22 Mayıs 2008 Perşembe

100 AKP GERÇEĞİ

RTE: “Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz.”

Not: Buradaki tüm maddeler, doğruluğu araştırılarak hazırlanmış, bu konuda hassas olunmaya çalışılmıştır.

İftiracı konuma düşmekten Allah’a sığınırız.

1. Başbakan Erdoğan bir Amerikan gazetesine yazdığı makalede Irak’a savaşmaya giden ABD’li askerlere dua etti:
“Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz.”
“We further hope and pray that the brave young men and women return home with the lowest possible casualties, and the suffering in Iraq ends as soon as possible.”
By Recep Tayyip Erdogan
The Wall Street Journal
March 31st, 2003

2. Dışişleri Bakanı Gül “Dünya barışı için, barışı korumak için, son 50 senede dünyada en çok Amerikalılar kendi çocuklarını feda etmişlerdir.”dedi. (http://www.milliyet.com/2006/05/16/siyaset/siy03.html)

3. Yirmibeş İslam ülkesinin sınırlarını değiştirip hepsini Irak gibi yapma projesi olan ABD kaynaklı BOP’la ilgili Sayın Gül’ün görüşü: “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygun. ABD ile hareket ediyoruz. Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek.” (http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=181295)
Not: Vatandaşlarımızın % 72’si BOP’u tehlikeli görüyor.(25.07.2004 – Yeni Şafak)
4. Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın diyor ki:
“Ben Avrupa’ya gittiğimde kiliseye çok giderim, büyük zevk duyuyorum.”
(II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri cilt:2 sayfa:375)

5. Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı yapılan Sayın Mehmet Aydın, İslam dinini Müslüman olmayanlara tebliğ etmeye ‘en DİNSİZCE hakarettir’ dedi:
“Bazı müslüman kardeşlerimiz diyor ki yahu bir fırsat düştü, müslümanlığı anlatalım hıristiyanlara; Allah belki hidayetini gösterir. (Diyalog çalışmalarında)… işin ucunda bilmem adam kazanmak, üye kazanmak varsa, açıkçası bu bir din mensubuna yapılacak en DİNSİZCE bir hakarettir.” (II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri cilt:2 sayfa:322)

6. ABD Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz: “Biz Irak’a müdahale konusunda tereddüt ediyorduk, Tayyip Erdoğan bize cesaret vermiştir.” (Irak işgalinden üç ay önceki Türkiye ziyareti esnasında yaptığı açıklamadan.)

7. Erdoğan, AJC örgütünden bugüne kadar “cesaret ödülü” alan 10 kişi içinde Yahudi olmayan tek kişi.
Tayyip Erdoğan’a “cesaret ödülü” veren “American Jewish Congress” (AJC) adlı kuruluş, WJC’ye bağlı. Theodore Herzl tarafından Dünya Musevilerini bir “ulusal yurda” kavuşturma amacıyla 19. yüzyıl sonunda kurulan “World Jewish Congress” (WJC) İsrail devletini kurmakla amacını gerçekleştirmiş bir Yahudi teşkilatıdır. Daha önce AJC tarafından 10 kadar kişi ödüle lâyık görülmüştü; bunlar arasında İsrailli veya Musevi olmayan tek kişi Tayyip Erdoğan. Listede İsrail’in önemli bütün başbakanları var. Türkiye başbakanına bu ödülün verilmesi de, verildiği mekân da anlamlı: HSBC bankasının New York merkezi… (http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2004/SUBAT/05/tkivanc.html)

8. Bush, Erdoğan’a “Sen ne harika bir adamsın” dedi. (You are a great man) Kasım 2004

9. Çeçenler Rusların dilinde terörist. Erdoğan 3 Kasım seçimi sonrası AKP genel başkanı olarak 170 kişilik heyetle ziyaret ettiği Rusya’da teröre karşı işbirliğinden söz etti.

10. Erdoğan genel başkan sıfatıyla gittiği Çin’de de şöyle dedi:
“Tek Çin anlayışını destekliyoruz. Çin’in toprak bütünlüğü konusunda Türkiye’nin herhangi bir tereddüdü yok, saygısı vardır. Terörün dini, milleti, ırkı olamaz.”
(Çin, işgal ettiği Doğu Türkistan’ı kendi toprağı sayıyor. Özgürlük mücadelesi veren 30 milyon Uygur Türkü kardeşimize de terörist diyor. Tayyip Bey’in sözü bu manada nasıl değerlendirilecek?)
(Tayyip Erdoğan, diline pelesenk olduğu üzere, Pekin’de de “Han, Mançur, Moğol, Doğu Türkistanlı, Tibetlisi ile Çin bir büyük mozaiktir. Bu da büyük zenginliktir” demeliydi (!) alıntı)

11. Yurtdışı turları ve ilginç temasların ardından Erdoğan, milletvekili oldu. Aradan dört buçuk yıl geçmesine rağmen AKP “Acil Eylem Planı”nı bile tatbik edemedi.

12. Kuzey Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçirildi. Buna ciddi hiçbir tepki gösterilemedi.

13.Üstelik ağır ve ciddi çuval olayı sonrası “ABD’ye nota verecek misiniz?” sorusuna başbakan şöyle veciz(!) bir cevap verdi: “Bu müzik notası değil. Öyle aklınıza her estiğinde verilmez. Ağırlığı ve ciddiyeti vardır.” (http://www.hurriyet.com.tr/agora/article.asp?sid=1&aid=2257)

14. Erdoğan’dan enteresan bir açıklama: “Amerika’nın düşündüğü Büyük Ortadoğu Projesi var ya, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi; Diyarbakır işte bu proje içinde bir yıldız, bir merkez olabilir. Bunu başarmamız lazım.”
(15 Şubat 2004, Kanal D, Teke Tek Programı) 18.02.2004. Hürriyet Gazetesi, sayfa: 20.

15. Sözde Ermeni Soykırımı meselesinde Dışişleri bakanlığı, yetersiz kaldı. Üstelik Sözde Ermeni soykırım yasasını kabul eden ülkelere yenileri eklendi: İsviçre (2003), Slovakya (2004), Hollanda (2004), Polonya (2005), Litvanya (2005), Arjantin (2006)…

16. 1 Mart Tezkeresi reddedilmesine rağmen, bir genelgeyle, ABD’nin savaş araç-gereçleri Türkiye üzerinden nakledildi.

17. İsrail’in talebiyle ve onun güvenliği için, kamuoyuna rağmen Lübnan’a asker gönderildi.

18. Başbakan Erdoğan, İspanya Başbakanıyla beraber Medeniyetlerarası İttifak(!?) eşbaşkanı oldu. (Medeniyetler arası ittifak, Dinlerarası diyaloğun diğer bir ismidir.Gösterilen tepkiden dolayı, medeniyetler arası ittifak ifadesi kullanılıyor.)

19. Başbakan Erdoğan, BOP’un da (Büyük Ortadoğu Projesi) eşbaşkanı oldu. İkinci başkan, Bush.

20. Erdoğan, Gül ve bakanların baskısına rağmen 1 Mart tezkeresine ‘hayır’ diyen milletvekilleri, 22 Temmuz seçiminde aday gösterilmediler.

21. Tezkereye ‘evet’ denmesini isteyen Erdoğan “Her zaman ‘hayır’da hayır yoktur. Rahat olun, gelişmeler kontrolümüzde” dedi.

22. Erdoğan, tezkere geçse de geçmese de ABD’nin harekatta kararlı olduğunu belirterek, Türkiye’nin 2003 yılı içinde 73 milyar dolar borç ödemesi olduğunu söyledi ve tezkerenin çıkmaması halinde Türkiye’nin ekonomik olarak çok sıkıntıya gireceğini ifade etti.
(Hatta Erdoğan’ın “Tezkereye hayır diyen, bana hayır demiş olur”… “Tezkere geçmezse memur maaşlarını ödeyemeyiz” dediği ifade edildi.)

23. Devlet Bakanı Ali Babacan, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ve Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, tezkerenin yararlarını sıraladı: “ABD ile her platformda stratejik ortaklığımız artarak gelişir.”
(Irak’a ve Iraklılara yapılanlar da mı?)

24. AKP önderleri tezkerenin geçmemesi durumunda olacakları da hatırlattılar:
“Tezkereyi reddetmemiz Müslüman ülkelerden destek bulsa da dünyada etkili bir güce sahip olan Yahudi lobisinin desteğini kaybederiz.”

25. Irak savaşında ABD’ye verilen destek, KREDİ pazarlığına dönüştü.
Bakanlar Kurulu toplantısı sırasında Başbakanlık’a giden Dışişleri Müsteşarı, ABD Büyükelçisi Pearson’ın getirdiği ABD önerilerini hükümetin onayına sundu. (http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=66614)
· Türkiye’nin asgari “6 milyar dolar hibe”, “20 milyar doları bulan kredi” ve “ticaret desteğini” içeren seçenek üzerinde durduğu, bu seçeneğin hibe bölümünü artırmak üzere pazarlık ettiği öğrenildi.
· 92 milyar dolarlık bir kayıp faturası gündeme getiren Ankara, 2003′te 25, sonraki dört yılda 15-17 milyar dolar desteğe ihtiyaç duyulabileceğini belirtti. ABD, Türk ekonomisini ayakta tutma güvencesi verdi.

26. CIA’nin işkence uçakları hava sahamızı ve hava limanlarımızı kullandı. (www.aksiyon.com.tr)

27. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül açıkladı: “Irak savaşında ABD , İncirlik’i kullandı ve buradan 4 bin 990 sorti gerçekleştirdi.” (Vecdi Gönül’ün “Los Angeles World Affairs Council” adlı kuruluşun düzenlediği konferansta yaptığı “Avrasya’da değişen güvenlik ortamı ve Türkiye’nin stratejik önemi” konulu konuşmasından.) AA

28. Erdoğan ve Gül, 29 Ekim 2004 tarihinde AB Anayasası’nı imzaladılar. Nerede? “Bütün Türkler yok edilmeden Hristiyan dünyası rahat etmeyecek.” diyen Papa Cixtus’un (1585-1590) heykeli altında, manevi huzurunda…

29. AB müzakere haberi, Kızılay’da gündüz gözüne havai fişeklerle kutlandı.

30. Erdoğan “Küresel sorunlarla mücadelede dünyanın ABD’ye ihtiyacı olduğunu; Türkiye ile ABD’nin temel hedeflerinin örtüştüğünü” söyledi. (http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2005/HAZIRAN/11/p01.html)

31. AKP milletvekili Ömer Çelik, kadınları tecavüze uğrayan ve ülkesi işgal edilmiş Iraklı direnişçilere: “Katiller sürüsü!” dedi. (21.08.2004 – Vakit)

32. Erdoğan’ın danışmanı Cüneyd Zapsu, Amerikalılara Tayip Erdoğan hakkında, “Bu adamı kullanın!” dedi.
İşte American Enterprise Institute adlı düşünce kuruluşundaki konuşmanın teyp kaydı:
This man is an honest man. And he has his own beliefs and he is true to his beliefs. Please try to… I’d say “exploit”(sömürmek,istismar etmek, kendi çıkarına kullanmak) is a bad word, but kullanmak or use… (Zapsu burada Türkçe kullanmak sözcüğünü telaffuz ediyor ve İngilizce nasıl denir anlamında dinleyicilere bakıyor ve bir Türk dinleyicinin hatırlatması üzerine sözlerine devam ediyor) take advantage of this man. Because this person has so much credibility, because of his own beliefs in the Muslim world and he believes in the Western style democracy. I think instead of pushing him down, putting him to the drain, use… Here and in Europe you should take advantage of that. This is my offer… (http://www.milliyet.com.tr/2006/04/12/siyaset/axsiy02.html)

33. En büyük ortaklarından biri Yunan Kilisesi olan National Bank af Greece(NBG), ülkemizden banka satın aldı. ( Fakat aynı Yunanistan, Ziraat Bankası’nın Atina’da şube açmasına izin veriyor mu?)

34. Başbakan Erdoğan; “etnik, coğrafi ve dini temele dayalı ekonomik birliktelikleri, küreselleşme sürecinin reddettiği bir durum olduğu için, doğru bulmadığını” söyledi.Etnik denilen: Orta Asya Türk Devletleri. Coğrafi denilen: Komşularımız. Dini denilen: İslam Ülkeleri… (AB ile ABD bize yeter denilmek mi isteniyor?)

35. 4928 No.lu ve 15.07.2003 tarihli Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’da ‘cami’ kelimesi ‘ibadethane’ olarak değiştirilerek apartman kiliselerinin önündeki yasal engel kaldırıldı.
(25173 sayılı Resmi Gazete - Yayın tarihi:19 Temmuz 2003 Cumartesi)

36. Van Akdamar Kilisesi’nin onarımını Başbakan gizlice denetledi. ( Peki ama niçin gizli?..)
Erdoğan, Hakkari’den Van’a gelirken beklenmedik bir şekilde Van Gölü üzerindeki Akdamar Adası’na indi. Görevli bekçinin dışında hiçbir yetkilinin bulunmadığı adaya konan helikopterden inen Erdoğan ve beraberindeki bakanlar, Ermeni Kilisesindeki restorasyon çalışmalarını inceledi. Hakkari’den havalanan diğer 2 helikopter, Van Ferit Melen Havaalanı’na inerken protokol üyeleri bir süre Erdoğan’ın içinde bulunduğu diğer helikopteri bekledi.
(Yetkililer, Başbakan’ın Akdamar Adası ziyaretiyle ilgili ısrarlı soruları cevapsız bıraktı.) 21.11.2005
· Bu denetlemeden 16 ay sonra (Kur’an Kursu yıkımından 5 gün önce), onarılan kilisenin açılışı gerçekleştirildi.
3 yıl süren bu kilise tamiratının yaklaşık 3milyon YTL’ye (3 trilyon lira) mal olduğu belirtildi.

