oluşumlar yer alıyor.

Örgüt şemasında Avrupa'da faaliyet yürüten bütün federasyonlar KON-KURD'e bağlı olarak anılıyor. Avusturya Kürt Dernekleri Federasyonu (FEY-KOM), Danimarka Kürt Dernekleri Federasyonu (FEY-KURD), Hollanda Kürt Dernekleri Federasyonu (FED-KOM), İsveç Kürt Dernekleri Federasyonu (FKKS), Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu (YEK-KOM), Belçika Kürt Dernekleri Federasyonu (FEK-BEL), Fransa Kürt Dernekleri Federasyonu (FEYKA), Britanya (İngiltere) Kürt Dernekleri Federasyonu (FED-BİR), İsviçre Kürt Dernekleri Çatı Örgütü (FEKAR) söz konusu yapılanmada görülüyor

4 Şubat 2009 Çarşamba

İŞTE PROVOKASYONUN MERKEZİ

Türkü, Kürdü, Ermeniyi, Rumu birbirine düşüren 35 sitenin yapımcısı Yüzbaşı çıktı.







Kürt, Ermeni, Rum, dindar düşmanı internet sitelerinin tümünü Ergenekon tutuklusu emekli yüzbaşı bilişimci Ataman Yıldırım’ın kurduğu ortaya çıktı.
HEPSİ İÇ SAVAŞ ÇIKARTACAK SİTELER
İçeride ve Türkiye’nin komşularıyla savaş çıkartacak kadar düşmanca tezler içeren “derin devlet” internet siteleri son zamanlarda hızla çoğaldı. Devletin en gizli birimlerinden beslenmeden sürdürülemeyecek kadar zengin ve güncel içerikli olan bu sitelerin esrarı düne kadar sürdü.
KURUCUSU ERGENEKONCU ÇIKTI
Son Ergenekon operasyonu internette yürütülen psikolojik savaşın başrolündeki kişiyi ortaya koydu: Emekli deniz yüzbaşı Ataman Yıldırım. Böyle yüzlerce site kuran Yıldırım’ın halen TSK’da sivil memur olan Mehmet Bülent Sarıkahya ile de düzenli ilişki içinde olduğu belgelendi.
Uzun süredir internette terör, irtica, Ermeni sorunu, PKK, Batı Trakya, Kıbrıs konularnıda araştırma yapanların karşısına kim tarafından hazırlandığı bilinmeyen bu çok profesyonelce hazırlanmış ve çok sık güncellenen Türkçe ve İngilizce siteler çıkıyordu.
Profesyonelce hazırlanılıp, yönetilen bu sitelerin “net”, “org” ve “com” uzantıları da satın alınmakla kalınmamış, aynı başlıklarla ilgili muhtemel adlardan da daha pek çok site ismi satın alınıp bu sitelere yönlendirilmişti. (http://www.naksilik.com/ yazınca, irtica sitesine; http://www.yunanli.com/ yazınca da Yunanlıların Batı Trakya ve Kıbrıs katliamlarına ulaşıyorsunuz)
Türkiye’de hem İngilizce yayın yapıp hem de güncelleştirilen çok az site olduğu biliniyor. Pek çok profesyonel sitede olmayan zengin içeriklere sahip bu sitelerin çok güçlü bir bilgi, belge, fotoğraf, video arşivi kullanılarak hazırlandığı da açıktı. Tüm bunlara rağmen bu kadar emek, para ve zaman ayırarak bu siteleri hazırlayan hakkında sitelerin hiçbirinde herhangi bir bilgiye rastlanmıyor, birbirinin aynısı olan iletişim bölümlerinde de karşınıza otomotakik bir mesaj gönderme sisteminden başka bir şey çıkmıyordu.
Peki devletin kırmızı çizgileri içindeki (terör, irtica, PKK, Ermeni soykırımı, Kıbrıs, Batı Trakya) tüm başlıklarla ilgili resmi tezlerin anlatıldığı, pek çok isim, kurum hatta ülkeye yönelik suçlamalarda bulunan bu siteleri kim hazırlıyor ve güncelliyordu?
İşte bu soruya cevap Ergenekon soruşturmasının son dalgasında gözaltına alınıp tutuklanan bilişimci Hüseyin Ataman Yıldırım sayesinde bulundu.
Eski Denizci, Yeni Bilişimci
Hüseyin Ataman Yıldırım’ın adı Ergenekon’un son dalgasında gözaltına alındığında Çağdaş Türkiye Partisi Genel Başkanı ve Tuncay Özkan’ın sanal örgütü “Biz Kaç Kişiyiz Platformu” sözcüsü olarak geçti. Ama eski bir Deniz Subayı olan Yıldırım’ı asıl ilginç kılan Mecidiyeköy’de bulunan “Naryaz” adlı yazılım şirketinin de sahibi olması, internetteki faaliyetleri, askerlerle kurduğu ilişkilerdi.
Asker bursuyla ABD’ye
Tutuklanmasının ardından halen şirketin genel müdürlüğünü yürüten kızının medya organlarına gönderdiği bilgilere göre “Ataman Yıldırım 1950 doğumlu. Yıldırım, denöz önyüzbaşılığınının son senesinde istifa edip, sivil hayata geçmiş, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından burslu olarak gönderildiği ABD’de aldığı ‘Computer Science’ eğitimin ardından da Bilgisayar Yüksek Mühendisi olarak 1984’te bu alanda ticari faaliyetlerine başlamış”
Karargahevleri’nden isimlerle
Yıldırım, Deniz Harp Okulu’ndaki aynı devreden emekli ve muvazzaf arkadaşının da üye olduğu “4000ler.trnt.com” adlı sitenin kurucusu ve yöneticisi. Yıldırım’ın öncülüğünde pek çok buluşma ve yemeğin organize edildiği sitenin ünlü üyeleri var. Bunlardan en ilginci ise adı Ergenekon davasıyla gündeme gelen Karargah Evleri oluşumu hakkındaki MİT belgesinde geçen Kuzey Deniz Saha Komutanı Koramiral A. Feyyaz Öğütçü.
Sitedeki forum panolarına göre Ergenekon tutuklusu Yıldırım ile Öğütçü arasında güçlü ilişkiler var. Sitenin üyeleri arasında aynı belgede adı geçen ve son YAŞ’ta emekliye ayrılan Ali Deniz Kutluk ve Özden Örnek ile ilgili bazı iddialar da Fatih Altaylı tarafından adı gündeme getirilen emekli tümamiral Özer Karabulut’a da rastlanıyor.
“4000ler.trnet.com” adlı sitenin sponsorları olarak ise Ataman Yıldırım’ın sahibi olduğu Naryaz şirketi, Tr.net ve Orta Doğu Yazılım Hizmetleri A.Ş.’nin adları sıralanıyor.
35 site tek adres
Ortadoğu Yazılım adlı şirketi ile karşılaşılan tek yer burası değil. Haberde bir kısmı sıralanan benzer içeriklere sahip 35 farklı sitenin domain (yer) sağlayıcısı aynı: Ortadoğu Yazılım Hizmetleri A.Ş. Ve bu siteler alınırken de iletişim için verilen e-mail adresi de hep aynı: hayhaytr@yahoo.com .
Yani irtica, PKK, soykırım iddiaları, Kıbrıs, Batı Trakya ve terör gibi konularda yayın yapan birbirinden bağımsız ve hiçbir isim geçmeyen siteler tek bir adres tarafından hazırlanmış, güncelleniyor.
Hayhay belgesi
Ergenekon’un son dalgasında tutuklanan Ataman Yıldırım’ın ev ve işyerinde yapılan aramalarda bulunan “hayhay” adlı bir belge ise tüm sitelerin kontrol edildiği merkez hakkında ilginç bağlantıları ortaya çıkardı. Belgede Yıldırım’ın Mecidiyeköy’deki Murat Muhallebicisi’nde buluştuğu Mehmet Bülent Sarıkahya adlı kişiyle yaptığı bir görüşme notları yer alıyor. Notlara göre ikili “irtica.net” “irtica.org” “gencizbiz.net” “gençlik.info” “pkkgerçegi.net” “turkses.org” “naksilik.com” “turkatak.gen.tr” “turkihsgenocide.net” “ozgurgenc.net” adlı siteler ve notta “başkanlık siteleri” denilen “gnkur.org” ve gnkur.net” için yazılım ve içerik desteği üzerinden konuşuyor. Telefon numaraları ve başka isimlerin de bulunduğu notta “Ortadoğu yazılım ile irtibata geçilmesi” ve “Feyyaz Amiralle görüşülmesi” gibi ibareler dikkat çekiyor.
TSK’da sivil memur
Taraf Gazetesi’nin ulaştığı bilgilere göre Yıldırım’ın görüşmeyi yaptığı Mehmet Bülent Sarıkaya TSK’da sivil memur olarak çalışıyor. Bütün sitelerin içerik sağlayıcıya verdiği ortak e-mail hayhaytr@yahoo.com adresine de Mehmet Bülent Sarıkaya’ya ait olduğu tespit edilen “ms3124829725@ttnet” ADSL aboneliğinden pek çok kez girilmiş. Aynı mail adresinin Ortadoğu Yazımlı Hizmetleri A.Ş.’ye ait ip numaralarından da zaman zaman girilip kontrol edildiği anlaşılıyor. Taraf’ın ulaştığı tüm bu bilgiler isimsiz yayın yapan sitelerin aynı merkezden kontrol edildiğini ortaya koyuyor.
Sitelerin hazırlanmasında bir Ergenekon tutuklusu ve TSK’da görevli bir sivil memurun adlarının geçmesi ise bu sitelerin psikolojik harekat için hazırlanıp hazırlanmadığı sorularını da beraberinde getiriyor.

26 Ocak 2009 Pazartesi

Her birim kendi içindeki ETÖ uzantılarını temizleme kararı aldı

Polis Akademisi öğretim üyesi ve Taraf Gazetesi yazarı Önder Aytaç'la Ergenekon soruşturmalarının polis ayağını konuştuk. Aytaç, Emniyet'in kendi karanlık yanıyla yüzleşebilmesi için devletin güvenlik kurumları hiyerarşi sıralamasındaki yerinin yeniden gözden geçirilmesinin gereğine inanıyor. 


 


Neden Ergenekon kapsamında şu an fiilen çalışan polis personelini pek görmüyoruz? Bir Adil Serdar Saçan ile bir İbrahim Şahin ile bitiyor mu bu iş? 

-Bu operasyonun dalgaları bitmedi ki, bekleyin inanın birçok emniyetçinin daha bu bağlamda yakalandığını göreceksiniz. 

-Acaba? Yoksa tuz da koktu da haberimiz mi yok? 

-Polis tuz değil ki ve keşke olsa. Tuz da kokmadı ayrıca. Polisteki bu yapının içerisinde olanların hepsi çok net biliniyor. Ve bir şekilde ya pasif görevlere alınıyor, ya da bırakılıyor ki daha da çok bu yapıyla içli dışlı olsunlar ve Ergenekon dalgalarının nerelere kadar gittiğinin net resimleri çekilebilsin. Sonunda inanın ya hepsi de meslekten ihraç edilecekler ya da ben size yeniden röportaja gelecek ve söz veriyorum tek tek hepsini gerekçeleri ile birlikte sayacağım. İbrahim Şahin ifadesinde "Üç yüz tane etkili kişiyi bana bulmam söylendi, ben güvenlik müsteşarı olduğumda onlarla birlikte çalışacaktım" diyor. Bu üç yüz tane polisin isminin tespit edildiği medyada da yer aldı. Aynen bunu Şahin'e diyenlerin ve buna aracılık edenlerin de kim olduğunun bilindiği gibi. 

-Peki, bunları ne zaman göreceğiz? 

- Her sene iki yüz elli, üç yüze yakın görevi kötüye kullanmış olmaktan dolayı meslekten ihraç edilen polis var. Son on beş yıllık süreç için diyebilirim ki, polis gerçekten kendisini yenilemekte ve daha demokrat bir Türkiye olması için çalışmaktadır. Ayrıca emniyetin güvenlik birimleri içerisindeki hiyerarşik sıralanması Türkiye'de nasılsa, organize suç yapılarına bulaşmış olmasındaki hiyerarşik sıralaması aynen öyledir dersem muzipçe bir yanıt mı vermiş olurum acaba? 

-Yoo, merak uyandırırsınız. Mesela bugün nedir Emniyet ile Mit'in ilişkisi? 


Hanefi Avcı diyor ki Susurluk sürecinde MİT'e ayrılmış olan bütçe 500 ise, Emniyet'e ayrılmış olan bütçe 40'dı. Yani bütçeleri bile böylesine farklı olan iki kurum arasında rekabetten söz edebilmek mümkün değil ki. Bugün daha çok halkın içerisinde olan bir polis ve işinin doğası gereği toplanılan ham bilgileri sistematize raporlar haline getiren bir MİT var. Arada çekişme oluyordur elbette zaman zaman ama hep de çekişme içindelerdir demek doğru olmaz. 


-Mesela en basitinden PKK'lı sayısında anlaşabiliyor mudur bizim kurumlar? 


-Bir toplantıda kaç PKK'li dağda diye sorulunca, birisi 5000, birisi 3500, birisi de 5500 diyorsa, herkes bunun gerekçelerini de arka arkaya sıralıyor ve ondan sonra da en sağlıklı bilgi neyse, ya o bilgiye uyum sağlıyorlardır ya da tak diye emredileni şak diye kabul edip bir karar alıyorlar, sonraki toplantıda da olanları görüp değerlendirmelerini yeniden yapıyorlardır. Kısacası kendini yenilemeyen bitiyordur. 

-İşbirliği ve koordinasyon anlayışları böyle yani! 

-MGK'nda Jandarma Genel komutanının oy hakkı varken, MİT müsteşarının söylemiş olduğu şeyler dikkatle dinlenilirken ve müsteşarlık olarak isimlendirilirken, Emniyet genel müdürünün durumu yalnızca bir genel müdürlük olarak varsa ne olur? Lütfen bu sorunun yanıtını bir de siz düşünün. Biri Jandarma genel komutanlığı koca komutanlık yani ve kırsalda % 28 nüfusa güvenlik hizmeti yapıyor. Diğeri şehirde aynı görevi yapıyor hem de bir genel müdürlüğün il temsilciliği olarak. Diğeri de MİT müsteşarlığı. Yani koca müsteşarlık. Kısacası Müsteşarlık, genel komutanlık ve genel müdürlük. Devletteki sıralaması nasıldır yahu da sen bana bunu soruyorsun. Hem yeni kurulacakmış-mış-mış gibi yapılan güvenlik müsteşarlığı da baştan etkin ve gerçek yetkilerle donatılmış bir birim gibi düşünülürken, şimdi içi boşaltılmış bir kese kağıdı görüntüsüne dönüştürüldüyse daha ne konuşabiliriz ki? 

-Emniyet bu hiyerarşik eşitsizliğe gocunuyor mu? 

-Bence sessiz kalsa da bundan için için gocunuyordur tabii. 

-Emniyet'in yeterince önemsenmediğini düşünmesi diğer kurumlarla ilişkilere nasıl yansıyor? 

-Kurumlar yan yana durduklarında "Bizim başımızda bir adam var ki durumu içler acısı. Biz ne anlatırsak anlatalım bizim söylediklerimizi anlamıyor. Ve biz, o ne derse onun dediğini yapmak zorundayız. O yüzden abi kusura bakma. Biz de biliyoruz, sizin dediğiniz çok doğru ama kusura bakmayın" diyor olabilir mi ki? Sonra da "Ya madem durum böyle, buradan da ancak böyle bir karar çıkacak" diyor mu ki? Çünkü öyle istiyorlar ben de istenileni veriyorum diyor mu ki? 

-Önder Hoca ben hiçbir şey anlamadım! 

-Hahaha hahahaha... Ya Nuriye Akman sen de yıllarca Ankara'da oturdun. Bana sorduğunuz sorunun yanıtını benden daha iyi biliyorsundur. 

-Yani Emniyetin bir olaya bakışı ile jandarmanın, ordunun, MİT'in aynı olmadığı için mi PKK'nın sonu bir türlü getirilemiyor? 25-30 yıl devam eder mi bir çatışma? 

-25- 30 yıldır devlet olarak bir tane Kürtçe televizyon yapmamışsan kimin hatası bu? Mahkemeye geldiğinde tek kelime Türkçe bilmeyene mahkemede Kürtçe konuşturmamış ve yasak koymuşsan kim hatalı sence? Sen hapishaneye düşmüş birisine annesiyle konuşma izni vermemişsen kimin hatası bu? Digor da eğitim vermemişsen, Serkan Şeker gibi kaymakam göndermemişsen kimin hatası bu? Bombaları bırakanları görüyorsunuz sağa sola şimdi değil mi? Evlerinde bile tutmuyorlar artık. Demek ki bir şeyler değişmiş değişiyor ve korku dağları sardı. Bundan geri dönüş de çok zordur artık. 

-Kim bu bırakanlar? Birisi dedi ki Güneydoğu'dan hatıra aldığı bombalar onlar! 

-Böyle bir kepazelik olur mu ya. Kim bunu saçmalayanlar. Bunlar işte otuz yıldır PKK sorununun bitmesini istemeyenler. Hizbullah ve İbda-C'de bunlar işte. Emniyete göre, Türkiye'de faili meçhul yoktur. Uğur Mumcu'nun da, Bahriye Üçok'un da başka isimlerin de hepsinin failleri bellidir. Ben bomba imha kurslarında da ders vermiş olan birisiyim. Hakikaten para için yapılmayacak olan bu zor görevi yerine getiren, dünyanın en tatlı insanlarıdır burada çalışan arkadaşlar. Diyorlar ki, şu delikli bombayı Türkiye'de bir tek şu hazırlar. Niye diyorum, çünkü bir gün bombayı bulurken parmakları kırılmıştır, o hep imza atar gibi delikli bomba yapar diyorlar. O delikli bombayı da Türkiye'de hazırlayan şudur diyorlar ve arka arkaya bazı tarihleri sıralayıp, bulunan / patlayan bombalar onun delikli bombalardır diyorlar. Ben de ya bu adam ne diyor diye aval aval suratına mı bakmalıyım? 

-Emniyet bunları biliyor da niye biz hala 17 bin faili meçhulden bahsediyoruz? 

-Bence biliniyor ama söylenilmiyor. Söylenmesi için dinleyecek, anlayacak ve dinlediklerine önem verecek ve düzeltecek yetkililer olması lazım değil mi?. Önceden tek tip medya , tek tip konulara yaklaşım olduğu için söylenemiyordu. Şimdi ise tek tip, tek yolcu düşünce sistemi oldukça aşıldığı için söylenebiliyor azar azar da olsa... 

-Niye medyanın üstüne atıyorsunuz suçu. Emniyet açıklasın ne biliyorsa. 