37. “Kur’an Kursu Yıkımı” ülke tarihinde bir ilk oldu.
Tarih: 3 Nisan 2007 ( Mevlid kandilinden 3 gün, Akdamar Kilisesi açılışından 5 gün sonra…)
Yer: Kasımpaşa ( Sayın Erdoğan’ın mahallesi…)
· Yüzlerce polisin hazır bulunduğu yıkımda cemaate biber gazı sıkıldı.
· Yıkımı Beyoğlu Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekipleri yaptı.
· Büyük Piyale Kur’an Kursu, “yürütmeyi durdurma kararına rağmen” yıkıldı.
(30 günlük yürütmeyi durdurma kararı: İstanbul 5. İdare Mahkemesi. Esas No: 2007/647)
· Tüm ısrarlara rağmen yıkım için okullar kapanana kadar (2 ay) beklenmedi.

38. Kur’an Kursu Yıkımına şöyle gelindi:
· “Piyalepaşa Câminin etrafının açılması için Anıtlar Kurulu’nun kararıyla kursun kaldırılacağı” bildirildi.
· Dernek mensupları, aylar süren koşturmacayla ilgililerle görüştüler. “Bu kursta 1959’dan beri binlerce talebeye hizmet verildiğini, yıkımın yanlış olacağını, kendilerine proje ve imkân verilirse, kursu, câminin mîmârî yapısına uygun hale getireceklerini” söyledilerse de kabul ettiremediler.

39. Yıkımla ilgili tavırlar gittikçe sertleşti. Önce çözümden bahseden Bakan Mehmet Ali Şahin sonra tavrını değiştirdi. Zira parmaklar yukarıları işaret ediyordu. Şöyle ki:
· Dernek mensupları, vakıfların kendisine bağlı olduğu Bakan Mehmet Ali Şahin’le görüştüler. Bakan Bey, derhal İstanbul Vakıflar Bölge Müdürü’yle görüştü. Görüşme bittikten sonra da dernek mensuplarına, “Kur’an kursunun yıkımının yanlış olacağını” söyledi ve “Rahat olun” deyip uğurladı.
· Ancak Bakan Bey, daha sonra İstanbul’a bir geldiğinde, “Kur’an kursu binasının câmiyi kapattığını” söylüyordu.

40. Kur’an Kursunu yıkanlar, kursun kaçak olduğunu söyleyerek kamuoyunu yanılttılar. “Derneğe başka bir yer gösterdik kabul etmediler ” yalanını söylediler. İşte o yerler (!):
· Sinan Paşa Câmii’nin avlusundaki tamamlanmamış bina.
(Hem burası hakkında da yıkım kararı vardı; hem de yıkımdan sonra burayı da vermeyeceklerini söylüyorlardı)
· Kulaksız’daki Okçular Tekkesi ile Okçular Tekkesi’nin yanındaki top sahası.
(Bu iki yer daha önce Beyoğlu Belediyesi’ne verilmişti. Belediye “Buraya çivi bile çaktırmam” diyordu.)
· Sütlüce’deki Elif Tekkesi (Büyükşehir Belediyesi burayı da kesinlikle vermeyeceğini söylüyordu.)

41. Kur’an Kursunu yıkanlar KUL HAKKINA ne kadar dikkat ettiklerini göstermiş oldular.
Çünkü Kur’an kursunun bulunduğu vakıf arsası, dini ilimlerin okutulması için vakfedilmişti.
Vakfın dini hükmü şudur : Bir yer, ne şartla vakfedildiyse kıyamete kadar o iş için kullanılır.Vakfedenin istediği şart, Allah’ın emri gibidir… Bu vebalin altından kim kalkabilir?
Yıkılan Kur’an kursunun ne için yapıldığı hakkında tarihi kayıt: “Piyale Mehmed Paşa; cami, medrese, tekke, sıbyan mektebi, türbe, çarşı, hamam ve sebilden kurulu bir külliye yaptırmıştır.” (Beyoğlu Belediyesi Web Sitesinden)

42. İçişleri Bakanlığı’nın emri ile, Papa Jean Paul’ün ölümü dolayısıyla tüm yurtta bayraklar yarıya indirildi. İçişleri Bakanlığı, 8.4.2005 Cuma günü tüm resmi dairlerde gündoğumundan-günbatımına bayrakların yarıya indirilmesini istedi.
Emir örneği için: (http://www.istanbul.gov.tr/images/docs/emir.doc)
· Papa için Rusya’da bile bayraklar yarıya inmedi (!?) (Ortodokslar ya, o yüzden indirmemişlerdir…)
· Diyanet İşleri Başkanımız vefat etse hangi ülke bayrağını yarıya indirir?
· Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanı vefat etse AKP bayrakları yarıya indirtir mi?
· Laik bir ülkede müslümanlar aleyhine Papa için bu ayırım niçin yapılır?
· Milli sembolümüz olan bayrağımızın yalnızca bir dinin ruhani lideri için yarıya indirilmesi, o dini kayırma anlamı taşımıyor mu?

43. Yeni Papa 16. Benedict’in sevgili Peygamberimiz’i eleştiren sözlerine ciddi bir karşılık verilmedi.
· “Muhammed kılıçla din yaymaktan başka ne yapmıştır…” sözünün alıntı olduğunu söyleyen papaya, hiçbir yetkilimiz “SAYIN PAPA, ÖYLEYSE PEYGAMBERİMİZLE İLGİLİ SİZİN GÖRÜŞÜNÜZ NEDİR?” diyemedi.

44. Önce Papa’yla görüşmeyeceğini söyleyen Başbakanımız, aksine Papa’yı uçağın merdivenlerinde karşıladı.

45. Erdoğan, “Yahudi karşıtlığı utanç verici bir akıl hastalığının tezahürüdür, katliamla sonuçlanan bir sapkınlıktır” dedi. (http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2005/HAZIRAN/11/p01.html)
Sorulmaz mı: İslam karşıtı papayı düşmanca konuşmasının ardından uçak merdiveninde karşılamak nedir?

46. Orman Bakanı Osman Pepe’nin danışmanı Tacettin Ural, yazmış olduğu kitaba “Papa Bir Puttur” ismini verdiği için bizzat Bakan tarafından istifa ettirildi.

47. AKP iktidarı, Danimarka’da yayınlanan ÇİRKEF KARİKATÜRLERE gereken tepkiyi gösteremedi.

48. Eyüp Belediyesi’nin Pierre Loti Kahvesinin bulunduğu tepeye “Eyüp Sultan Tepesi” adı verilmesi teklifi, Büyükşehir Belediye Meclisi ve Kadir Topbaş tarafından reddedildi. (14.02.2007 – Zaman)

49. Kapalıçarşı’da, Başkan Topbaş’ın misafiri yabancı belediye başkanlarına ilahi eşliğinde içki ikram edildi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, ev sahipliğini yaptığı 4. Dünya Belediye Başkanları Zirvesi’nde toplantıya iştirak eden belediye başkanlarına 14.04.2007’de Kapalı Çarşı’da yemek verdi.
Birlikte Yaşamak Konseri adı altında ‘Demedim mi demedim mi? Gönül sana söylemedim mi?’ ‘Allahu Allah’ ve ‘Aşkın Ateşinde Yanalım Dost Dost’ isimli ilahiler söylenirken içkiler de su gibi aktı.
İslam ülkelerinden gelen Suudi Arabistan’ın Uhud Belediye Başkanı, İran’ın Tebriz Belediye Başkanı, Sudan, Nijerya, Endonezya gibi ülkelerden gelen belediye başkanları yemeklerini tamamlamadan Kapalı Çarşı’dan ayrıldı.

50. Erdoğan 2002 seçimi öncesi Of’ta şöyle dedi: “Türkiye’de 30’a yakın etnik grup ve 4 hak dine mensup herkesi kucaklıyoruz”. (http://www.yenisafak.com/arsiv/2002/temmuz/12/p3.html)
Erdoğan birden fazla hak din ifadesini 3. Din Şûrâsı’nda da tekrarladı: “Bütün gerçek din ve inançlar, insanlığı hayra, iyiliğe, güzelliğe çağırmıştır.” (21/9/2007 Vakit)
(Halbuki Kur’an’a göre tek hak din İslamdır. Bütün peygamberler İslam peygamberidir.)
Kur’an’da Hz. İbrahim için “Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir MÜSLÜMANDI” deniyor. (Âli İmran, 67)
Yine Şûrâ Suresi 13. ayette İbrahim, Musa ve İsa peygamberlere gönderilenle peygamberimize gönderilen dinin aynı olduğu ifade edilmektedir. Birden fazla hak din olduğu söylense de: “Allah katında din İslam’dır” (Âli İmran, 19)

51. Antalya’da Dinler Bahçesi açıldı. (Aralık 2004)

52. Şanlıurfa’ya da “Dinler Parkı” açmaya kalktılar. Urfalıların Dinler Parkı’na tepki göstermesi üzerine proje “Halepli Bahçe” adıyla değiştirildi.

53. Müslümanları belirli mahfillere şikayet eden Tayyar Altıkulaç’ı milletvekili ve TBMM Milli Eğitim Komisyonu başkanı yaptılar. (Altıkulaç’ın şikayetlerinin yer aldığı belge: Kenan Evren ve Konsey üyelerine sunulan Diyanet İşleri Başkanlığı Brifingi 1981, sayfa:77-80.)

54. İslami cemaatlerden kopan ve onlarla mücadeleye girişen bazı kişiler seçimlerde liste başı yapıldı. Hemde seçmen desteği olmamasına rağmen ve kitleleri küstürmek pahasına.
Bunlardan bazıları, aday adayı dahi olmadıkları şehirlere kontenjandan yerleştirildi.
Bu adayları istemeyenler; telefon, faks, mektup yoluyla tepkilerini AKP genel merkezine iletti; ama nâfile…

55. Camilerden elektrik ve su parası alınmaya başlandı. ( Oysa kiliseler bu parayı ödemiyor. )
İlginç olan, önceki hükümetlerin çekindiği bu uygulamaya AKP’nin 2005 yılında başlaması.
Derneği olan camiler, şu anda faturalarını ödemeye çalışıyor. Peki kiliseler ibadethane değil mi, niçin ödemez?

56. Yüzlerce talebe yurduna mülkiyetine bakılmasızın el koymak için yasa teklif edildi. Vakıf, dernek, hatta şahsa ait binaları işgal anlamına gelen korkunç maddeyi, tepkiler üzerine tasarıdan çıkarmak zorunda kaldılar.
( Tasarı yasalaşsaydı bu YURTLARI boşaltmayan kişi ve dernekler, mülki idare tarafından 3 ay içinde tahliye edilecekti.) (www.basbakanlik.gov.tr/docs/kkgm/kanuntasarilari/101-1262.doc) “Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” Madde 35
· Bu yasa teklifini cumhurbaşkanlığı ile ilgili MAĞDURİYET EDEBİYATI’na sebep olan süreçte verdiler.
(Birileri (!) AKP ile uğraşırken, “Bildiri mağduru(!) AKP”nin vazifesi dindar kesimle uğraşmak mı olmalıydı?)