-Emniyet nasıl açıklayacak. Ben size bir örnek vereyim. Terörle mücadele yasasında, TCK ve CMK'da yapılması arzu edilen değişiklikler ile ilgili olarak, dönemin Emniyet Genel Müdürü Gökhan Aydıner NTV'nin muhabirini çağırıyor, diyor ki Emniyet'in bu kanun değişiklikleri ile ilgili bu görüşleri savunmaktadır. Sayın Genel Müdürün yaptığı açıklama, ile alttaki birimlerden, daire başkanlıklarından gelmiş olan düşünce ile taban tabana zıt, yüzde yüz ters olan bir açıklama. Eğer birileri gözaltında tutulma sürelerinin uzatılmasını istiyorsa, bunu isteyen vallahide billahide tallahide kesinlikle emniyet değil. Bunu isteyen Türkiye'nin daha demokratik hukuk devleti olmasını istemeyenler, Avrupa Birliği ile bütünleşmiş olmasını istemeyenlerdir. Düşünebiliyor musunuz, çevik kuvvet polisinin sorunları ile ilgili bir bilimsel çalışma yapılıyor, anketler düzenleniyor ve sonra da çözüm önerileri sayfalarca sıralanıyor ve bu kitap Emniyet'in kendi matbaasında basılmış olmasına rağmen, o dönemin Emniyet Genel Müdürü tarafından yasaklanıyor ve kitap yasak yayın haline getiriliyor. Yani sorunlar belli, çözümler belli. E o zaman çözsene kardeşimmmm! 

-İbrahim Şahin "Bana müsteşarlık teklif edildi" gibi bir yalanı ne cesaretle söylüyor? 

-Yalan değil. Söylediği isimler önemli. Bekir Uğurlu paşaya sorun, teklif etmiş mi, etmemiş mi? Dostum Metin Gürak paşaya sorun, halkla ilişkiler ve medyadan sorumlu daire başkanı, acaba konuşmamışlar mı? Ve sonra yeni kurulacak olan güvenlik müsteşarlığı dediğimiz yapı çok da öyle önemli bir birim değildir ki. Başta Jandarma ve Emniyet'i bir araya getirip, hakikaten sivil otoriteye bağlı bir kurum oluşturuluyor gibi yapıldı, sonradan da kof, içi boş bir yapı oluşturuldu, hiçbir işe yaramayacak. Yapılan her türlü yanlıştan dolayı sivillerin hırpalanacağı bir güvenlik müsteşarlığı kavramı oluşturuldu. Ve davul boyunuzda olurken, tokmak başka yerde olacak. İnanılmaz yanlış ve hatalı bir yapı kuruldu. 

-"Aktütün baskınını ben haber verdim" derken de doğru mu söylüyor? 

-Bence doğru söylüyor. Oturuyorlar ve ne yaparsak işleri daha da karıştırırız ve biz sürekli güçlü gözükürüz ve insanları da keriz yerine koyamaya devam ederiz diyorlar. Çünkü kendilerince vatanı böyle kurtardıklarına inanıyorlar. İlhan Selçuk'un anlatımıyla, bazen vatanı kurtaranlardan kurtulmak çok daha zor oluyor. 

-MİT'in "Bu bize resmi değil, sosyal ilişkilerle geldi" açıklaması şık mı? 

-Demek ki sosyal ilişkileri çok kuvvetli bir MİT'imiz var. Kayserili işadamına sorulunca 2 artı 2 kaç eder diye, diyor ki alırken mi verirken mi? Demek ki MİT'in sosyal ilişkileri de hariciyeciler gibi çok kuvvetli. Ve aynı belgeden bir yayın organı Tuncay Güney'in MİT elemanı olduğunu, diğeri de JİTEM olduğunu çıkartıyor. Bu bilgileri de Emniyet'ten Adil Serdar Saçan sorgu yaparken topluyor. Enteresan değil mi? 

-Silah tarlalarının krokileri gerçekten aramalarda mı çıktı ortaya, yoksa çoktandır biliniyordu da şimdi tozlu raflardan mı indi? 

-Hayır aramalarda bulundu onlar. Bu terör örgütü mensupları kendilerini öylesine güvenlikli bir alanda hissediyorlar ki, kendi evlerinde saklayabiliyorlar bu belgeleri. Yani ben hep böyle yaptım. Ben devletim, bana hiç kimse dokunamaz diyor adamlar. 

-Yine de bu krokileri evinde saklayacak kadar salak olmamaları gerekmez mi? 

-Şimdi o kadar akıllı ve pervasızlar ki, kimse bu eve gelip arayamaz / bakamaz diyor. Ben devlet adına yapıyorum zaten bu haltları diyor. O kadar pervasızlar yani. Yıllardır 'köpeksiz köyde değneksiz gezmişler' ve bunu hep de yapmışlar. Şimdi işin bittiğini ve artık yapamayacaklarını anladıklarında da ellerindeki bombaları bile pazar torbaları ile sokak ortasına bırakacak kadar da korkak, kişiliksiz ve suçlular... 

-Yani devlet bunu bilmiyor muydu 2004'den beri? 

-Veren kimse silahları o biliyordu elbette. Verenler merak etme koçum sana bir şey olmayacak diyordu. Aynı Alpaslan Aslan'a sen Danıştay'ı bas, biz de seni daha sonra dışarıya çıkarırız dedikleri gibi. Ya da İbrahim Şahin'i suçlu olsa da Cumhurbaşkanı'na affettirdikleri gibi, teröristleri bile Cumhurbaşkanına affettirdikleri gibi, seni de Aslan Alpaslan oradan kurtaracağız sözünü vermelerindeki gibi yani. Baksınlar Ergenekon Terör Örgütü devlet şemasının içinde nerede idi, oklarla gösterilerek hem de yıllardır... 

-İyi de Ak Parti hükümeti ne yaptı o zaman, uyudu mu? 

-Bence uyumadı. Ama ilk iktidara geldiklerinde Abdülkadir Aksu, Vecdi Gönül ve Cemil Çiçek dışında devleti çok iyi tanıyan ve bilenleri yoktu. Sonradan sonradan öğrenmeye başladılar. Öğrendikçe de bazıları sindi sustu, makamları yükseldi. Bazıları da, ya onlarla uzlaşmaya gitti, ya da başbakan gibi dik başlı olunca 8 farklı suikastla kurban gitme durumuna geldi. Ama şimdi artık Özal gibi 'bir bayramlık, bir idamlık gömleğim var' deme noktasına geldiler. Abdullah Gül gibi birisi değil Cumhurbaşkanı olmak devlet dairelerinin gölgesinde dinlenmek için bile oturamazdı. Recep Tayyip Erdoğan gibi imam hatipli birisi Türkiye de kaymakam bile olurken zorlanırdı. Ama milletin acayip bir teveccühü oldu. E o zaman artık daha da yükselecek yer yok, her ne varsa Türkiye de hukuk devleti olmanın önünü tıkayan, hesap verebilirliği sınırlayan, totaliter rejim artığı her şeyi hukuk içinde yurttaş merkezli hale getireceksin. Ya da 'seni ham yapar bu zilliler' şarkısını dinleyeceksin Sezen Aksu'dan. 

-Bu soruşturmayı polis mi yürütüyor, yargı mı? 

-Elbette yargı yürütüyor. Biz sadece Savcı Öz'ü görüyoruz. Hâlbuki bir tek savcı Öz yok ki bu davada. Teknik takiple ilgili, fiziki izleme ile ilgili, ev aramaları ile ilgili, evlere-işyerlerine yapılan baskınlarla ilgili, gözaltına alınma ile ilgili, gözaltı süresinin uzatılmış olmasıyla ilgili kararları veren farklı farklı en az 20-25 tane savcı, en az 15-20 tane benzer kararlar veren hâkimler var. Hatta devleti İstanbul'da temsil etmiş olan en üst derecedeki generaller bile, İstanbul emniyet müdürlüğündeki bilgi ve belgeleri görünce dudakları uçukluyor ve 'bizim devletin köklerine dinamit koymuş bu Ergenekon Terör Örgütü diyerek, operasyonları yapan görevlileri defaatle tebrik edip, yüreklendiriyorlar. 

-Yani emniyet ile asker ortak mı çalışıyor? 

-İşin gereği zaten polis ve jandarma adliyeye intikal etmiş olan olaylarda savcıya yardımcı birimler olarak çalışır. Ve hepsi de savcının emrinde hareket eder. Yani savcının talimatları dışında nefes bile alamazlar. 

-Tuncer Kılınç'ı ordu neden teslim etti? 

-Eski istihbarat daire başkanı Sabri Uzun'un güzel bir açıklaması vardı. Hırsız evin içerisinde ise ona çare yok diyordu. Tuncer Paşa'yı teslim etmeyin diye kendi içlerinde bir genelge yayınlamış olanlara rağmen, TSK hukuka büyük bir saygı içerisinde, soruşturmanın selameti için, onu da diğer rütbelileri de teslim etti yargıya. Neden peki? Çünkü askeriyedeki insanların az bir kısmı hariç geriye kalanların hepsi sen gibi, ben gibi düşünüyorlar ve şeffaflıktan ve hukukun üstünlüğünden yanalar. 

-Tuncay Güney'i nasıl algılıyorsunuz? 