57. AKP, gömleğini çıkardığı Milli Görüş’ü de terör listesine almıştı. ( Tabii ki yanlışlıkla!)
4 Nisan 2003 Cuma günü hükümet, “Türkiye-Almanya Arasında Terörizm, Örgütlü Suçlar ve Büyük Önemi Haiz Suçlarla Mücadelede İşbirliği Anlaşması”nı onaylanmak üzere Meclis’e sevk etti.
11 maddelik bu anlaşmada “Milli Görüş Teşkilatı” terörist örgütler arasında sayılıyordu.
Almanya Federal Cumhuriyeti (AFC) İçişleri Bakanı Dr. Otto Schily’nin 3-4 Mart 2003 tarihindeki Ankara ziyaretinde bu anlaşma karşılıklı imzalanmıştı. (Bir bakanımız, anlaşmayı okumadan imzaladığını söyledi.)Eh, gözden kaçmış…

58. Genelkurmay başkanı Özkök “İslam devleti de, İslam ülkesi de değiliz” dedi.
Başbakan yorumladı: “Kendi düşüncelerini söylemiş.” (Ama başbakanımız kendi görüşünü açıklayamadı.)
(Harp Akademileri Komutanlığı Yıllık Değerlendirme Konuşması, 20 Nisan 2005, Hilmi Özkök)

59. Erdoğan, yeni AKP genel merkezindeki motiflerin Yahudi sembollerine benzediğini kabul etti:
“Ankara Selçuklu medeniyetinin yansımaları olduğu bir ilimiz. Ayrıca Osmanlı’dan da mimari uslüba bağlı kaldık, bunun yanında cumhuriyet çizgilerini katarak bu hale getirdik. Selçuklu yıldızları, Yahudi yıldızlarını da çok andırıyor.”
(http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=248953)

60. AKP’li Belediye Başkanı Kadir Topbaş: “Ayasofya turizme açılmış, tekrar camiye çevirelim demek gereksiz bir polemik.” dedi. (29 Şubat 2004 – Pazar Postası)

61. Erdoğan, Rotaryen toplantısına katılan ilk başbakan oldu.
· Ali Babacan da masonik bir kuruluş olan Bilderberg toplantısına katıldı.
Vakit Gazetesi, 17.05.2003 (Yorum yok; çünkü orada neler konuştuğunu bilmiyoruz…)

62. ‘AKP, sulandırılmış İslam projesiyle geldi’ iddiasını haklı gösteren bir olay:
Başbakanın başdanışmanı Cüneyt Zapsu’nun eşi, kadın-erkek aynı safta namaz kıldı.
Beyza Zapsu “Cuma’yı ben kıldırayım. Türkiye’de bir ilk olsun.” dedi.

63. Türkiye’de ilk defa Siyonizm konferansı yapıldı. Theodor Herzl, Milli Kütüphane’de anıldı. (7.12.04 – Vakit)

64. AKP’li belediye başkanı Kadir Topbaş, Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Masonlar Locası’nın toplantısına katıldı. (14.12.2004 – Vakit)

65. Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Masonlar Locası’nın üstadı Asım Akin 22Temmuz’da AKP’yi destekleme emrini masonlara tebliğ etti. Bu, uluslararası bir talepti. İşte masonların gerekçeleri:
“Şayet AKP’nin önü kesilirse, sıcak para ülkeyi terk eder ve ekonomik kriz gündeme gelir.” (http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=6721)

66. AKP’li Bülent Arınç, Rotaryanlara “Siz veren elsiniz, öpülecek elsiniz” dedi. Rotary rozeti takan Arınç, plaketini 2430. bölge Guvernörü’nün elinden aldı. (18.052003 – Vakit)

67. Türkiye Ermenileri Patriği II. Mesrob, 22 Temmuz seçimlerinde AKP’yi destekleyeceklerini açıkladı. (http://www.yenisafak.com.tr/politika/?q=1&c=2&i=48782&Ermeni/Cemaati/se%C3%A7imlerde/Ak/Partiyi/destekleyecek)

68. AKP’li Beyoğlu Belediyesi tarafından hazırlanan “Kültürleri Buluşturan Kent 22” adlı kitapta, alkollü içki teşvik ediliyor. (18.02.2004 - Vakit)

69. Umuma açık içkili yerlerin okullara uzaklığı 200 metreden 100 metreye indirildi. Turizmi teşvik kapsamında olan yerlerde ise mesafe şartı aranmayacak. (4.4.2004 – Türkiye)

70. AKP’den bir ilk: Gay ve Lezbiyen Filmleri Festivali’ne onay verildi. (27.09.2004 –Vakit)
“Outistanbul 1. Uluslararası İstanbul Gay ve Lezbiyen Filmleri Festivali”

71. Aile Sağlığı adı altında bazı okullarda “eşcinsellik” dersi verildi. Tepki gelince uygulama durduruldu. (16.03.2007 – Zaman)

72. Türkiye’nin ilk eşcinsel oteli açıldı. (31.05.2007 – Posta)

73. AB mevzuatına uygun Türk Gıda Kodeksi yayınlandı. “Çiğ Kırmızı Et ve Hazırlanmış Kırmızı Et Karışımları Tebliği” Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. (http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/4716801_p.asp)
· Domuz ve yaban domuzu kasaplık hayvanlar arasına alındı.

74. AKP’nin meclisten geçirdiği TCK’nın 230. maddesi: “Aralarında evlenme olmaksızın dini nikah yapanlar, 6 aya kadar hapisle cezalandırılırlar.” (2004)
· Peki ya nikahsız yaşayanlar? Cezası yok, çünkü: “Zina suç olmaktan çıkarıldı.” (2004)
· Iğdır valisi açıkladı: “Fuhşun suç sayılmaması ve yaygınlığı yüzünden namuslu kadınlarımız neredeyse sokağa çıkamaz hale geldi.” (23.11.2005 – Vakit)

75. Başbakan “Çocuğum işsiz” diyen vatandaşı “Senin çocuğun da işsiz kalsın! Otur, otur! Bana kişisel sorunlarını getirme…” diye azarladı. (AKP Keçiören İlçe Kongresi) http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=182616
· “Lan…Sus…Hadi ananı al git buradan!” diyen başbakanın arkadaşları da benzer üslupla konuştular:
Tarım Bakanı, çiftçilere hitaben: “Gözünüzü toprak doyursun.”dedi.
Maliye Bakanı: “Babalar gibi satarım.”dedi.
AKP Urfa Milletvekili, sel mağduru vatandaşı şöyle azarladı: “Fazla konuşma!”

76. Zaman zaman “Savcılar ne güne duruyor?” diye yakınan AKP yönetimi, Şemdinli davası savcısını harcadı. (Adalet Bakanı tarafından HSYK’ya sevk edilen savcı Sarıkaya, meslekten ihraç edildi.)

77. Erdoğan’ın talimatıyla 2006 yılında yargıç ve savcılara %50’ye varan oranlarda zam yapıldı. (Asgari ücretliler “AKP çekindiği kurumlara mı zam yapıyor?” diye sormaya başladı.)
· Daha yakınlarda AKP’ye gereken teşekkürü(!) yapan Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu’yu arayan Bülent Arınç zam müjdesini şöyle vermişti: “Tasarı hazırlandı. Komisyonlardan hızlı şekilde geçirilip, en kısa sürede Genel Kurul’dan geçirilecek.” (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/4495113.asp?m=1&gid=69)

78. Başbakan Erdoğan, İHL ve meslek liseleri hakkında “Biz hükümet olarak bu bedeli ödemeye hazır değiliz” dedi.
Birlik Vakfı’nca İstanbul Grand Cevahir Oteli’nde düzenlenen ‘Meseleler ve Çareler’ konulu sempozyum. (http://arsiv.sabah.com.tr/2004/07/04/siy105.html)

79. Din Kültürü kitaplarına Hz.Musa’nın, Hz. İsa’nın ve Sevgili Peygamberimizin resimleri kondu. (2004)

80. Din Kültürü kitaplarında mezhep sayısı 4’ten 5’e çıkarıldı.
(Bakınız: Orta Öğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitabı 11. Sınıf, MEB Yayınları, İstanbul-2006, sayfa 65, İslam Düşüncesinde Ameli-Fıkhi Yorumlar)

81. Din Kültürü kitaplarına göre, mezheplere gerek yok.
(2005’ten beri okutulan 8. sınıf Din Kültürü Kitapları, Dinde Anlayış Farklılıkları/Mezhepler bölümü.)
Bazı kitaplarda bu görüş yumuşakça (!) ifade edilse de ilköğretim öğrencisinin kafasını karıştırmaya yetiyor.

82. Okullara gönderilen genelge ile Kuran-ı Kerim’de geçen bazı kelimelerin kullanılması yasaklandı: cemaat, cihad, fetva, halife, hicret, imam, imamet, kafir, medrese, mücahid, mümin, münafık, şehadet, şehit, şeriat, şirk, tağut, tebliğ, tekke, tevhid… Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı’nı sözkonusu genelgeyi göndermekle görevlendirdi. (http://arsiv.sabah.com.tr/2005/01/13/gnd106.html)

83. Sekizinci sınıf Din Kültürü kitabının namaz tarifinde, bayanlar için “başı yarı açık” resim kullanıldı.
Aynı kitabın 91. sayfasında cemaatler için : “Bunlar tarikatlar gibi insanların din ve vicdan özgürlüğünü, ulusal birlik ve beraberliğini ortadan kaldıran gruplardır” ifadesi kullanıldı.

84. Bazı köylerde ilköğretim 1. sınıf öğrencilerine dağıtılan okuma-yazma öğreniyorum kitaplarında 13 ve 15. sayfalarında haç işareti bulunan, 3 çocuğun kilisede aldığı eğitimi ve kilise dualarını gösteren fotoğraflar kullanıldı. (MEB-TTKB’nin 12.07.2004 tarih / 115 sayılı onayını taşıyan AB destekli bu kitaplar, ücretsiz dağıtıldı.)

85. 2005’te onaylanan 5. sınıf Din Kültürü kitaplarında “Kelime-i Tevhid, Lailâhe illallah’tır” deniyor. (“Muhammedur-rasûlullah” ifadesine yer verilmiyor.)
(AB projelerini ve ders kitaplarındaki değişimi düşündüğümüzde “Muhammedur-rasûlullah” bölümünün yazılmaması, her şeyi anlatıyor. “Muhammedur-rasûlullah” ifadesi; Hz. Muhammed’in Allah’ın rasulü olduğunu söyleyen Müslümanları, Hz.İsa’yı rab ve oğul kabul eden Hıristiyanlardan ayırır. Bunu kaldırmak hangi düşünceden ileri gelir?)

86. Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in başörtüsü sorununa bakışı:
“Başörtüsünü sorun sayanların sayısı yüzde bir buçuktur. Halk hangi konuların öncelikle çözülmesini istiyorsa biz hükümet olarak bu sorunlara odaklandık. Bizim gündemimizde halkın sadece yüzde 1,5′inin gündeminde olan bir konu öncelikli olarak yoktur. Olması siyaseten de yanlıştır.” 24.05.2006 – Milliyet (http://www.milliyet.com.tr/2006/05/24/resim/birincisayfa.jpg)

87. Erdoğan, başörtülüleri 3-5 ağaca benzetti: “Yani burada bizim bireysel özgürlük anlayışlarımız eğer genel özgürlük anlayışının önüne çıkarsa herhalde yanlış yaparız diye düşünüyorum. Geneli kucaklamak durumundayız. Ormanı düşünelim, oradaki birkaç ağacı değil. Birkaç ağaç üzerinden hareket edersek yanlış yaparız. Nitekim Türkiye’de yapılan kamuoyu araştırmalarının bu konudaki neticeleri çok açık net ortadadır.”
(http://www.akpgercegi.com/category/basortusu/)

88. Urfa’dan Ankara’ya yürüyen başörtü mağdurları Meclis’e girerken ‘terörist’ muâmelesi gördü. Üç kişilik heyet, polis tarafından ayrı bir odaya alınarak üzerlerindeki paradan çoraplarına kadar arandı. (6.1.05–Vakit)

89. MEB’e bağlı Yurt-Kur’un başörtülü ve sakallı fotoğraf veren öğrencilere burs vermeyeceği açıklandı. (09.10.2006 – Vakit)

90. AKP’li Kuşadası Belediyesi, hediyelik eşya dükkânı açmak isteyen bayana, başörtülü fotoğrafla başvurduğu için ruhsat vermedi. (http://www.stargundem.com/news/11299.html)

91. Meclis kitabında dedesinin sarıklı fotoğrafını gören AKP milletvekili: “Benim dedem sarık takmazdı; aydın bir insandı” dedi. (01.05.2004 – Vatan) (Sarığı karanlık sembolü görenler, başörtüsü için ne düşünür?)

92. Bülent Arınç: “Başörtü meselesi bizim namus meselemizdir. Bu sorunu çözmek bizim namus borcumuzdur.” demişti. (Kahramanmaraş mitingi – 2002)
· Arınç:“Başörtüsü sorunu çözülecektir; ama demokrasi çerçevesinde ve zamanı geldiğinde.”(28.12.04– Vakit)

93. Başbakana örtü mağdurlarından mektup: Sözünüzü tutun. (23 Nisan 2004 – Vakit) (Bu mektuba hâlâ cevap verilmedi.)

94. Öğrenci affı getirildi. Yani zamanında başını açmadığı için okullarını bitiremeyenlere bir fırsat (!) tanındı. Peki nasıl mezun olacaklardı. Erdoğan, sorunu çözdü: “Peruk taksınlar girsinler.” (www.haber7.com/haber.php?haber_id=237241)

95. Abdullah Gül, YÖK’ün kurucu başkanı olan ve üniversitelerde başörtüsü yasağını başlatan İhsan Doğramacı’ya 2007 Meclis Onur Ödülü verilmesini teklif etti. (17.02.2007 – Zaman)
Bülent Arınç da Doğramacı’ya telefon ederek ödülün kendisine verileceğini müjdeledi.
· Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Gül’ün teklif ettiği ödül, daha sonra Gül tarafından takdim edildi. (http://www.sabah.com.tr/2007/05/31/haber,06DCCD2256774F55BD39882429EF5F05.html)
96. Şubat 2003’te “Benim bu davayı geri çekmem bütün kadınlara hakaret olur” diyen Hayrunnisa Gül, bir yıl sonra AİHM’deki başörtüsü şikayetini geri çekti. (3 Mart 2004 – Vakit)

97. Abdullah Gül, Ahmet Vakur Gökdenizler’i Denizcilik-Havacılık genel müdür yardımcılığından büyükelçilik statüsüne yükselterek Montreal’e daimi temsilci olarak atadı. (30.10.2006 – Vakit) Adı pek çok skandala karışan bu kişiyi hatırlayalım: A.Vakur Gökdenizler, 1999’da Merve Kavakçı’nın ABD vatandaşı olduğunu Dallas Göçmen bürosundan öğrenerek yıldırım kriptoyla Ankara’ya bildiren kişidir.

98. Başbakan Erdoğan: “Başörtüsü konusunda hiçbir yerde, kimseye söz vermedim. Vaat etmediklerimizi, vaat edilmiş gibi gösteren, provake edenler var.” dedi. (www.gazetevatan.com/root.vatan?exec=haberdetay&tarih=05.04.2005&Newsid=50529&Categoryid=3)

99. Başörtüsü sorunuyla ilgili vaadi olmadığını açıklayan Başbakan, Fener Rum Patriği’ne söz verdi: “Bütün sorunlarınızı çözeceğiz.” (11.12.2004 – Vakit)

100. Yüz maddeye sığmayan A’dan Z’ye diğer gerçekler:
A. Yabancılara toprak satışına izin veren yasa çıkarıldı. (Dikkat: Ev, daire, bina değil; arazi satılıyor.)
B. Erdoğan, çocuk katiline “Sayın” dedi.
C. Dışişleri Bakanlığı, Ebu Garip cezaevinde işkence gören Türkler ve diğerleri için harekete geçmedi.
Ç. Şimon Peres “AKP, Türk lokumu” dedi. (http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/09/02/515570.asp) Demek onlara göre öyle.
D. Devlet bakanı Kürşat TÜZMEN bir defile sonrası F. LOPES isimli kadınla kadeh tokuşturup şarap içti (10.02.2077 – Posta) Not: Bakan içki başında, başı örtülü öğrenciye öğretim yasak.
E. ATO raporuna göre son 4 yılda, yıllık ortalama 546.000 dosya, zaman aşımından düştü. (AKP’nin A’sının resmidir…)
F. Yasaklar devam ediyor:a- Başörtüsü yasağı, b-12 yaşından küçüklere Kuran öğretme yasağı…
G. AB hatırına Mardin-Midyat Bardakçı köyünün camisini kiliseye çevirmeye kalktılar.
Ğ. Kuzey Irak yönetimi AKP’yi zor durumda bırakmamak için 22 Temmuz seçimine kadar sessiz durma kararı aldı.
(İlnur Çevik ve bölgede görev yapan gazeteciler bildirdi.)
H. AKP 22 Temmuz seçim beyannamesine Başörtüsü, YÖK ve terörle mücadeleyi almadı.
I. 273 üyeli İsrail Dostluk Grubunun 173’ü AKP milletvekiliydi.
İ. Bazı AKP milletvekilleri, yolsuzluklara tahammül edemediklerini söyleyerek partilerinden ayrıldı.
J. Kıbrıs için “Çözümsüzlük çözüm değildir” diyen başbakan, “toplumsal mutabakat” diye bir şey uydurup başörtüsünü
çözümsüz hale getirdi.
(Başbakanın bizim icadımız dediği “Toplumsal mutabakat”, cumhurbaşkanlığı seçiminde kullanılamadı.)
K. Misyonerliğe yasal izin verildi. (AKP’nin gerekçesi Misyonerlik faaliyetlerini denetim altında tutmakmış…)
L. Bazı müftülüklerde ilk defa orkestra eşliğinde “Kutlu Doğum” Konserleri(!) düzenlendi.
(Vatandaş sordu: Peygamberimiz bu toplantılara katılır mıydı?)
M. Ezan sesinin kısılması için genelge yayınlandı.
N. Uygun görülen yerlerde Cuma namazının son 6 rekatı kıldırılmıyor. Yer yer bu konuda kavgalar oldu.
O. Kuran öğrenimi yasağını TCK’ya koyarak; dedelerin, ninelerin torunlarına Kuran okutmasını yasak saydılar.
Ö. Bir yandan özelleştirme yapılırken bir yandan da belediye şirketleriyle yeni KİT’ler oluşturuldu!
P. Ülkemizdeki yabancı şirket sayısı 3’e katlandı.
R. Borçlu vatandaşlarımızın sayısı 4,4 kat arttı.
S. Köylüler, çiftçiler, fındık üreticileri… protesto mitingi yapacak derecede mağdur edildi.
Ş. Ülkemizin toplam borcu (iç-dış), dolar bazında 2 katına çıktı.
T. Bankacılık sektörünün % 51’i yabancıların eline geçti.
U. Resmi açılışlar ve devlet törenleri, AKP seçim mitinglerine dönüştürüldü.
Ü. “Kuraklık destek” haberini, seçim meydanından Dışişleri Bakanı açıkladı.
V. Erdoğan, parti mitinglerine başbakanlık uçağı ile gittiği için tepki çekti.
Y. 5 senedir garibanların başörtüsü için toplumsal mutabakatı bekleyen iktidar mensupları, sıra kendi eşlerine ( Cumhurbaşkanlığı seçimine) gelince bunun demokratik hak olduğunu hatırladılar.
Z. Babası dışişleri bakanı olmayan kızlar, mezuniyet törenlerine başörtüsü ile katılamadı…

Ne kadar da özel(LEŞTİRİL)dik?

Aşağıda geçen işletmeler 5 yıl önce devlete ait, şirketlerin kimi hisseleri ise dolaylı yoldan ya da doğrudan millete ait idi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül mü olsun diye referandum yapan zihniyet, millete ait şirketleri satarken millet uyanmasın diye bin takla atıyor. Ancak aşağıdaki liste devletin ve milletin kaynaklarının nasıl yağmalandığını gözler önüne seriyor. İleride çok daha detaylı bir şekilde özelleştirmelere değineceğiz. Ancak bu yazıyı da tarihe not düşüyoruz:

Türk Telekom, Arap’ ın.

Telsim İngiliz’in.

Kuşadası Limanı İsrailli’nin.

İzmir Limanı Hong Konglu’nun..

Araç muayene işi Alman’ın.

Başak Sigorta Fransız’ın.

Adabank Kuveytli’nin.

İETT Garajı Dubaili’nin.

Avea Lübnanlı’nın.

Petkim? Ermeni’nin. (Kazak’a sattık, dediler. Kazağı bi çıkard ık..Ermeni…)

Rakı , Amerikalı’nın.

Finansbank Yunanlı’nın…

Oyakbank Hollandalı’nın.

Denizbank Belçikalı’nın.

Türkiye Finans Kuveytli’nin.

TEB Fransız’ın.

Cbank İsrailli’nin.

MNG Bank Lübnanlı’n ın.

Alternatif Bank Yunanlı’nın.

Dışbank Hollandalı’nın.

Şekerbank Kazak’ın.

Yapı Kredi’nin yarısı İtalyan’ın.

Turkcell’in yarısı Finli’nin Rus’un.

Beymen’in yarısı Amerikalı’nın.

Enerjisa’n ın yarısı Avusturyalı’nın.

Garanti’nin yarısı Amerikalı’nın.

Eczacıbaşı İlaç, Çek’in.

İzocam, Fransız’ın.

TGRT(Fox) Amerikalı’nın.

Demirdöküm Alman’ın.

Döktaş Fransı z’ın.

Süper FM Kanadalı’nın.

Bunların Hepsi TÜRK’tü.

Sadece 4.5 yıl önce.

Daha önce de söylemiştik. Sırada Etibank özelleştirmesi var ki Türkiye’nin Bor rezevrlerini bu banka elinde tutuyor. Banka satılırsa bankayı alacak olan taşınmazlara da sahip olacak. Bu demek oluyor ki Bor madenleri ve işletmeleri satılan kişilerin ellerine geçecek…

Bu yağmaya dur demek için Ulusal düşüncede bir parti başa gelmelidir. Amerikan’ın Kuşatma Partisi daha fazla iş başında kalamaz. Yoksa sonumuz Meksika’dan beter olur.

Saygılar

18 Mayıs 2008 Pazar

Özal'a Suikastı Ulaştıramadan Öldürüldü.

Özal'a suikastla ilgili önemli bilgilere ulaştığını söyledi. Ertesi gün bunları aktarmaya gelecekti. Fakat 24 saat geçmeden öldürüldü. Hiram Abas'ın öldürülmesinin perde arkası...

Merhum 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile ilgili en çok merak edilen konulardan biri, Şüphesiz ölümüdür… “Özal Öldürüldü mü?” Sorusu zihinlerde şüphe uyandırmaya devam edecektir. Biz de Cumhurbaşkanlığı döneminde, Özal'ın danışmanlığını yapan Verso Başkanı Stratejist Erhan Göksel'le bu konuyu konuştuk.

Röportajın İkinci Bölümü

Sizce Turgut Özal Öldürüldü Mü?

Özal'ın vefatında bazı “tıbbi hikayeleri”, iddiaları duyduğumda şüphelerim oluştu. Ancak tam olarak inanmamıştım. Turgut Bey'in sağlık durumunun bozuk oluğunu bildiğim için ve tıp kökenli olduğum için ilk yıllarda doğrusu sadece kuşku olarak kalmıştı benim için. Fakat tarihsel olaylara sonradan baktığımda, ortaya çıkan tablo benim bu şüphemi kanaate çevirdi.

1990'da duvar yıkıldıktan, Sovyetler dağıldıktan sonra, Türki Cumhuriyetlerin tamamı Özal'ın müthiş etkisi altına girmişti. Hepsinin liderlerinin Özal ve Türkiye ile çok yakın ilişkileri vardı. Özal'ın ölümüyle Türki Cumhuriyetler Türkiye'den koparak tekrar Rus sistemine bağlandılar. Azerbaycan biraz ortada kaldı. Demokrasiyi tanımadıkları için, komünist bir toplumdan ortaya çıkan bu yeni devletler, eski liderleri tarafından yönetilmeye devam etmişlerdi. Yeni kurulan küresel dünyayı Özal'dan öğreniyorlardı. Doğal olarak da Özal'ın vizyonundan ve Onun uluslararası ilişkilerinden müthiş etkileniyorlardı. Tüm bunları ben yakinen yaşadım. Nitekim benim daha sonra Türki Cumhuriyetlerdeki bütün devlet başkanlarını yakinen tanıyor olmam Özal nedeniyledir. Sonraları hem Türki liderlerin, hem Batı dünyasındaki pek çok liderin “ilgisini” çekmemim en büyük nedenini, hep Özal'ın danışmanı olmama bağlamışımdır.

İşte Özal'ın Ölüm Sebebi…

Semra Özal'ın iddiası da zaten o yöndeydi. Turgut Özal'ın “Türk Birliği” kurma çalışmalarından dolayı öldürüldüğü iddialarını dillendiriyordu…

Özal'ın Türk Birliği” iddiası, biraz “Turan” ve “Kızıl Elma” çağrıştırdığı için doğru bir tanım değil bence. Turgut Bey, Türkiye'yi Türki Cumhuriyetlerinin ağabeyi yapmaya çalışıyordu. Türkiye'yi Bölgesel Güç yapmak istiyordu. Bunu o zamanki devlet başkanları Nazarbayev olsun, işte ölen Türkmen Başı olsun, Haydar Aliyev olsun, hepsi çok ciddiye alıyorlardı. Haydar Aliyev, SSCB'nin üçüncü adamlığına yükselmiş, KGB'nin ikinci Politbüro'nun üçüncü adamı olan bir siyasi güçtü. Onun bile - yakın ilişkimle biliyorum - Turgut Bey'e müthiş derecede hayranlığı ve sempatisi vardı. Hatırlayın, sürekli Türkiye'ye geliyorlar ve gidiyorlardı. Turgut Bey'in ölmeden önceki son uzun ziyareti Türki Cumhuriyetlere oldu.

Bugünden o günlere baktığımda Özal'ın ölümüyle, Türki Cumhuriyetlerin Türkiye ile olan hayallerinin tamamen ortadan kalktığını, tekrar eski sisteme farklı bir yapılanmayla yeniden entegre olduğunu görüyorum. O zaman bu iş kime yaradı? Elbette Rus Devleti'ne…

Bir husus daha var. Turgut Bey'in ölüm haberi Köşk'ten çağrı cihazıma geldiğinde, ambulans onu GATA'ya götürüyordu. O zaman cep telefonu yoktu. Araç telefonuyla korumalara ulaştığımda, ambulans Hacettepe'yi geçmiş, Samanpazarı kavşağını geçiyordu. Kalp krizi olduğu açıktı ve GATA'ya ulaşmaya çalışıyorlardı, doğal olarak da en az 20 dakika sonra varabilecekti. Nasıl oldu bilmiyorum, yakın korumalarını ikna ettim. Adeta emrettim. Ambulansı geri döndürüp Hacettepe'ye gitmesini sağladım. Sanırım Semra Hanım beni onaylamıştı. Çünkü, ambulansta o da vardı.