-Tuncay Güney açıklamaları hiç yapmasaydı da gene Ergenekon terör örgütü ile ilgili soruşturma bu noktalara gelirdi. Çünkü elde 60 terabayt bilgi birikimi var. TRT-2 de yaptığı açıklamalar ise devlet televizyonuna güvenmesinden olabilir. Ama bu açıklamalar olsa da olmasa da ETÖ ile mücadele devam eder ve bu sonuçlara gene kavuşulurdu. Demek ki devletin karar mekanizmasındaki insanlar böylesi ezik insanlarla çalışmış olmaktan mutlu oluyorlar. Ya da birbirlerini karşılıklı kolayca kullanabiliyorlar. 'Körlerle sağırlar birbirini ağırlar' atasözünde de anlatıldığı gibi yani. Bence devletin içindeki her birim kendi içindeki ETÖ uzantılarını temizleme kararı aldı ve bu da adım adım gerçekleşiyor. Pırıl pırıl bir Türkiye'nin kapısı aralanacak ve artık geri dönülmesi de olanaksız. AKP de Turan Çömez gibi kendisine uzanan kolları kesmek zorunda... 

NURİYE AKMAN
18 Ocak 2009, Pazar

Cem Ersever Cinayetinin Sırrı

Cem Ersever öldürülmeden önce kimler aradı? Ersever kime karşı uyarıldı? Ersever cinayetinin bilinmeyenleri...

Gazeteci yazar Agaşe anlatıyor: Ersever'in eşiyle röportaj yapmıştım. Bana Ersever öldürülmeden hemen önce İbrahim Babat ve Mahmut Yıldırım'ın aradığını, Babat'ın Yıldırım konusunda uyardığını anlattı. Birkaç gün sonra da Ersever'in ölüsü bulundu. Babat'ın nerede olduğunu biliyoruz ama ona bu sorular sorulmuyor

Cem Ersever cinayeti ile ilgili 11 yıl önce bir kitap yazdınız. Kitap şimdi bir anda konuşulur oldu. 

Evet, üzüldüm çünkü ben geçen sene 5. kitabını çıkarmış bir gazeteci-yazarım. 'Cem Ersever Gerçeği' 7. baskısını yaptı, beni kimse aramadı ama Tuncay Güney'in ifadelerinin ortaya çıkmasından sonra bir anda telefonlarım çalmaya başladı.

Tuncay Güney'in ifadelerinde isminizin geçmesine şaşırdınız mı?
Tuncay benim eskiden tanıdığım bir arkadaş. Doğan Grubu'nun çıkarttığı Yeni Ufuk gazetesinde çalıştığım dönem tanışmıştık. 

O zaman da böyle eksantrik miydi?
Bizim gibi gazetecilik yapmaya çalışan, araştırmaya meraklı, hayal dünyası geniş bir arkadaşımızdı. 

Hayal dünyası geniş tabirinin üzerinde duralım.
Evet, ben anlattıklarının Tuncay'ın çok üzerinde olduğunu düşünüyorum. 

'Atıyor' mu yani?
Öyle demiyorum ama istihbarat ya da gizli servislere çalışanlar kapalı insanlardır. Gizli servis mantığıyla hareket ederler. Oradan bilgi almak Güney'in anlattığı kadar kolay değil. Ben yıllarca o insanların içindeydim. Onun anlattığı boyutta ilişkilerim hala yok o insanlarla. Mesela bir Veli Küçük portresi çiziyor, çok rahat biri gibi anlatıyor Küçük'ü. Oysa kendi çocuklarının yanında düstur durduğu bir kişidir Küçük Paşa.


ERSEVER'İ ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ TANIRDIM

'Yıllardır istihbaratçıların içindeyim' dediniz. Neden?
Babam istihbarat elemanıydı. Çocukluğumdan beri o çevrenin içindeyim. Ama altını çiziyorum: ben gazeteciyim. Hiçbir servisin elemanı değilim. Cem Ersever ile babamın dostlukları vardı. Ersever'i çocukluğumdan beri tanırdım.

Ersever cinayetinin Ergenekon soruşturması ile ne gibi bir ilgisi var? Kitabınız bugünkü soruşturmalara hangi açıdan ışık tutabilir?
'JİTEM diye bir şey var mı' diye tartışılıyor hala bu soruşturma kapsamında. Oysa bu birimin varlığını Cem Ersever'in ağzından açık seçik veriyor kitap. Dava paralelinde içeri alınan bazı insanlar JİTEM'in kuruluşundan itibaren orada yer almış isimler. Ersever'in yazdığı kitapları ve mücadelesini doğru algılarsak Ergenekon soruşturmasında önemli bir pencere açılacağını düşünüyorum.

KÜÇÜK YARGILANIYOR YEŞİL ORTADA YOK

O pencereyi açmak için önce nereye bakmak lazım?
Örneğin Mahmut Yıldırım ya da kod adı ile Yeşil bir dönem çok konuşuldu. Birçok örgüt ondan faydalandı. Veli Küçük ile ortak çalışmaları olmuş Yıldırım'ın. Küçük bugün yargılanıyor ama Mahmut Yıldırım ortada yok. Kimse sormuyor ya da biz duymuyoruz. Bir de mesela İbrahim Babat var. Suriye kökenli, JİTEM bünyesinde çalışmış. Kırklareli cezaevinde yatıyordu. Salıverilmiş olabilir ama hiç ortada yok. Kimse onu sormuyor.

Neden sorsun? Ne bağlantısı var?
Ersever'in eşi hayatta. Onunla kitap için bir röportaj yapmıştım. Orada anlattı. Cem Ersever'in ölümüne yakın günlerde Yıldız Hanım'a bir telefon geliyor. Arayan 'Cem Abi'ye birkaç gündür ulaşamıyorum, lütfen konuşursanız beni aramasını söyleyin' diyor. Bu kişi İbrahim Babat. Sonra Mahmut Yıldırım denen şahıs da arıyor. En sonunda Babat tekrar arıyor ve 'Mahmut Yıldırım kendisini arıyor. Uzak dursun ve benimle bağlantıya geçsin' diyor. Ama Yıldız Hanım eşine ulaşamadığı için notu iletemiyor. Birkaç gün sonra da Cem Ersever'in ölüsü bulunuyor. Bu gün Babat hayatta ve nerede olduğunu biliyoruz ama ona bu sorular sorulmuyor. 

Babat'ın Ersever cinayetinde ismi geçiyordu...
Evet, adam öldürmeye teşebbüsten yakalandı. Kendi iddiasına göre pazarlık ettiler, 7 yıl sonra çıkacaksın dediler, kabul ettim diyor. Ama sonra 17 yıla uzattılar. Neden? Babat'ta bir şey var. Bir şekilde onu susturuyorlar. Bence acilen dinlenmeli. 

Peki ya Mahmut Yıldırım? Onunla ilgili bilginiz var mı? Yaşıyor mu? Yaşıyorsa nerede?
Öldüğünü kimse ispatlayamayacağına göre bence yaşıyor. Bu tip adamlar kendilerini nerede güvende hissederse orada durur. Bu yüzden belli bir yeri yoktur herhalde.

Kazılarda çıkan PKK'nın silahı olabilir

Tuncay Güney sizi işaret ederek insanların sizden ne öğrenmelerini istedi?
Beni bilinçli olarak mı işaret etti? Bilmiyorum. Ama ben Ersever ve JİTEM gerçeğini uzun araştırmalar sonucu döküm ve belgelerle ortaya koymuş biriyim. Kendi anlattıklarını doğrulama adına beni kaynak gösterdi, diye düşünüyorum.

Sizi de içeri çekmek istemiş olabilir mi?
Olabilir ama benim içeri çekilecek bir konumum asla olamaz. Çünkü ısrarla gazeteci konumunda duruyorum.

ULUSLARARASI BOYUT ÖNEMLİ

Soruşturma kapsamında Ersever'e namluyu doğrultanlar da var mı dersiniz?
Sonuçta Mahmut Yıldırım'ı kullanan insanlar var. Bu soruların o insanlara sorulması gerekiyor. Bence JİTEM'in oluşmasından itibaren insanlar kendi menfaatleri doğrultusunda büyüyüp bugünlere geldiler. Oluşumun başından itibaren varlık gösteren biri Veli Küçük Paşa. Bu yüzden ana eksenin Veli Küçük olduğunu düşünüyorum. Bu arada Ergenekon'u anlamak için uluslararası boyutta bakmak gerek. Dış güçler önemli.

Yani bu soruşturmada dış güçlerin etkisi mi var?
Olabilir. Bugün PKK'dan ele geçen ve kayıt altına girmeyen çok silah var. Belki toprak altından çıkanlar o silahlar. Ortadoğu, Türkiye ve ABD gerçeği var. Bu üçgeni yaratan menfaatler bazen karışıyor. Bunlara doğru bakmak lazım.

Abdullah Öcalan da Ergenekon kapsamında sorgulanmalı

Ersever dosyası kapsamında bazı isimlerin de soruşturmaya dahil edilmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Bir de neden dahil edildiği anlaşılamayan isimler var. Hükümete muhalif oldukları için gözaltına alındıkları iddia edilenler...
Sabih Kanadoğlu gibi isimlerden bahsediyorsanız ben onları şöyle açıklıyorum. Diyelim ki siz bir dergi çıkarıyorsunuz. Haftanın belli günleri bir takım kişilerle oturup sohbet ediyorsunuz ama onlar derginin çalışanı değiller.

Yani bir örgüt varsa ona dahil değil de üyelerle ilişkili kişiler diyorsunuz. Örneğin Doğu Perinçek de mi böyle bir isim sizce?