Orada olmayanlar da maalesef hem gazetelerde hem anılarında adeta oradaymış gibi yazdılar. Ben de taksiyle Hacettepe'ye ulaştım. Herkesin yazdığının aksine Özal Acil Serviste değil, dört kat üstteki Kalp-Damar Cerrahisi yoğun bakıma alınmıştı. Bazıları arkadaşım olan tüm nöbetçi doktorlar resüsitasyon yapıyorlardı. İlk anda üst düzeyde Başhekim olan Prof. Dr. Çelik Taşar vardı. Günlerden Cumartesi ve sabah 10 sularıydı. Kısa süre sonra rektör Prof. Dr. Yüksel Bozer ve diğer Hocalar da geldiler. İçeriye Semra Hanımdan başka kimse alınmamıştı anladığım. Ben de doktor ve Hacettepeli olduğum için girebilmiştim. Semra Hanım, aynı mekanda ama biraz uzakta “enfeksiyon koruması gereken hastalar” için olan özel camlı odada oturuyor ve sessiz sessiz ağlıyor, açık kapıdan, uzaktan eşine yapılan müdahaleyi izliyordu.

Tam o anda kalp monitörü gözüme çarptı. Tek bir kalp atışı yoktu. Çizgi dümdüzdü. Hatta elektro şoka hiç cevap vermiyordu. Semra Hanım'a gittim. Hiçbir şey demedi. Yüzüme baktığında gözlerinden Özal'ın öldüğünü anladığını gördüm. Semra Hanım Özal'ın anısına ağlıyordu. Sevdiği insan için ağlıyordu.

Bir ara yoğun bakımın kapısından dışarı çıktım. Birkaç bank konulmuş, Yusuf Özal, Hüsnü Doğan ve kimi bakanlar üzgün oturuyor ve umutla gelecek iyi haberi bekliyorlardı. Hiç unutmam, yakın dostluğuma rağmen Yusuf Bey içerden çıkmış olduğumu gördüğü halde bana abim nasıl diye soramadı. Vereceğim cevaptan korkuyordu. Hüsnü Bey'in başı öne eğilmiş, dua ediyordu. Özal'ın tüm korumaları ve yakın personeli de oradaydı, hepsi hüngür hüngür ağlıyorlardı.

Ben o sırada koruma polisleri ile konuşma imkanı buldum. Bize Fakültede okurken her zaman ilk hikayenin en doğrusu olduğu öğretilmişti. Korumalarının hepsinin anlattığı, Turgut Bey'in son yurtdışı gezisinde ağır ağır gittikçe çöken bir bitkinlik içine girdiğini; hatta Türkiye'ye döndükten sonra Anayasa Mahkemesi'nde bir tören için merdivenlerden korumaların koluna girerek gittiğini anlattılar. Semra Hanım da bana bir yerde asansöre binerken “Semra koluma gir” demiş. Semra Hanın o zaman onları bana anlatmıştı sıcağı sıcağına. Asansöre binmekte zorlanmış. Belki içerden de destek almış ve Özal'ı kronik olarak zehirlemiş olabilirler. Sanırım döndükten iki-üç gün sonra vefat etti.

Özal'a Ölmeden Önceki Gece Ne Oldu?

Şimdi zaten ona gelelim. Dış destek de sonuçta iç faktörleri kullanarak bu işi becerebilir…

Turgut Bey dışarıdaydı o sırada fakat yine de olabilir. Yakın çevresinde çalışanlardan birileri de olabilir. Çevresinde o kadar çok adam vardı ki… Ayrıca yediği içtiği şeye de hiç dikkat etmezdi. Tarihe bakarsanız, bütün büyük liderler hep yakınlarındakiler tarafından, yani mahiyeti tarafından, mahiyeti içinden birileri tarafından suikasta uğramışlardır. Fatih Sultan Mehmet'i de bizzat doktoru zehirlemiştir. Burada bir konuyu daha söylemek istiyorum: Turgut Bey, döndükten sonra ikinci gece, yani vefatı öncesinde Köşk kayıtlarına gören son benimle konuşmuş. Aramızda geçen bu konuşmayı çok sonraları hep düşündüm. Bana garip gelen bir durum vardı. Özal'ı ilk defa hafızasını karışmış görmüştüm. Adeta hafif bir bilinç bulanıklığı vardı. Beni aradığında, yarın akşam bana gel dedi. Cümleyi eksik kurmuştu ki, hiç adeti değildi. Yarın dediğinden kastı, cumartesi akşamıydı. Gayet iyi hatırlıyorum, çükü hiç aklımdan çıkmadı bugüne kadar. Önce 7'de gel dedi. Sonra …yok yok, 7'de misafirim var… dedi, ve …8'de gel… diye düzeltti. Daha sözünü tamamlarken, yahu unuttum, İhsan Doğramacı yemeğe gelecek, sen 10 gibi gel dedi. Anında …yok 11'de gel daha iyi olur… dedi. Turgut Bey'in kafası her zaman çok netti. Telefonu kapayınca Allah Allah dedim, yani bir gariplik hissettim o zaman. Ama o sıralar bunu seyahatin yorgunluğuna vermiştim. Halbuki tanıdığım Özal çok uzun kıtalararası seyahatlerde bile hiç yorulmaz, kafası asla karışmaz, sabahlara kadar çalışır ve erkenden sıfır kilometre araç gibi güne başlardı.

Yani yaşıyor olsaydı cumartesi akşamı 11'de Özal'la olacaktım . Bana aynı telefon konuşmasında 3 kere randevu verirken, ertesi günün randevu programını bu kadar karıştırıyor olması, imkansızdı. Tıpta bunun adı “zihin karışıklığı”dır. Bana çok garip gelmişti. Hiç Turgut Özal'ı böyle görmemiştim. Daha sonraları kronik bir zehirlenmeyi hep düşünmüşümdür.

Hiram Abas Özal'a Ulaşmaması İçin Öldürüldü

İçle ilgili baktığımızda 1988'de Özal Suikastı var…

Ben Özal'a suikast yapıldığında yanında değildim, yani danışmanı değildim. Özal bu suikast girişiminden çok sonra bana bazı olayları ve bağlantıları anlatmıştı. Olaydan epey sonra bu konuyla mı bilmiyorum ama özel olarak Hiram Abas'ı görevlendirmişti. Hiram Abas, Özal suikastını çözmek için büyük çaba harcadı ve Hiram Abas'ın suikastı, Özal'a yapılan suikastla ilgili, önemli bilgiler elde ettiğini Turgut Bey'e İstanbul'dan telefon ettikten ve yüz yüze anlatmaya geleceğini söyledikten hatırladığım bir gün sonra, Turgut Bey'i göremeden öldürüldü. Turgut Bey bu olayı bana aynen şöyle yorumlamıştı: “Hiram önemli şeyleri çözdü ve bana anlatmasını engellemek için öldürüldü” demişti daha sonra. Turgut Bey, neleri biliyor; neleri bilmiyordu, bunu hiç bir zaman öğrenemedim. O dönemde sadece bir kez Turgut Bey'e ne var bu işin içinde dediğimde, “bu konuları kapat” dedi ve bu konuyu benle çok sonra sadece bir kez daha konuştu.

Önemli yerlere ulaştı belki… Üzerine gidemedi veya göze alamadı değil mi?

Emin olamam, Özal hiç kimsenin hayal edemeyeceği kadar cesurdu. Bence bilseydi üzerine cesaretle giderdi. Ya da devlete zarar vermek istememiş olabilir. Tabii ki bunlar benim tahminlerimden öteye geçebilecek şeyler değil bugün için. İlk suikast ve eğer gerçekten bir ikincisi varsa, yani öldürüldü ise, bu iki olay arasında ortak bağ veya ortak merkezler mi var; yoksa her ikisi ayrı merkezlere mi ait onu da bilemem. Bugün baktığımda bana göre ölümü dış güçlerin işiydi.

Keçeciler'in anlattığına göre de, Özal kendisine suikast yapanları biliyordu ama üzerine gidemedi. Altından çok şey çıkar diye…

Olabilir. Burada bir tek şey söyleyebilirim: Hiram Abas'ın ölümünden bir süre sonra, Turgut Bey bana bu konuyu ikinci kez açtı ve o olayla ilgili bazı bilgiler verip, fikrimi sordu. Bana aktardığı bilgilerde çelişki vardı. Okuduğu ilk raporda Hiram Abas'ı Dev-Sol'un vurduğu iddia ediliyordu. 40 yaşlarında, gözlüklü, saçı önden dökük birisinin vurduğu iddiası vardı. Şoför koltuğunun arkasındaki kapı camından, şoför koltuğunda oturan Hiram Abas'a ensesinden ateş ettiği söylendi. Görgü tanıklarına göre de, aracın önüne Hiram Abas'ın, kendisini tanıdığını düşündürten bir durum vardı. Abas'ın durarak şoför camını açtığı iddiası vardı. Özal'ın ayrı bir ekibe hazırlattığı İkinci bir rapor ise yine Hiram Abas'ın, önünden geçen birisini görüp yavaşladığı, o sırada arabanın arka yan camından ensesine ateş edildiği iddia ediliyordu. Özal ise özel bir ekibe hazırlattığı üçüncü rapora inanıyordu. Bana söylediği; “Dev-Sol'da o dönemde 40 yaşlarında kimsenin olmadığı”ydı.

Belki de taşeron bir örgüt kullanmışlardır..

Bana bu iddia zayıf geliyor. Hiram Abas çok özel yetişmiş Rambo gibi bir profesyonelmiş biriydi. Bana anlatılan… Ben kendisini hiç görmedim. Ama anlatılan Amerika'da çok özel eğitim aldığıydı. Türkiye'nin en iyi yetişmiş polisi, önüne gelen bir kasiste yavaşladığında eğer duruyorsa, Özal'ın düşündüğü gibi onu tanıyan ve duracağını bilen birisidir. Arabanın arka camından ateş ediliyor kafasına. Bana göre bizzat taşeron olarak değil bizzat işin merkezi tarafından Hiram Abas öldürüldü. Dediğim gibi daha sonra Turgut Bey işin üzerine gitmedi.

Budapeşte'de Mesut Yılmaz'a Yumruk Attıran Kişi

Her ne kadar sonradan inkar etti ise de istihbaratçı Bülent Orakoğlu, Turgut Özal ı öldürenin adını da biliyorum dedi. Bu kişinin devletin üst düzey yönetiminden bir olduğunu söyledi…

Benim bildiğim Bülent Orakoğlu hayali kuvvetli birisidir. Tansu Çiller'i polisleştiren zattır. Tansu Hanım'ı bu tür senaryolarla korkutarak adeta teslim almıştı. Aynı şeyi daha sonra bir başkası, bu kartı Mesut Yılmaz'a karşı kullanacak ve Mesut Bey'i de polisleştirecekti. Hatta bu uğurda Mesut Bey'i ikna etmek için Budapeşte'de bir de yumruk attırarak daha ikna edici olacaklardı.

Bu senaryonun “yeni versiyon”unu bu kez de “Ergenekon Operasyonu” ile yeniden izliyoruz. Şimdi de amaç aynı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı polisleştirerek esir almak. Ancak bu sefer Başbakan'a atılan “yumruk” birileri tarafından değil, bizzat iktidara yandaş medya tarafından “sanal yumruk” olarak; adeta muhalefete ve Müesses Nizam'a atılıyormuş “imaj”ı verilerek direkt Başbakan'a atılıyor. Başbakan bu senaryonun büyüsünden erken uyanabilecek mi? Yaşayıp göreceğiz.

Burada bir hatırlatma yapıp tarihe not düşeyim: Elbette bir yığın suçlu var Ergenekon davasında. Ana tez, “Çete olmak iddiası” üzerine kurulu. Bizim Ceza Kanununda çete suçu; 13,5 yıl”dan başlar. Bakalım 13,5 yıl hüküm alan kaç kişi olacak? Birileri birkaç yıl suç alırsa bu çete değil, adi örgüt olduğunu gösterir o zaman. Bunu da çok geçmeden göreceğiz

16 Mayıs 2008 Cuma

Yeni Soğuk Savaşta Türkiye'ye Biçilen Rol ve Çin : Ergenekon Operasyonun Analizi

Recep Tayyip Erdogan’a bu yeni surecte yer yoktur, O’da belli bir sure sonra McDonald demokrasi kulturu cercevesinde tasfiye edilecek gibi gozukmektedir.

Cunku Recep Tayyip Erdogan Ilimli Islam’a sicak bir yaklasim sergilememektedir. Bu asamada ordu yani asker icinde olumlu bir gelisme olarak gorulen bu yaklasim destek bulacak, Fethullah Gulen hareketinin yogunluk kazandigi Emniyet teskilati Washington’da Turkiye
elciligi disinda actiklari burolari vasitasi yeni bir guc dengesi olusturacak
, Ordu evcillestirilecek, Turkiye daha muhafazakar bir konum ile “yeni” soguk savasta Cin’e karsi taraf olacaktir.

Sovyetler ile ABD arasindaki Soguk Savas olarak adlandirilan ve psikolojik bir harb olan amansiz cekisme ikinci dunya savasinin akabinde basladi.

Iki buyuk guc ve ekonomik uretim temeline dayali iki farkli dunya gorusu arasinda yasanan bu korkunc rekabet sirasinda bazi onemli ulkeler araci rolu oynadilar, belki bu ulkeler dunya konjonkturunde fazla rolu olmamakla birlikte bolgesel bazdaki etkinlikleri, rakip ulkeler icinde aktif konuma gecebilecek etnik ve dinsel guruplara etkileri ile soguk savasin, Washington ve Moskova disindaki ucuncu merkezleriydiler.

Latin Amerika’da Sili, Avrupa’da Almanya, Uzak Dogu’da Indonezya, Guney Dogu Asya’da
Pakistan, Dogu Asya’da Guney Kore ve Ortadogu’da Turkiye bu surecte onemli rol ustlendiler.

Cunku Soguk Savas’in tarafi konumundaydilar.

Bu ulkelerin hepsinde ordu ulkeyi kontrol etmede onemli bir guctu, ve buyuk
bir cogunlukla askerlerin ordu icinde onemli gorevlere gelebilecek olanlari Washington’da onemli kurslara gonderilir, egitim faaliyetlerine katilir ve en onemlisi NATO icinde onemli gorevlerde bulunurlardi.

Soguk Savasin tarafi olan ucuncu ulkelerde ikinci en onemli kurum ise Disisleri Bakanliklari ile Istihbarat kuruluslari idi.

Fakat ordu silahli gucu itibari ile butun bunlarin ustunde bir rolu vardi, ve digerlerini
ordu kontrol ederdi.

Yipratici olan bu soguk savas donemi yaklasik yarim asir surdu, Sovyetlerin bu amansiz kapitalist saldirida ve silahlanma yarisinda cokmesi ile daha farkli bir surece girildi, cunku oyunda rol alanlarin ekonomik, siyasi ve kulturel konumlari degisime ugramis, kuresellesme olarak adlandirilan buyuk sirketlerin hegemonyasi Amerikan vahsi kapitalizmi ve McDonaldlasma olarak Hollywood ile birlikte dunyaya demokrasi ve ozgurluk olarak sunulmaya baslanmisti, daha fazla uretim ve daha fazla tuketim; insan sistem
icin var olur felsefesi
butun dunyaya kuresel ideoloji olarak haykirilmaya baslanmisti.

Kapitalizmin bir asamasi olan Ulus-devlet gelismekte olan ulkelerde yipranirken, bunu empoze eden Amerika’da ise daha guclu bir Ulus devlete dogru yol alma sureci baslamis,
Carl Schmitt’in devletin varligi icin yeni bir dusman yaratma siyasi felsefesi yeni muhafazakar ekolu ile Amerikan toplumu ve devletine empoze edilmeye baslanmisti.

Yeni dusman İslam olabilirdi, fakat Amerika’nin dunyaya empoze ettigi kuresel kapitalizmi,
kendi isci gucu ve ic dinamikleri ile cok sofistike kullanan Cin unutulan bir dusman olmustu.

Oysa Amerika iki dusman degil bir dusman ariyordu, iki dusman ile mucadele edebilecek ne eonomik yapisi ne de siyasi hazirligi vardi.

Turkiye ise Soguk Savas’in bitiminin akabinde ayrilikci Kurt Hareketinin silahli bir baskaldirisi
ile karsi karsiya olmakla birlikte, en onemli sorunu ise kendi kimligini arayan, Ortadogu, Avrasya ve Avrupa arasinda kalmis kimliksizlesmis bir yapisi ile nereye gidecegine karar vermeye calisirken, Tanzimat’tan bugune var olan Batililasma ideali O’nu Avrupa Birligi medeniyeti icinde yer almaya itti.

Fakat 600 yila yakin bir zamandir savastigi zihniyete karsi O’nun icinde yer alma hayali Hristiyan Avrupali’nin kafasindaki Turk hayali ile celisiyordu, belki ABD’nin bile desteklemesine ragmen bu cok uzak bir hayaldi.

Bu donem icersinde ordunun rolunun demokratik bir devlette sinirlandirilmasi gerekiyordu,
ordunun evcillestirilmesi olarak da gorulebilecek olan bu degisim bir baslangicti.

Fakat ordu icindeki icsel faktorler ve aktorlerden bazilari bu surece karsi geldiler.

Fakat uzun sure birlikte calistiklari buyuk guc karsisinda yapabilecekleri fazla bir seyleri
yoktu, cunku ikinci dunya savasi ile baslayan ABD destekli ve egitimli askeri yapilanma ne yazik ki bu evcillestirilmeye karsi gelemez ve direnemezdi, cunku Ordu, Turkiye’de belli olcutler icinde halktan kopuk bir yapi ve guc merkezi konumuna gelmisti.

Arkasina alabilecegi bir halk gucu yoktu.

Cunku halki yonetilmesi ve egitilmesi gereken bir kitle olarak gorulmus, Sili’de oldugu gibi kendi ekonomik, siyasi ve kulturel hucrelerini halktan kopuk bir sekilde olusturmustu, cunku bu Soguk Savas’in yapilanmasinin urunu bir politikaydi.

Turkiye’de, hizli degisen dunyada oldugu gibi, aktorler ve kurumlarda degisiyordu.

Toplum sekulerlesmenin otesinde ve disinda de-sekulerlesme surecini yasiyor, daha muhafazakar partiler her secimde daha fazla oy aliyorlar, Turkiye’yi yoneten asker ve burokrasi eliti ise bu asamada gucunu giderek kaybediyor ve yerini halktan kaynaklanan ve dinsel bir dunya gorusu iceren kitle ile degistiriyordu.

Bu McDonald demokrasisi ABD’de hakim olan “bir tek dusmana” dayali dunya siyaseti ile de ortusuyordu.

ABD, daha evvel Sovyetlere karsi birlikte oldugu bazi askeri gucleri tasfiye etme surecine girmisti. Cunku yeni dunya duzeninde askeri guc tamamen tek guc degildi, daha muhafazakar ve dinsel ogeler iceren, Max Weber’ci Kapitalizm ile Islam’i bir araya getirerek bir tasla iki kus vurmak isteyen bir siyasi strateji gelisiyordu.

Turkiye bu surecte onemli bir yerel guc dengesiydi.

Yukselen Islam’in terbiye edilerek diger ulkelere Ilimli Islam olarak sunulmasi aslinda,
Islam’in bolunmesi ve reforme edilmesi demekti.
Fakat ABD’nin Soguk Savas doneminde birlikte calistigi ve Sovyetlere karsi kullandigi bazi “radikal” Islamci gucler 11 Eylul ile ABD’ye bir sok yasattilar.

Her ne kadar ABD’de hakim tepkiselci guc Islam karsiti bir cikis yaptiysa da, bu geciciydi, kalici olan ise uzun yillara yayilacak olan Islam’in terbiye edilmesi, evcillestirilmesi gerektigi idi.

Yani desekulerlesme sureci dahilinde bile bu yeni stratejinin uygulanmasi gerekliligi Islam’in yeni Soguk Savas’ta ABD’nin yanina cekilmesi gerekiyordu.

Islam ABD karsiti olamazdi, olmamasi gerekiyordu, bu amacla ABD Ilimli Islam’i savunan guruplari destekiyor ve ABD’ye davet ederken “radikal” Islamci guruplari ise bu surecte
tasfiye etmeye calisiyordu.

Bu tasfiye surecinde en onemli rolu ise hic kuskusuz Fethullah Gulen hareketi ustlenmis gozukuyordu.

Cunku hareketin Orta Asya ve Islam dunyasinda aktif olmasi, yeni Soguk Savas
surecinde Cin ve Rusya’ya karsi kullanilabilecek bu ulkeler icindeki Musluman toplumlari harekete gecirebilecek bir konumda olmasi itibari ile onemliydi.

Fakat merkez Turkiye olmaliydi ve Turkiye icinde bu stratejiye karsi olabilecek kisi, gurup ve siyasi hareketlerin tasfiye edilmesi gerekiyordu, bu tasfiye surecinde Ordu’nun da onayi alinmaliydi.

Yani ABD’nin yeni dusmani olarak algilanabilecek Cin’e karsi gelistirilen bu strateji icinde rol alan aktorlerin hic biri buyuk resmin farkinda olmadan demokrasi, insan haklari, laiklik, Islamcilik, ulusalcilik, cemaatcilik ve vatanseverlik oyunlari oynarlarken buyuk resim cok farkliydi.

Bunlarin hepsi kuresel kapitalizmdeki sanal oyunlardi ve orjinal tanimlarindan farklilasmislardi.

Turkiye’de yasanan Ergenekon operasyonunun perde arkasi sadece Uluslarasi siyasetteki yeni gelismelerin bir sureci degil, aslinda direkt yansimasi olarak algilanmasinin buyuk resmi gorme ve yeni aktorleri ve onlarin rollerini algilama acisindan onemli oldugu dusunulmelidir.

Bu baglamda Turkiye icinde var olan guc dengeleri degismis ve degismektedir.

Recep Tayyip Erdogan’a bu yeni surecte yer yoktur, O’da belli bir sure sonra McDonald demokrasi kulturu cercevesinde tasfiye edilecek gibi gozukmektedir.

Cunku Recep Tayyip Erdogan Ilimli Islam’a sicak bir yaklasim sergilememektedir. Bu asamada ordu yani asker icinde olumlu bir gelisme olarak gorulen bu yaklasim destek bulacak, Fethullah Gulen hareketinin yogunluk kazandigi Emniyet teskilati Washington’da Turkiye
elciligi disinda actiklari burolari vasitasi yeni bir guc dengesi olusturacak
, Ordu evcillestirilecek, Turkiye daha muhafazakar bir konum ile “yeni” soguk savasta Cin’e karsi taraf olacaktir.

Iste bu baglamda bu surece karsi olabilecek butun siyasi guclerin, hareketlerin, dini guruplarin, askerlerin, polislerin, ve gazetecilerin tasfiye sureci baslatilmistir.

Turkiye karanlik bir limana dogru yol almaktadir.

Rusya'nın İttifak Arayışlarında Türkiye Seçeneği

Çin, Hindistan, İran gibi Asya ülkeleri yanı sıra dağılan Sovyet coğrafyasında yeni ittifaklar oluşturma gayretleri içersinde olan Rusya için AB’ye dahil olma düşüncesi gerçekten radikal bir politik rota sapmadır.

Türkiye olarak bizlerin beklentisi ise Rusya’nın dış politikadaki ittifak arayışları sırasında Türkiye’nin de bir alternatif olarak değerlendirilmesidir.


“Globalleşme” veya Türkçedeki tartışılan çevirisiyle “Küreselleşme” kapsamında ekonomik, siyasi ve kültürel alanlarda ortaya çıkan gelişmeler ülkeleri değişen koşullar paralelinde yeni pozisyonlar almaya zorluyor.

Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Boris Yeltsin idaresindeki Rusya için değişimlerin hızlı yaşanamadığı dönem değerlendirmesi yapıldı. Yeltsin peşi sıra yönetime gelen Putin iktidarlığındaki Rusya’nın durumuna ilişkin değerlendirmeler ise; Putin’in başarılı olduğu görüşü yanı sıra muhaliflerine karşı acımasız davrandığı şeklinde gündeme geldi.

Rusya’nın kaderini belirleyen şahıslardan belki en etkilisi, bir döneme adını perçinlemiş olan Gorbaçov’dur. Sovyetlerin dağılmasına yol açan “Glasnost” ve “Perestroika” isimli siyasi ve ekonomik politikalar Gorbaçov liderliğinde gerçekleşmiştir.

Radikal kararlar olma niteliği tartışılamayacak sözkonusu uygulamaları hayata geçiren ve bu özelliği nedeniyle 1990 Nobel barış ödülünü alan Gorbaçov, bugünlerde Rusya’nın geleceğine yönelik politikaları kendisine özgü farklı bakış açısıyla gündeme getiriyor.

Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de düzenlenen “Dünya Politika Formu”nun açılışında konuşan Gorbaçov bu kez;

“AB’nin, küresel etkinliğini artırabilmesi için Rusya ile daha yakın ilişki kurması gerektiğini”

vurguluyor.

Gorbaçov’a göre; Rusya'nın yakın gelecekte AB üyesi olması ihtimali yok. Ancak AB ve Moskova arasında "ileri işbirliği" için kuralları belirleyen bir belge tasarlanabilir.

Gorbaçov, AB ve Rusya ilişkileri geliştirilmediği takdirde Avrupa'nın dünyada güç merkezi olamayacağını, Avrupa'nın güç merkezi olmasının dünyada dengeleri için önemli olduğunu, bunun gerçekleşmemesi halinde de küresel süreçlerin etkisiz kalacağını, Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra AB'nin küresel olaylarda, "açık ve bağımsız bir ses" olamadığını ve bu nedenle uluslararası siyasetlerde büyük sorunlar/yanlışlar ortaya çıktığını söylüyor.

Peki neydi bu AB’nin etkisiz kalması dolayısıyla ortaya çıkan yanlışlar?