Biraz eskiye gidelim... Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Abdullah Öcalan ve Doğu Perinçek, Dev Genç'i kuran kadro. Gezmiş şehir örgütlenmesinin sorumluluğunu alıyor. Öcalan kırsalı örgütlüyor. Perinçek dergi çıkarıyor, basın kısmını üsleniyor ve ortaya Aydınlık çıkıyor. Uzun süre birlikte mücadele ediyorlar. Daha sonra Dev Genç'in başkanı Ertuğrul Kürkçü oluyor. Bir süre sonra aralarında anlaşmazlık oluyor ve ayrılıyorlar. Gezmiş ve Çayan ölüyor ama bugün PKK'nın lideri hayatta. Doğu Perinçek ise yargılanıyor.

Öcalan da Ergenekon kapsamında yargılanmalı mı diyorsunuz?
Belki de. Belki Gezmiş ve Çayan yaşasa onlar da yargılanacaktı bugün. 

Öcalan'ın soruşturma kapsamına alınması gibi bir olasılık görüyor musunuz?
Evet, olabilir. Soruşturmanın nasıl bir şekle geldiğini bilmiyoruz.

Çetin Agaşe'nin Beş kitabı var
Çetin Agaşe, 'Cem Ersever', 'Kod Adı Yeşil', 'Avrusya', 'Öfkeyle Vals' ve 'Nuh'un Üçgeni' adlı beş kitabın yazarı. Çerkes asıllı. Agaşe soyadı da Çerkesce 'Cuma' anlamına geliyor. Gazetecilik ve yazarlık yapan Agaşe devletin gizli örgütleri ve yapılanmaları üzerine çalışıyor.


ARKA PLAN
Ergenekon kapsamında yürütülen soruşturmalar ve devam eden gözaltılarla etraf arap saçına döndü. Kime ve neye inanacağımızı şaşırdık. Kimi dinleyeceğimizi de... Bu hafta bu karmaşa arasında yolumuzu bulmaya çalışırken Tuncay Güney'in yayınlanan ifadeleri arasında bir isim dikkatimizi çekti: Çetin Agaşe. Güney 'JİTEM ile ilgili doğru bilgi almak isteyenler Agaşe'nin 'Cem Ersever Gerçeği' adlı kitabına başvursun' diyordu. 
Biz de bunun üzerine Ergenekon denince ezberlenmiş laflar eden isimlerin dışında bir isim duyunca merak ettik ve cuma günü gazeteci yazar Agaşe ile bir araya geldik. Güney'in bahsettiği kitabı 11 yıl önce yazan Agaşe ilginç iddialarda bulundu. Ergenekon soruşturmasına Cem Ersever cinayetinin dahil edilmemesinin anlaşılır olmadığını söyledi ve 'Neden kimse Mahmut Yıldırım ve Kırklareli Cezaevi'nde yatmış olan İbrahim Babat'ı sorgulamak için harekete geçmiyor?' diye sordu. 
Agaşe Ergenekon'un da polisin operasyona verdiği isim olduğunu söyledi. 'Bu, örgütün adı değildir, ya da en azından henüz elimizde böyle bir bilgi yok' dedi.

(Nagehan Alçı / Akşam)

Ergenekon Temizliği Devlet Kararı

"Hilmi Özkök süreci değiştirdi. Büyükanıt karargahta değişti, Başbuğ askere hakim, ordunun tarihi değişimini iyi yönetiyor."

Gazeteci Avni Özgürel; “Ergenekon'u 28 Şubatçılar keşfettiler. Hilmi Özkök süreci değiştirdi. Büyükanıt karargahta değişti, Başbuğ askere hakim, ordunun tarihi değişimini iyi yönetiyor. Canı yansa da Ergenekon soruşturmasına destek veriyor, anti demokratik unsurların ayrışmasını istiyor. Ergenekon operasyonu ordunun bilgisi ve mutabakatı dışında yapılamazdı” görüşünü dile getiriyor.

Yaşatan devlet yaşasın… 



Kabul edelim ki bu toplumda devlete rağmen pek bir şey olmuyor, olamıyor. Türkiye'de hayat hep devletin çevresinde ve onun yukarından belirlemesiyle şekillendi. Böyle olduğu için bazılarımız devletçi, bazılarımız devlet, bir kısmımız da devlet karşıtı olduk. Devlet çatık kaşlıydı, sertti, acımasızdı, korkutuyordu, adil değildi, ideolojikti, uzaktı, dokunulmazdı, kayırdığı ve cezalandırdığı kesimler vardı… 

Uzun ve sancılı bir süreçten sonra eli sopalı buyurgan devlet algısı değişiyor, hizmet üreten, gözetip kollayan, sorumluluk duyan, hesap veren ve hesap soran bir yapıya doğru gidiyor. İnsani duyarlılığı olan bir yapı… İnsandan yana bir yapı… 

Devlet değişirken insan da değişiyor, ilişkiler de değişiyor. Değişimin temelinde yatan faktör hukuksuzluğun bitme sürecine girmesidir. Süreç ilerledikçe insanın insanla, insanın devletle ilişkisinde yön ve mahiyet de değişecektir. 

Ergenekon sürecinde devlet ve kurumların -zor da olsa- makul tavırları organize olmuş güzelliklerdir. Başlayan sürecin devamı; iyi, güzel ve faydalı olanı herkes için istemek ve süreçleri sabırla, temkinle, basiretle ve organize yürütmekle mümkün. 

Herkes, kendisi için tehditlerin ortadan kalkmasına çalışırken, başka bir kimsede de yeni bir tehdit algısına mahal vermeyecek tarza ulaşmalı. 

Sahici bir güven, çözülmez ilan edilen problemleri de suhuletle çözer. Devlet halkına güvenmeyi başarırsa yaşar ve yaşatır… 


Ergenekon'da ortaya çıkan ilişki ve bilgiler devlet içinde yuvalanmış olan illegal yapıların varlığına dikkatleri çekti. Öteden beri devletin içinde bu işlerle ilgili çekirdek bir yapı var. 

Ergenekon nedir, nerede başlar, nereye kadar uzanıyor? 

1970'lere kadar Gladyo ya da resmi adıyla Seferberlik Tetkik Kurulu, devlet bünyesinde Sovyet tehdidine karşı oluşturulmuş S ilahlı Kuvvetler bünyesinde bir yapıydı. Derin devlet dediğimiz oluşum ise 12 Mart dönemecinin ürünüdür. Muhtemelen MİT Müsteşarı Fuat Doğu'nun emri ya da bilgisi dahilindedir... 

Adı farklı olsa da devletin içinde bu tür oluşumlar hep var. Peki kimler yer almış? 

Herkes. Asker, polis, yerli/yabancı istihbaratçı, diplomat! Bankacı, işadamı, siyasetçi, gazeteci vardır bu organizasyonda. Yetmez, Ülkü Ocakları'ndan da, Dev-Sol'dan da grupları kontrol eder. 12 Mart döneminden itibaren, gerek sağ gerekse sol gençlik grupları içinde kurulmuş bağlantıları hazırdır zaten. 

Ne tür olaylarda parmak izleri var? 

Listesi dahi kitap eder! Tarihe Kanlı 1 Mayıs diye geçen olaydan tutun, Ecevit'e yönelik suikast girişiminden çıkın. Derin çekirdek ihtilal istiyordu bunu da gerçekleştirdi. 

'VATAN ELDEN GİDİYOR ÇETESİ' HİÇ YOK OLMADI 

Çeteleşmenin evreleri var... 

“Vatan elden gidiyor çetesi” hiç yok olmadı. Zamanla bu yapı “İş bitti dağılın” denilemeyecek bir noktaya geldi. Bazısı eski hayatlarına geri dönemeyecek kadar ileri çıkmışlardı, korunmaları zorunluydu. 

Aklıma ilk gelen isim Abdullah Çatlı. 

Çatlı bu işte kullanılan isimlerden biriydi. Ülkü Ocakları Ankara Şubesi İkinci Başkanı olmasına rağmen herkes ona reis diyordu. Çatlı tarihimize 7 İşçi Partili gencin öldürüldüğü hadise ile çıktı. Gözaltına alındı fakat birileri müdahale etti, bizim adam dediler, ilgili evrakları da alarak gittiler. Çatlı uzun süre gözükmedi. Dosyasında sadece 7 gencin öldürülmesiyle ilgi karakol tutanağı vardı, o da yok edildi. Sol ve sağdaki gençler aynı potada eritildiler. 

12 Eylül öncesi yaşanan siyasi istikrarsızlık, terör ortamı bu oluşumları besledi değil mi? 

Evet, bunlar Ermeni meselesi gibi, PKK gibi ortaya yeni çıkan dertlerle baş etmekte pekala kullanılabilirlerdi. Bu oluşumda Erkan Gürvit'in, Haydar Saltık Paşa'nın etkisi oldu. Denendi, ASALA'dan kurtaracaklardı Türkiye'yi ama başaramadılar; verilen paralar kumarhanelerde, barda, pavyonda tüketildi. 

TERÖRLE MÜCADELEDE UYUŞTURUCU PARASI KULLANILDI 

Devlet kolunu kaptırdı mı bunlara… 

Doğru, devletle aralarında bu tür ilişki ağı kurulunca bir çatının altına girmiş oldular. Bazı akademisyenler, “Terörle mücadele büyük para ister, ABD bunu uyuşturucu parasıyla finanse ediyor. Biz de öyle yapalım. Para niye Behçet Cantürk'e gitsin, biz yapalım bizde kalsın” diye makale ve raporlar yazdılar. Bu yapı MİT'e dayatıldı. 