Gorbaçov konuşmasının devamında bu konuya da açıklık getiriyor ve ABD’nin Irak’a yönelik gerçekleştirdiği askeri müdahale sırasında AB’nin sessiz kaldığını, potansiyelini kullanmayan Avrupa’nın, bu davranışıyla ABD'nin tekel olmasına izin verdiğini kaydediyor.

Gorbaçov tarafından AB’ye yönelik suçlama niteliğindeki bu açıklama aslında önemli itirafları da içeriyor.

İtirafları sıralamak gerekirse;

- Avrupa Birliği ülkeleri, ABD’nin Irak’a yönelik müdahalesinde sessiz kalarak gerçekleşen uygulamaya bir çeşit “izin” vermiştir.

- ABD siyasi, ekonomik ve askeri faaliyetlerinde AB’nin mevcut potansiyelini kullanamayacağını düşünerek kendisini tek süper güç olarak görmektedir.

- Rusya, Irak’a yönelik gerçekleşen müdahalenin haksız olduğunu bilmesine rağmen kendisini yeterince güçlü hissedemediği için ABD’ye karşı çıkarak engel olamamıştır.

Gorbaçov açısından itirafların en acısı, Rusya’nın ABD karşısındaki çaresizliği olsa gerek.

Rusya’nın AB ile birlikte hareket etme gerekliliğinin arka planında bu çaresizliğin bulunduğunu görmek hiç de zor değil. Ancak AB’den bu konuda yardım/işbirliği beklemek ne derece doğrudur, sorgulamak gerekiyor.

Çin, Hindistan, İran gibi Asya ülkeleri yanı sıra dağılan Sovyet coğrafyasında yeni ittifaklar oluşturma gayretleri içersinde olan Rusya için AB’ye dahil olma düşüncesi gerçekten radikal bir politik rota sapmadır.

Türkiye olarak bizlerin beklentisi ise Rusya’nın dış politikadaki ittifak arayışları sırasında Türkiye’nin de bir alternatif olarak değerlendirilmesidir.

Rusya tarihi ve coğrafi açılardan Türkiye için gerçekten önemli bir ülkedir ve her geçen gün gelişen ticari/ekonomik ilişkilerin ortak bir siyasi zemine oturtulması zorunluluğu vardır.

Ayrıca Rusya’nın Irak’ta sürdürülen ABD politikalarından duyduğu rahatsızlık konusunda, Türkiye ile birlikte yürüteceği askeri, siyasi ve ekonomik çalışmaların Rusya’ya ne gibi imkanlar/avantajlar sağlayacağı tarihi komşumuz tarafından iyi analiz edilmelidir.

Avrasya'da Misyonerlik Faaliyetleri

Kuruluşlarından itibaren gerek Katolik, gerekse Protestan Hıristiyanlık'ta misyonerlik teşkilatları hiç bir dönemde sadece dini amaçlı müesseseler olmadı. Misyonerlik faaliyetlerinin tesirleri her zaman dinin etki alanının dışına taştı; siyasi, coğrafi, sosyal ekonomik, kültürel bakımlardan geldikleri ülkelerin lehine, gittikleri ülkelerin ise aleyhine sonuçlar doğurdu. Bu kuruluşların bütün bu faaliyetleri, sadece dindar insanların bağışlarıyla yürütmedikleri, misyonerlik kuruluşlarının, bağışlar, kilise gelirlerinden kesintiler ve gayrımenkul kiraları gibi gelirlerinin yanı sıra, ABD ve Almanya gibi ülkelerin gizli ödeneklerinden de finanse edildikleri ifade ediliyor.

Latince missio teriminden gelmekte olan “misyon”, sözlük anlamı itibariyle görev, yetki, bundan türetilmiş olan misyoner terimi ise “görevli olan kişi” anlamlarına geliyor.

Ancak Hıristiyan geleneğinde misyoner ifadesi,

“bir kavram olarak, resmi kilise teşkilatı ya da herhangi bir Hıristiyan cemaat tarafından Hıristiyan mesajını ve dinini yaymak amacıyla özel amaçlanma olarak yetiştirilen ve bu çerçevede özellikle Hıristiyanlık dışı toplumlarda görevlendirilen kişi”

anlamına geliyor. Bu kişilerin oluşturduğu harekete ise “misyonerlik” adı veriliyor.

Evrensel mesajlar taşıyan her inanç sistemi, öğretilerini bütün insanlara yayma isteğine sahip olup, bunu, inananlar açısından bir görev addediyor.

Ancak, misyonerlik, Hıristiyan geleneğinden kaynaklanan belirli metotları kullanarak Hıristiyan dinsel değerlerinin yayılması ve diğer insanların Hıristiyanlaştırılması için yapılan sistematik aktiviteleri ifade ediyor.

Bu bağlamda misyonerlik, bir kurum olarak İslamiyet ile Budizm veya Hinduizm gibi dinlerin yayılması amacıyla faaliyet gösteren, bu dinlere ait misyon kurumlarından da farklılık gösteriyor. Diğer taraftan misyonerlik anlayışı çerçevesinde Hıristiyanlar, tarih boyu gittikleri yörelerde hitap ettikleri insanlara Hıristiyan mesajını duyurmayı değil, onları Hıristiyanlaştırmayı hedeflediler. Hıristiyan egemen güçler, egemenlikleri altında yaşayan farklı inanç ve kültür bağlısı halkları hızla asimile etmeyi, İsa'nın kendilerine yüklediği dinsel bir görev bildiler.

Kuruluşlarından itibaren gerek Katolik, gerekse Protestan Hıristiyanlık'ta misyonerlik teşkilatları hiç bir dönemde sadece dini amaçlı müesseseler olmadı. Misyonerlik faaliyetlerinin tesirleri her zaman dinin etki alanının dışına taştı; siyasi, coğrafi, sosyal ekonomik, kültürel bakımlardan geldikleri ülkelerin lehine, gittikleri ülkelerin ise aleyhine sonuçlar doğurdu. Bu kuruluşların bütün bu faaliyetleri, sadece dindar insanların bağışlarıyla yürütmedikleri, misyonerlik kuruluşlarının, bağışlar, kilise gelirlerinden kesintiler ve gayrımenkul kiraları gibi gelirlerinin yanı sıra, ABD ve Almanya gibi ülkelerin gizli ödeneklerinden de finanse edildikleri ifade ediliyor.

SSCB'nin dağılmasının ardından, radikal İslâmî ülke ve örgütler, Hıristiyan misyoner teşkilatları, Hindistan'daki Budist mihraklar ile benzeri kuruluşlar; Türk Cumhuriyet ve Toplulukları'nın mezhep ihracına, cemaatlerini artırmaya, ülkeleri lehine kamuoyu oluşturmaya, ekonomik çıkar sağlamaya ve iç düzenini bozmaya yönelik dinî propaganda faaliyetlerini yürütebilecekleri yeni vasatlara kavuştular.

Bu bölgede devam eden misyonerlik faaliyetlerinin planlı bir şekilde sürdürüldüğü, mevcut ekonomik zenginliklerin ele geçirilmesi amacı doğrultusunda, bazı Batılı ülke organizasyonlarının bu türden faaliyetlerinin her geçen gün de çeşitlendiği gözlemleniyor.

Bilindiği gibi, Türk Cumhuriyet ve Toplulukları, genelde Müslüman olmakla birlikte Ehl-i Sünnet, Şîa/ Caferî, Alî- İlâhî/ Göran, Bâhâî gibi birbirini reddeden mezhep ve inançlara sahiptir. Az sayıda da olsa Karaim ve Kırımçak olarak adlandırılan Turânî Musevîler, Şaman ve Lamaist Türkler, Türk Dünyası'nın inanç mozayiğini sergiliyor. Öte yandan Gagavuz ve Çuvaşlar gibi azımsanmayacak miktarda Hıristiyan Türk de bulunuyor.

Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nin 1990'lı yıllarda bağımsızlıklarını müteakip, hazırladıkları anayasaya göre genel olarak devlet, bütün dinlere karşı aynı mesafededir, yani tarafsızdır.

Dini teşkilatlar siyasete karışamazlar. Herkesin inanç özgürlüğü ve dini tebliğ hakkı vardır. Kanunlar dini teşkilatların kendi inançlarını anlatabilme ve bu maksatla yayın yapabilmelerini taahhüt ediyor. Bu şartlarda misyoner teşkilatları hukuken geleneksel din mensupları ile aynı hak ve özgürlüklere sahip olarak faaliyette bulunabiliyor. Bu Cumhuriyetlerin ekonomilerinin yeni gelişmekte olmasından yararlanan misyoner teşkilatları, Hıristiyanlaştırma çalışmalarını maddi motifleri kullanarak, rahat bir ortamda sürdürüyor. Ayrıca, dinî açıdan çok renkli bir durum arz eden Kafkasya'da da Hıristiyan misyoner kuruluşlar yoğun faaliyet içerisine girerek, dini yayma faaliyetleri yürütüyor.

Misyonerler, bedava kitap dağıtmak, dua törenleri ve ayinler düzenlemek, okullarda eğitmen olarak görev almak, çevirisini yaptıkları İncil'leri dağıtmak, İngilizce ve bilgisayar kursları açmak, insani yardımlarda bulunmak, sivil toplum kuruluşlarını kullanmak, etkinlikler, radyo ve TV programları düzenlemek gibi faaliyetler yürüterek, bu bölgelerdeki varlıklı, Rus dilini iyi bilen kesim, ilköğretim öncesi çocuklar ile üniversitelerde okuyan burslu öğrenciler ve insani yardıma ihtiyaç duyan muhacirler gibi kesimlere Hıristiyanlığı kabul ettirmeye çalışıyor.

Bu ülkelerin çok çeşitli etnik yapısı dolayısıyla dinsel farklılıkları, Rusya'ya olan coğrafi yakınlıkları ve eski komünist sistemin etkisi nedeniyle bölgede zaten zayıf olan din olgusu, sembolik olarak devam etti. Ancak, Sovyetler Birliği'nin dağılması ve etnik kimliklerin ön plana çıkması, tepkisel bir hareket olarak din olgusunu da yeniden gündeme getirdi. Serbestçe icra edilmeye başlanan Hıristiyanlık faaliyetleri kiliseler ve Barış Gönüllüleri tarafından sistemli bir şekilde yürütülüyor. Rus TV kanallarında Hıristiyanlıkla ilgili propaganda içerikli yayınlara yer veriliyor. Yetkililer özel televizyonlardaki yayınları engelleyemiyor.

“Hayır Kuruluşu” adı altında misyonerlik faaliyeti gösteren teşkilatlar, kendilerine taraftar kazandırmak amacıyla gençlere, konferanslara davet ettikleri insan sayılarına göre yüzde vermek, “maaş” adı altında maddî yardım temin etmek, ayrıca propaganda içerikli kitaplar dağıtmak suretiyle çalışmalarını yürütüyor. Bu gençlerin büyük bölümü, maddî menfaat temin etmek için çalışmalara iştirak etmelerine karşın, bunu açıkça ifade edemiyor.

Başını ABD ve Avrupa'nın çektiği bazı ülkeler ile Koreli ve Polonyalılar da her yıl düzenledikleri festivallerle yoğun misyonerlik faaliyeti yürütüyor. Belçika ve Avusturya'lı misyoner gruplarının ise propagandalarını etkili kılmak için yemekli toplantıların yanı sıra, Hıristiyanlıkla ilgili eğitim seminerleri düzenledikleri biliniyor. Bazı bölgelerdeki misyonerlik faaliyetleri de Rus ve Alman asıllılarca sürdürülüyor. Faaliyete maddi desteği ve propaganda amaçlı yayınları ise bazı Avrupa ülkelerine mensup şahıslar sağlıyor.

Misyonerlik konusunda eğitim almış kişiler, kapalı salon ve ev toplantıları düzenliyor. Diğer yandan el ilânları ve broşür dağıtarak, gazetelere ilân vererek veya işlek caddelerde halka konferanslar verip, ilahiler söyleyerek, propagandalarını sürdürüyor.

En ücra köylere bile ulaşan Hıristiyan misyonerler özellikle Müslüman fakir köylülerle konuşmalar yaparak, Hıristiyanlığı seçenlere maddi yardımda bulunuyor. Ayrıca, Batı medeniyetlerinin nimetlerinden yararlanmak isteyen ailelerin çocukları, dil öğrenmek amacıyla Amerika, Kanada ve İngiltere kaynaklı bu tür faaliyetlere ilgi gösteriyor. Dil eğitim ve öğretimi görünümünde buraya gelen Amerikan ve Alman misyonerler çeşitli yollarla halk ve bilhassa öğrenciler arasında inançlarını yaymaya çalışıyorlar. Bunun için ücretsiz yabancı dil kursları düzenleniyor, kitap ve broşürler dağıtılıyor ve kendileriyle bağlantıya geçen öğrencilere burslar veriliyor. Ancak, misyonerlik faaliyetleri dindar Müslüman halk arasında huzursuzluk yaratıyor.

Propaganda ve yayın dağıtımı için her yerleşim biriminde bir veya birkaç sorumlu bulunuyor. Bu köy ve semt sorumluları ile diğer sorumlular haftasonları toplanıp, faaliyetlerin değerlendirmesini yaptıktan sonra ev ev dolaşıyorlar. Her hafta toplantı yapılıp, propaganda faaliyetlerine süreklilik kazandırılıyor.