Kabul gördü mü? 

Hayır. O yüzden doğrudan müsteşara bağlı olmak kaydıyla bir kontrterör dairesi oluşturuldu. 

Ne zaman? 

1993-94. MİT ve JİTEM işe heveslendi, birbirlerinden adam yürütmeye başladılar. Bu elemanların çoğu birkaç devlet kurumuna birden çalıştı. Yetmedi MİT adına şirketler kuruldu, kimi gasp eylemlerine göz yumuldu… 

Hiç soru soran yok mu devletten? 

Çiller hükümeti dağılınca ortaya çıktı ki, iş dallanıp budaklanmış. Bir ucu Azerbaycan'da darbe, öbür ucu Suriye'de Öcalan'a karşı operasyon planlıyor. Kendisi de yapamayınca Amerikalıların Vietnam artığı paralı askerlerine ihale ediyorlar. 

YEŞİL'İN GÖREV KAĞIDINDA BAŞBAKAN İMZASI VAR 

Örtülü ödenek ve uyuşturucu ile finanse edilen yabancı paralı askerlere ihaleli işlerden siyasiler haberdar değil mi? 

Hiç şüphesiz, hepsinin haberi var. Başbakanın önüne yazı geliyor, 'Öcalan'a operasyon yapacağız, para lazım. Görevlendirme yazısında imzanız olsun ki, siyasi rantı size dönsün'. Listede 7 kişi var. Başbakan hiçbirini tanımaz, atar imzayı. 

Hangi Başbakan… 

Mesut Yılmaz… Başbakan ne bilsin Mahmut Yıldırım'ın 'Yeşil' denilen adam olduğunu. İki ay sonra ortalıkta 'Yeşil' krizi patlayınca, Başbakan 'nedir bu araştırın' diyecek olur, ilgili bürokrat 'aman beyefendi, sakın ha, bu adamı siz görevlendirdiniz, görev emrinde imzanız var' der. Dolayısıyla herkes suça ortak. İçinde Çiller de var. 

28 ŞUBAT SÜRECİNDE ERGENEKON YENİDEN KURULDU 

Asker bu sürecin neresinde? 

1995'taki seçim sürecinde RP lideri Erbakan bir tek televizyona çıkarılmadı. ANAP-DYP önünü almak için yarıştı ama Erbakan kazandı. O tarihte Genelkurmay'da Karadayı ve Çevik Bir örgütlenmesi var. TSK Erbakan'ın iktidarını şaşkınlıkla karşıladı. İktidarın bazı hatalarını basın köpürttü ve asker “Türkiye nereye gidiyor, müdahale etmemiz lazım” demeye başladı. Plan geliştirilirken, iktidar bu fırsatı Kudüs Gecesi programında verdi. Brifingler başladı ve MGK'da hükümet başkanına sekiz saat ne kadar muzır bir iktidar olduğu anlatıldı, bir dizi karar tebliği edildi… 

Sonuçta koalisyon çöktü yerine Mesut Yılmaz hükümeti geldi... 

Yılmaz ordu ve medya desteğinde '28 Şubat ruhu'nu yansıtan hükümeti kurdu. Ona verilen 12 Mart'ta Nihat Erim'in üstlendiği roldü. Askerde şöyle bir duygu uyandı; ihtilal de yapmadık ama istediğimiz sonucu aldık. İki tankı yürüttük, basına oynadık, üç beş brifing ve sert bir bildiri ile işi hallettik. Bu yöntem güzel, geliştirilebilir ve lazım olduğu her zaman kullanılabilir dediler. 

Darbecilerin hafızasında 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat hep canlı mıdır? 

1908 darbesi bile var. Örneğin Talat Aydemir ihtilal girişiminde bulunurken, cuntanın yemin töreni 1908'de Abdülhamit'e karşı ihtilalin kararlaştırıldığı Mahmut Şevket Paşa'nın Üsküdar'daki evinde yapılıyor. Cuntacılıkta ve darbecilikte bir şuuraltı var. 

KARADAYI PAŞA ETKİN 

Bu yapı şimdi bizim Ergenekon dediğimiz yapı mı? 

Evet, bu şimdi gördüğümüz Ergenekon'dur, geçmişte damarları da var. 

Ergenekon Susurluk'tan bağımsız mı? 

Tabii ki. Benzerlikler, içiçelikler var ama bu yapı on beş sene önceki yapı değil. 

Güncel olan Ergenekon'u Karadayı ile mi başlatıyorsunuz? 

Tabii, tabii, Karadayı… 

Bir numara kim, Karadayı mı? 

Hayır, bugün etkin olanlar başka. Çünkü yapıda yurtdışından da intisapları var. 

Bugünkü yapıya nasıl gelindi? 

28 Şubat'ta siyaseti kırıp bükerek istediği yapıyı tesis edebileceğini gören cuntanın AKP'nin iktidara gelmesini müteakip aynı yöntemle siyaseti kontrol altına alma düşüncesiyle harekete geçtiğini Özden Örnek'e ait olduğu hususunda şüphe bulunmayan darbe günlüklerinden biliyoruz. AK Parti iktidara geldi, ABD Irak için Türkiye'den destek istedi ama tezkere çıkmadı. ABD'nin kızgınlığı Erdoğan'a değil, doğrudan askeredir. Hatırlayın Türkiye'nin güvenliği ile birinci dereceden alakalı bu konuda MGK karar almadı, 'Meclis'e bırakıyoruz' dedi. ABD ve Batı bunu gördü, “asker bize ikili oynuyor, raydan çıkıyor” dedi. 

Ne yaptılar? 

TSK'yı etkileyen, NATO kasnağından dışarıya taşıran nedir diye sormaya başladılar. Kanaat getirdiler ki TSK'nın yapısında hiyerarşi ve kontrol dışı etkili unsurlar var. Bunlar serbest çalışmaya da çok alışmışlar. AK Parti ile başlayan sivilleşme ve demokratikleşme adımları da bazı askerleri endişelendirdi, Batılılara göre Türkiye demokrasi açısından hep gridir ve öyle kalacak deniyor, zaten onlar da itiraz etmezler, biz müdahale etmek durumundayız dediler. 

ÖZKÖK'E RAĞMEN DARBE YAPAMADILAR 

Ne zaman? 

2003 ve sonrası. Biliyorsunuz bu tarihlere ait darbe günlükleri sonradan ortaya çıktı. Kıvrıkoğlu'nun ardından Hilmi Özkök geldi. Geleceğin tarihinde Özkök bir köşe taşı olarak yazılacak. Asker gördü ki 12 Mart'ta, 12 Eylül'de, 28 Şubat'ta sonuç alınmasının sebebi müdahalenin hiyerarşi içinde yapılmasıdır. Müdahale edemediler çünkü Özkök faktörü var. Yaygın şiddet eylemleri ve toplumu infiale sürükleyecek bir hava oluşmadan darbe yapılamaz, bunları yapacak adamlar lazımdı. 

Yani Ergenekon… 

Bu oluşum bir katar gibidir, bir vagonda öğretim üyeleri, aydın insanlar, akil adamlar, bir vagonda hapishane kaçkını, mafya, esnaf, bir vagonda gazeteciler, yazarlar, bir vagonda askerler, bürokratlar, işadamları yer alabilir. Birinin diğerini tanımaması gayet tabidir. Hatta aynı vagon içinde kompartımanlar vardır. Bu yapı böyle bir yapıdır, birileri eylem yapar, diğerlerinin de bundan haberdar olması gerekmez, aleyhine bile konuşabilir. Fakat hiçbir şekilde yan yana gelemeyecek insanlar aynı katara binebilirler. 

DEVLETİN SAHİBİ BİZİZ DİYORLAR 

Nedir Ergenekon'un ortak ideolojisi? 

Bu devletin bir sahibi var o da biziz. Seçilmiş olabilirsin ama bu önemli değil. Dediklerimizi yaptığın sürece problem yok. Celal Bayar Başbakan olunca Atatürk'e çıkıyor, efendim ne yapayım diyor. Atatürk, büyükelçi, vali, emniyet müdürlerini ben tayin ederim. Orduya da elleme, Çakmak Paşa'nın işi. Gerisi senin işin diyor. Yani ekonomi. Hükümet kendini öyle konuşlandırdığında, devlet kararına müdahil olmadığı takdirde bir problem çıkmaz… 

AK Parti iktidarı devlet kararına ne yaptı? 

AB sürecinde bütün mekanizmalar değişiyor. 

Peki bu devlet kararı değil miydi? 

Devlet kararıydı. TSK'yı bir bütün olarak Ergenekon yapılanmasını içine sindirmiş ve bundan yana diye görmemek lazım. Türkiye değişecek, değişmek zorunda ve biz belli bir sınırda olmak zorundayız diyen bir Silahlı Kuvvetler iradesi var. 

Bu irade Özkök döneminde öne çıktı, sonra ne oldu? 

Karargah tavrı ağır bastı. Büyükanıt Paşa ve kendisinden şahinlik bekleyenler de gördü ki devlet yeni bir yola girmiştir. Hatırlayın üçlü koalisyon döneminde Bahçeli “AB bir devlet kararıdır” diye beyanat verdi. Bu noktada AK Parti'ye karşı çıkılmasının önüne geçen bunun bir devlet kararı olmasıdır. 

Büyükanıt, Şemdinli'de hata yaptığını biliyor mu? 

Erken çıkışının hata olduğunu biliyor. 

Başbuğ'a gelince ne oldu? 

Başbuğ bu sürecin devamı. Meşruiyetçi bir kişiliği var, geleneksel bürokratik ilişkilere bağlı, fazla konuşmuyor. Başbakan'dan bir talebi varsa, randevu alır söyler. 

Karargahtaki bu tavra rağmen 27 Nisan niye oldu? 

Genelkurmay başkanlarının hepsi aynı donanım düzeyinde olmaz. Büyükanıt çok donanımlı görünüyor ama... 

Bugün Başbuğ hiyerarşik yapıya tamamen hakim mi? 

Tamamen hakim. TSK'nın nabzını iyi tutuyor, nerede, neyi ve kimden isteyeceğini biliyor. Basın üzerinden siyaseti hırpalamanın orduya zarar verdiğinin idrakinde. Bizim bürokrasi Tanzimat'la kuruldu, kendisini devletin sahibi görüyor ama bazı şeyler kolay olmuyor, bugün gelinen noktayı yetersiz görsek de önemli bir aşama geçirmiştir. 

TSK bu yapının değişmesinde tam mutabakat içinde mi? 

Elbette… 



Asker hukuka engel olmayacak 


Asker Ergenekon'a nasıl bakıyor? 

İki bakış var, birisi geçmişte komutanım dediği insanların düşüncelerini onaylamasa, girişimlerini desteklemeseler bile bir burukluk yaşıyorlar. Ergenekon sürecinde ordunun canı yanıyor ama sineye çekecekler. İkinci bakış hukukidir. 

İnsani bakış böyle, ya hukuki? 

Bu soruşturmanın engellenmesi yönünde alınmış kararları yok. Aksine soruşturmanın ilerleyen safhalarında Özden Örnek paşanın günlükleri gündeme gelecek. TSK kendi içinde bir arınma istiyor. Zaman içinde Silahlı Kuvvetler bu soruşturmanın önünü daha da açacaktır. 

Muvazzaflarda temizlik bir noktaya kadar gelir ve fazla ilerlemez deniyor. 

Silahlı Kuvvetler'de 'rencide etmem' tavrı hakimdir. Dışarıdan fark edilmese de ciddi bir tasfiye sürecinde oldukları açık. Bazı isimler için de Ağustos'u beklerler. Terfisi beklenen bir kısım insanlar emekli edileceklerdir. Ordu, demokratik sürecin korunması konusunda kararlıdır. 



Ordu 'tarihi değişim' dedi 


Eğer böyleyse ordu tarihi bir değişime karar vermiş durumda… 

Türk ordusunun tarihi önemde bir değişim içinde olduğu doğrudur. Darbeler orduyu çok yıprattı. 'Cumhuriyeti Korumak ve Kollamak' ile 'Demokrasi' makasının arasına sıkıştı. Son gelişmeler Silahlı Kuvvetler'in cumhuriyetle elde edilmiş kazanımların demokrasiden vazgeçilmeksizin korunması yolundaki kararlılığının işaretidir. 

Askere rağmen Ergenekon çözülebilir miydi? 

Hayır, askere rağmen Ergenekon türü örgütlenmelerin oluşumu nasıl mümkün değilse, şimdi çözülen ve soruşturulan Ergenekon'da da askere rağmen bir ilerleme kat edilemezdi. Bugün orgeneraller tutuklanabiliyorsa bunda askerin itirazı yok demektir. Ordunun bilgisi ve mutabakatı dışında böyle bir süreç işleyemezdi. 

Devletin bu hukuk dışı ve kirli yapılardan temizlenmesi de bir devlet kararı mı? 

Şüphesiz… 

Ne zamandan beri? 

1999'dan itibaren bu işin rayına oturtulması kararı alındı. Elbette sancılı bir süreç…

 

(Mehmet Gündem / Yeni Şafak)

24 Ocak 2009 Cumartesi

Mumcu ve Okkan'ı Unutmadık

Türkiye'nin yetiştirdiği iki büyük insanın ölüm yıldönümü 24 Ocak... Uğur Mumcu ve Gaffar Okkan hala aydınlatılmamış suikastlerin kurbanı olu.

Gazeteci Uğur Mumcu 24 Ocak 1993'te, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ise 24 Ocak 2001'de hâlâ aydınlatılamamış suikastların kurbanı oldular. 

Her iki suikastın failleri de kamuoyunu tatmin edecek şekilde ortaya çıkarılamadı. İki ismin ortak noktaları sadece ölüm yıldönümleri değil. İkisi de öldürülmeden kısa bir süre önce iki ayrı terör örgütünün bağlantılarına ilişkin ilginç ipuçlarına ulaşmışlardı. 

Arabasına konan bombayla hayatını kaybeden Mumcu'nun öldürülmesiyle ilgili olarak dört senaryo ortaya atıldı. İlk senaryoya göre Mumcu, Öcalan ile MİT ilişkisini saptadığı için derin devlet tarafından ortadan kaldırıldı. 

Ergenekon tutuklusu Ümit Oğuztan'ın ortaya attığı iddiaya göre ise Mumcu, Ergenekon örgütünün Kuzey Irak'taki Kürt yönetimine ve PKK'ya sattığı silahlardan haberdar olduğu için öldürüldü. 

Üçüncü senaryoya göre Mumcu, İran bağlantılı radikal İslamcı gruplar tarafından öldürüldü. Sadettin Tantan'ın İçişleri Bakanlığı döneminde yapılan Umut operasyonu, bu üçüncü senaryoya göre yürütüldü ve cinayetin bir numaralı sanığı Ferhan Özmen müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Ancak kamuoyu, Mumcu cinayetinin aydınlatıldığı konusunda ikna olmadı. 

MOSSAD SENARYOSU 

Dördüncü senaryo ise sahte bir MİT belgesine dayandırıldı. Ergenekon soruşturması sırasında Veli Küçük'ün evinde de çıkan MİT belgesine göre Mumcu, Türkiye'nin dine dayalı bir yönetim altına girmemesi için CIA denetiminde Mossad ajanlarınca öldürülmüştü. Cinayet için altı özel tim elemanı, Hayre Deniz Üssü'nden botla Türkiye'ye gelmiş ve Mumcu'yu öldürmüştü. Bu son senaryo, Mumcu suikastı senaryolarının en mantıksızı olarak görülüyor. 

HİZBULLAH DENDİ AMA... 

24 Ocak 2001 tarihde, uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülen polis şefi Gaffar Okkan Hizbullah'ı çökerten polis olarak biliniyor. Okkan cinayetinin Hizbullah tarafından işlendiği ileri sürüldü, ancak sadece Mehmet Fidancı adlı Hizbullahçı hem örgüt üyeliğinden, hem de Okkan cinayetinden müebbet hapis cezasına çarptırıldı. PKK ve JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan, Okkan'ı Hizbullah'ın değil Jİ- TEM'in öldürdüğünü ileri sürdü.

Türkiye de Karartılan Katliamlar

Merhum Turgut Özal'ın hazırlattığı terör eylemlerini önlemeye yönelik raporlar ve sonrası gelen faili meçhul karanlık katliamlar.

1992'de Cumhurbaşkanı Turgut Özal sorunun şiddetle çözülemeyeceğinden hareketle diyalog ortamı yokluyordu. Ocak ayında Cumhurbaşkanı Sözcüsü Kaya Toperi ve baş yaveri kurmay Albay Arslan Güner'e 10 sayfalık bir Kürt raporu hazırlattı. Raporda, "Karşılaştığımız sorunun basit bir terör olgusunun çok ötesinde olduğu aşikardır." deniyordu. 

Özal, Martın ilk haftasında Çankaya Köşkü'nde DEP milletvekilleri Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Orhan Doğan'la görüştü. Sakık, Özal'ın bu görüşmede "Genel af çıkarıp sorunu kökünden çözeceğim." dediğini aktardı. 

Özal, Toperi ve Güner'in hazırladığı rapordaki tespitleri 13 Mart 1992 tarihli MGK'da gündeme getirdi ve genel af da dahil siyasi sosyal çözümlere değindi. 

Aynı dönemde PKK ve derin güçler cephesi, şiddet eylemlerini had safhaya çıkardı. PKK 1992 Nevruz'unda bölge halkını kışkırtarak kitlesel ayaklanmalara dönüştürmeye çalıştı. Türkiye Mart 1992'de tarihinin en kanlı Nevruz'unu yaşadı. İki günde resmi kayıtlara göre 57, sivil toplum örgütlerine göre 113 kişi hayatını kaybetti. 

Turgut Özal, ANAP milletvekili Adnan Kahveci'yi yeni bir rapor hazırlaması için görevlendirdi. Kahveci, Güneydoğu'da bir süre inceleme yaptıktan sonra "Kürt sorunu nasıl çözülmez" başlıklı bir rapor yazdı. Mayıs 1992'de Özal'a sunulan raporda şu satırlar dikkat çekiciydi: "Askeri çözümle hiçbir ülke çözüme ulaşamamıştır. Bugün Kürt sorunu siyasal bir kriz halini almıştır. Çözüm için cesur siyasal adımlara ihtiyaç vardır. Bu nedenle Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek, Kürtler'in siyasal hakları verilmelidir. Bu durum Türkiye'de demokrasiye ufuklar açmakla kalmayıp PKK gibi terör örgütlerine olan halk desteğini de ortadan kaldıracaktır." 
Mayıs 1992'den itibaren şiddet eylemleri yeniden arttı. 

Adnan Kahveci'nin raporu 27 Ağustos 1992 tarihli MGK toplantısında tartışıldı. Özal, GAP televizyonundan Kürtçe yayın yapılmasını istedi. 

11 Haziran 1992: Bitlis'in Tatvan ilçesinde köy minibüsü durdurularak içinde bulunan 13 kişi kurşuna dizildi. 

27 Haziran 1992: Silvan'ın Yolaç köyünde cami cemaati kurşuna dizildi. 10 kişi öldürüldü. 

18 Ağustos 1992: Şırnak'ta olaylar çıktı. Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, olayı "300 PKK'lının şehri bastığı bir isyan" olarak nitelendirdi. PKK, eylemi reddetti. İl merkezinde 3 gün süren olaylarda kent neredeyse harabeye döndü. Ölü ve yaralılar konusunda muhtelif sonuçlar açıklandı.

5 Eylül 1992: BingölGenç karayolunda araçlardan indirilen 7 kişi katledildi. 

13 Eylül 1992: Şemdinli'de Jandarma Karakoluna yapılan saldırıda 15 er şehit oldu. 

15 Eylül 1992: Batman'ın Kozluk ilçesinde bir minibüsün bombalanması sonucu 10 kişi öldü. 

29 Eylül 1992: Irak sınırında Derecik Jandarma Karakolu'na yapılan saldırıda 27 asker şehit oldu.

1 Ekim 1992: Bitlis'in Cevizdalı köyünde 30 kişi öldürüldü. 

72 yaşındaki Yazar Musa Anter, 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'da suikaste uğradı. 

Ekim 1992'de Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Iraklı peşmergelerle birlikte büyük Hakurk operasyonunu başlattı. Bu peşmergelerle yapılan ilk ortak harekattı. 

11 Ocak 1993: İstanbul Polisi, LuckyS adlı Panama bandıralı bir gemide 15 ton uyuşturucu ele geçirdi.

15 Ocak 1993: Bingöl ile Diyarbakır'ın Kulp İlçesi arasında bulunan PKK kampları havadan bombalandı. 150 PKK'lının öldüğü açıklandı.

24 Ocak 1993: Cumhuriyet Gazetesi yazarı Uğur Mumcu, Ankara'daki evinin önünde bulunan arabasına konan bomba ile öldürüldü. Mumcu, öldürülmeden önce PKK-Devlet ilişkisini irdeleyen bir kitap üzerinde çalışıyordu. Türkiye'nin her yanından Ankara'ya gelen binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen cenaze töreni, laiklik, cumhuriyet ve demokrasiye bağlılık mitingine dönüştürdü.

28 Ocak 1993: İşadamı Jak Kamhi'ye suikast düzenlendi. Kamhi, yara almadan kurtuldu.

5 Şubat 1993: ANAP İstanbul Milletvekili, eski Devlet ve Maliye Gümrük bakanlarından Adnan Kahveci, BoluGerede yakınlarında trafik kazası geçirdi. Adnan Kahveci ve eşi olay anında hayatlarını kaybetti.

17 Şubat 1993: Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis'in bindiği askeri helikopter, Ankara yakınlarında düştü. Helikopterde bulunanlardan kurtulan olmadı. Genelkurmay, olayın teknik bir arızadan meydana geldiğini açıkladı. Bitlis vefatından bir hafta önce Suriye, İran ve Irak dışişleri bakanlarıyla PKK'nın bitirilmesi için görüşmeler yapmıştı.

19 Şubat 1993: Orgeneral Aydın İlter, Jandarma Genel Komutanlığı'na atandı.

Cumhurbaşkanı Özal, Mesut Yılmaz'ın 15 Haziran 1991'de ANAP Genel Başkanlığına seçilmesinden sonra partiyi yönlendiremiyordu. O nedenle projelerine parlamentodan destek bulamıyordu. 20 Ekim 1991'de yapılan genel seçimlerde de DYP birinci parti olmuş, Başbakanlık Süleyman Demirel'e geçmişti. Özal, ölümünden 2 ay önce Şubat 1993'te Demirel'e Kürt sorununun çözümüne ilişkin önerileri içeren bir mektup gönderdi. Mektupta sorunun çözümüne yönelik siyasisosyal öneriler sıralanıyordu. 

PKK, 23 Mart 1993'te tek taraflı ateşkes kararı aldı. 

17 Nisan 1993: 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal kalp yetmezliğinden dolayı sabah saatlerinde öldü. 

22 Nisan 1993: Özal'ın cenazesi, Fatih Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra, 100.000 fazla kişinin oluşturduğu kortej eşliğinde Vatan Caddesi'ndeki Anıt Mezara defnedildi.

23 Nisan 1993: Başbakan Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanlığı'na aday olacağını açıkladı. 

7 Mayıs 1993: DEP, 'HEP'in kapatılma ihtimali üzerine' resmen kuruldu. Genel Başkanlığa Yaşar Kaya seçildi.

16 Mayıs 1993: TBMM'de yapılan 3. tur oylama sonucunda DYP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel, Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Cumhurbaşkanı seçildi.

24 Mayıs 1993: Bakanlar Kurulu'nun af gündemiyle toplanmasından 1 gün önce Bingöl'de terhis olan 33 asker şehit edildi. Askerlerin silahsız ve korumasız olduğu, PKK'nın önceden istihbarat aldığı ileri sürüldü. 

8 Haziran 1993: Devlet Bakanlığı'ndan istifa eden Tansu Çiller, DYP Genel Başkanlığı'na resmen aday olduğunu açıkladı.

13 Haziran 1993: Tansu Çiller, DYP Genel Başkanı seçildi.

15 Haziran 1993: Cumhurbaşkanı Demirel, hükümeti kurma görevini Tansu Çiller'e verdi. DYPSHP hükümeti kuruldu. Tansu Çiller, Türkiye'nin ilk kadın Başbakanı unvanını kazandı. 

15 Haziran 1993: Bitlis Kayabaşı ve Bingöl Üçpınar köylerinde 9 vatandaş roketatarlı saldırıyla öldürüldü.

2 Temmuz 1993: Sivas'ta çıkan olaylarda Madımak oteli ateşe verildi, 37 kişi yanarak veya dumandan boğularak can verdi. 

5 Temmuz 1993: Erzincan'ın Başbağlar köyünde 33 kişi katledildi. 

12 Temmuz 1993: Emniyet Genel Müdürlüğü'ne Mehmet Ağar atandı.

Anayasa Mahkemesi, HEP'in (Halkın Emek Partisi) kapatılmasına karar verdi.

27 Temmuz 1993: Bakanlar Kurulu, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in görev süresini 1 yıl uzattı.

29 Temmuz 1993: Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu, 30 Ağustos beklenmeden görevinden alındı. KKK'na 1. Ordu Komutanı Org. İsmail Hakkı Karadayı atandı.

4 Ağustos 1993: Bitlis'in Mutki ilçesinde otobüs tarandı 15 kişi öldürüldü.

4 Eylül 1993: Batman'da meydana gelen olaylarda DEP Milletvekili Mehmet Sincar ile DEP Batman İl Yönetim Kurulu üyesi Metin Özdemir öldü.

12 Eylül 1993: SHP Genel Başkanlığı'ndan ayrılan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, Kabine'den de istifa etti.

10 Ekim 1993: Tansu Çiller, Avrupa Konseyi toplantısı için bulunduğu Viyana'da basına "İspanya tecrübesinden (Bask modeli) biz de yararlanacağız." dedi. Demirel 11 Ekim 1993'te anında yanıtladı: "Çözümü İspanya'da arama!

22 Ekim 1993: Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Lice Tugay Komutanlığı bahçesinde alnından vurularak öldürüldü. Başlatılan operasyonda Lice'nin üzerini siyah dumanlar kapladı. İlçe'ye giriş ve çıkışlar yasaklandı ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Çıkan çatışmalarda 30 kişi öldü, 400 ev ve işyerinde hasar meydana geldi. PKK, Bahtiyar Aydın cinayetini üstlenmedi. 

Başbakan Çiller'in olaylardan sonra Lice'ye yapmak istediği gezi 'güvenlik sorunu' ikazı üzerine iptal edildi. 

Daha önce Kürtçe yayından ve Bask modelinden söz eden Tansu Çiller, bu olaydan sonra 27 Ekim 1993'te şahinleşti: "Ya bitecek, ya bitecek!"

Tansu Çiller 31 Ekim 1993'te, "Terörün dıştaki ve içteki kaynaklarını kurutacağız." dedi.

Başbakan Çiller, 3 Kasım 1993'te şu açıklamayı yaptı: "Elimizde PKK'ya yardım eden 60 Kürt işadamının listesi var.

Devlet PKK ile olduğu gibi PKK'ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir." 

PKK'ya yardım yaptığı ileri sürülen Kürt işadamları teker teker öldürüldü. 14 Ocak 2004'te Behçet Cantürk öldürüldü. 

PKK'yla mücadele adına yapılan kanunsuzlukları ve uyuşturucu ticareti gibi yasa dışı faaliyetleri mahkemede açıklayacağını söyleyen eski Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı Binbaşı Ahmet Cem Ersever, duruşma için gittiği Ankara'da öldürüldü. Cesedi 4 Kasım 1993'te bulundu.

12 Aralık 1993: DEP'in 1. Olağan Kongresi'nde Genel Başkanlığa Hatip Dicle seçildi.

29 Aralık 1993: Kılavuzköy Jandarma Karakolu'nu basan teröristler, 12 Eri şehit etti. Çatışmada 7 terörist ise ölü olarak ele geçirildi.

zaman

Kategoriler

"Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir... Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir… Türk milletinin tarihi bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır..."
Mustafa Kemal ATATÜRK