Diğer taraftan, Kazakistan ve Kırgızistan'da Protestan misyonerlerin diğerlerine göre daha başarılı sonuçlar elde ettiği biliniyor. Müslüman misyonerlerin kadınlar konusunda çok daha katı olması nedeniyle, Protestan misyonerler camide eşit olmadıklarını hisseden kadınlarla iyi ilişkiler kurarak, ikna edici konuşmalar yaparak, taraftar topluyor. Müslümanlığın kuvvetli olduğu yerlerde kendilerini Müslüman gibi göstermekten çekinmiyorlar. Ayrıca, okullara gidip gençlerle konuşuyor ve vaazlarını konserlerle destekliyor.

Protestanlığa geçiş törenleri özellikle stadyumlarda düzenleniyor.

Görüldüğü gibi misyonerler çalışmalarının başlangıcında o ülkede kendilerine dinen veya etnik bakımdan en yakın topluluklara yöneliyor. Çalışmalarının ikinci safhasını o ülkelerin yerli insanlarını kendilerine çekmek teşkil ediyor. Böylece çalışmalarını bu kişiler üzerinden yürütüyorlar. Çalışmalarında sözkonusu ülkelerde yaşamakta olan ekonomik sıkıntıları, insanların fakirliğini kendi ekonomik üstünlüklerini ve diğer psikolojik faktörleri de kullanıyorlar. Bunun yanı sıra, gittikleri her bölgenin ve ülkenin siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel vs... şartlarını tespit ettikten sonra, bu şartlara uygun çalışmalar yapıyorlar.

Misyonerler, bilhassa eski Doğu bloku ülkelerindeki insanların içerisinde bulunduğu inanç boşluğundan ve günümüzde bu ülkelerde inanç özgürlüğünden yararlanıyor. Misyonerler bazı yerlerde aileler, bazı yerlerde tek tek fertler üzerinde çalışıyor. Lehlerine olabilecek her unsuru değerlendirebiliyor.

Misyonerlik hareketleri hiç bir zaman sadece dini hareketler olmadı. Dini olduğu kadar siyasi, bir o kadar ekonomik ve kültüreldir. Misyonerler, gittikleri ülkelerde doğrudan veya dolaylı olarak geldikleri ülkeler lehine bir 'hayat alanı' yaratma fonksiyonunu yerine getirmeye çalışıyorlar.

Ancak, Avrasya coğrafyasındaki Müslüman kesimin yanısıra, yönetimler tarafından da misyonerlere yönelik baskıların her geçen gün artırıldığı ifade ediliyor. Bu bölgelerde sürdürülen Hıristiyanlık propagandasına karşılık halkın İslâm dinine ilgi duymaya başlaması ve misyonerler tarafından sürdürülen Hıristiyanlık propagandasına tepki göstermesi, İslâm dinine daha yakın olan bölgelerde yaşayan Müslüman Türklerden etkilenmeleri ve İslâmi özellikler arz eden davranışların ortaya çıkması gibi nedenlere bağlanabilir. Ancak bu yaygınlaşma, devletin kontrolünde ve çok düşük bir seviyede gerçekleşiyor.

SSCB döneminde gerek Müslümanlar, gerek Ortodoks Hıristiyanlar ateist politikalardan mağdur olmuşlardır. Bu nedenle, günümüzde, dinler arasındaki farklılıklara değil ortak yönlere ve birleştirici unsurlara önem verilmesi gerekir. Devlet kontrolünde olmayan, finans kaynakları bilinmeyen, çalışmaları ülke yasaları ile uyuşmayan tüm vakıf ve kişilerin faaliyetleri de gerçek dini kuruluşların çalışmaları ile bir tutulmamalıdır. Hıristiyanlara ve Müslümanlara tanınan haklara ilişkin yapılan uygulamalar arasında fark gözetilmemelidir. Günümüzde misyonerlik faaliyetlerinin etkisiz kılınması için özellikle aydın din adamlarının istihdam sorunu yönetimler tarafından çözümlenmelidir.


(Açık İstihbarat : Avrasya'da Müslümanların Hristiyanlaşması temelinde misyonerlik faaliyetlerini özetleyen bu makalenin; Müslümanlığın isevileşerek Protestanlığa doğru basamaklandırılmasında kilit rol oynayan ABD merkezli Fetullah Hareketi'nden hiç sözetmemesi not edilmiştir)

bilimselkonular.com (Doç. Dr. Şinasi Gündüz -Misyonerlik ve Hıristiyan Misyonerler)

turksam.org (Yrdc. Doç. Dr. Ömer TURAN -Avrasya Coğrafyasında Misyonerlik Faaliyetleri)

turksam.org (Yrdc. Doç. Dr. Ömer TURAN -Avrasya Coğrafyasında Misyonerlik Faaliyetleri)

2 Mayıs 2008 Cuma

Resmî tarihin Sultan Vahdettin saplantısı

1918 şartlarında İngilizleri tutmayan var mıydı ki, Hürriyet gazetesinde yer alan bir köşe yazısında(1), Mondros Mütarekesi"ni ve İngiliz himayesini kabullendiği için Sultan Vahdettin"e hain yaftası yapıştırılabiliyor?

Açın bakın, Mondros"ta İngiltere ile aramızda rica minnet çöpçatanlık yapan General Townshend"in hatıralarını, İngiliz gemileri kasım ayında Çanakkale"den nasıl birer "kurtarıcı prens" olarak girmişlerdir, hayretle görürsünüz. Hadi onu bulamadınız diyelim, bari tarihçi Orhan Koloğlu"nun 1918 yılı üzerine yazdığı kitabındaki(2) basın taramasını okuyun ve zamanın PTT"sinin Mondros Mütarekesi"ni kutlamak için tam 22 bin serilik bir posta pulu çıkardığını hayret ve ibretle görün.

O zaman Mustafa Kemal Paşa"nın İstanbul"da kendi parasıyla çıkardığı Minber gazetesinde işgalci İngilizlerin tebrik edilip alkışlandığını da, 17 Kasım 1918"de aynı gazetede çıkan söyleşisinde "İngilizlerden daha hayırhah (iyiliksever) bir dost olmayacağı" mesajını verdiğini de, ertesi gün çıkan Vakit gazetesinde ise "Britanya hükümetinin Osmanlılara karşı olan iyi niyetlerinden şüphe etmediğini" söylediğini ve dahi "muhataplarımızla [yani İngilizler, Fransızlar vd.] anlaşmak lazımdır" dediğini de hatırlamamız gerekmez mi? Ya Mustafa Kemal Paşa"nın 11-13 Ekim 1918"de Halep"ten Vahdettin"e çektiği telgraftaki ilginç teklifleri... Şöyle diyordu padişahın yaveri Naci (Eldeniz) Bey adına gönderdiği telgrafta: Müttefiklerle olmadığı takdirde ayrı olarak ve mutlaka barışı sağlamak lazımdır ve bunun için kaybedilecek bir an bile kalmamıştır. (Orijinali: "Müttefiken olmadığı takdirde münferiden behemahal sulhü takarrur ettirmek lazımdır ve bunun için fevt olunacak bir an dahi kalmamıştır.")(3) Peki, bütün bu belgeler bilinip dururken birilerinin kalkıp da "Mütareke hükümlerine sonuna kadar riayetkâr davranmalıyız" şeklindeki tavrı nedeniyle Vahdettin"in hain ilan edilmesini anlamak gerçekten de mümkün değil.

Karabekir"in hatıratında Vahdettin

Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Kâzım Karabekir"in bile yakılan kitabı İstiklal Harbimizin Esasları"nın ilk baskısında (1933) Sultan Vahdettin"le son görüşmesine dair hatıraları, kitabın sonraki baskılarında açıkça sansüre tabi tutulmuş değil midir? Halbuki Vahdettin, 11 Nisan 1919 günkü görüşmesinde, birkaç gün sonra Trabzon"a giderek yeni görevine başlayacak olan General Kâzım Karabekir"e dönüp, "Paşa, ben ve millet sizlerden ümitliyiz... Hayır dualarım ve niyâzlarım sizinle beraberdir" demiş, Karabekir Paşa da kendisine şöyle cevap vermişti: "Kumandan ve asker evlatlarınızla bütün millet zât-ı şahaneleri etrafında bir kalp ve bir kafa gibi toplanabilir şevket-meâb." Üstelik Karabekir Paşa dışarı çıkınca onu heyecanla bekleyenler arasında bir tanıdık da vardır kapının önünde: Fahri Yaver-i Hazret-i Şehriyari Mustafa Kemal Paşa. Hemen Karabekir"e sorar: Neler konuştunuz? Karabekir, Padişah"ın kendisini hayır dualarla yolculadığını anlatınca Mustafa Kemal Paşa şu anlamlı tespiti yapar oracıkta: Sen Erzurum"a yerleşince vatanın üç uç noktasında üç temel dayanak noktası teşekkül ediyor. Ne yazık ki, İstiklal Harbimizin Esasları"nın 1951 ve sonraki yıllarda yapılan baskılarında bu ve benzeri türden Vahdettin"i "beraat ettirici" nitelikteki ibarelerin itinayla temizlendiğini hayretle görürüz. Eh, Karabekir"in kitaplarında durum buysa gerisini varın, siz düşünün.

Mustafa Kemal"in yukarıdaki sözüne dönelim tekrar. Ne demek istiyor? Gayet açık bence: Vahdettin ve İstanbul hükümeti daha önce Cafer Tayyar Paşa"yı Edirne"ye, Ali Fuat Paşa"yı Ankara"ya gönderdikten sonra üçüncü büyük kozunu oynamış ve Karabekir Paşa"yı Erzurum"a tayin ettirmeyi başarmıştır. Böylece direnişin Edirne, Ankara ve Erzurum ayakları tamamlanmış, sıra bunları toparlayacak ve organize edecek bir genel müfettişliğe gelmiştir ki, bir ay sonra bu göreve olağanüstü yetkilerle padişahın yaveri olan Mustafa Kemal Paşa atanacak ve 15 Mayıs 1919 günü yine Vahdettin"le görüştükten sonra dördüncü ve merkezÎ ayağı oluşturmak üzere Samsun"a doğru yola çıkacaktır. Nitekim bu görüşmeyi sonraları Falih Rıfkı Atay"a anlatan Atatürk, Vahdettin"in kendisine, "Şimdiye kadarki başarılarınızı unutun, asıl şimdi yapacağınız hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin" dediğini nakletmemiş miydi? Öyleyse soralım: Bizzat Karabekir ve Atatürk"ün ağzından yaptıkları anlatılan Vahdettin nasıl hain olabiliyor?

İngiliz gizli belgeleri ne diyor?

Son olarak İngiliz gizli belgelerine bir göz atalım. Aslı Britanya arşivlerindeki gizli yazışmalara göre, işgalci İngilizler, şimdi de "esir padişah"ı Samsun"a çıkmış bulunan Mustafa Kemal Paşa aleyhine konuşmaya zorlamaktadırlar. Ne var ki, Vahdettin kendilerine, Mustafa Kemal Paşa"nın ancak İtalya"nın birliğini sağlayan millî kahramanları Garibaldi kadar "haydut" kabul edilebileceğini, onun yurtseverliğinden kuşku duymadığını, dahası ona saygı ve hayranlık hissetmemenin güç olduğunu söylemiştir.(4) İngilizler de bu sözleri resmen kayıtlara geçirmişler. Vahdettin"in ifadelerinin İngilizce çevirisi şöyle: "It is absurd to label the Nationalist Movement as the tyranny of a set of non-Turkish brigand and patriot in much the same sense that Garibaldi was, and is difficult not to respect and admire him."

Bir başka belge ise gerçekten şaşırtıcı. 14 Kasım 1918 günü, bir gün önce İstanbul"a gelip Pera Palas"ta ikamete başlamış olan Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin Daily Mail Gazetesi"nin muhabiri G. Ward Price"ı aracı yaparak General Harrington"la görüşmek ister. Price, Pera Palas"ta yaptığı görüşmeyi hatıralarında şöyle aktarıyor: "Mustafa Kemal, yapmak istediği bir teklif için Britanya resmi makamlarıyla nasıl temas edeceğini" bildirmemi rica etti. "Bu harpte yanlış cephede savaştık, dedi, eski dostumuz Britanyalılarla asla kavga etmek istemezdik... Biliyoruz, partiyi kaybettik... Anadolu"nun Müttefik Devletler tarafından işgal edileceğini tamamen biliyordum... Bu topraklar üzerindeki bir Britanya idaresinden o kadar hoşnutsuzluk gösterilmemesi gerektir."

Kim kahraman, kim hain?

Anadolu"da İngiliz idaresinden o kadar da rahatsızlık duyulmaması gerektiğini söyledikten sonra Mustafa Kemal, bu topraklar üzerindeki İngiliz idaresinde bir vali olarak çalışmaya hazır olduğunu gazeteci aracılığıyla işgalci yetkililere şöyle iletecektir: "Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim..."(5) Türk Tarih Kurumu"nun çevirtip bastığı bir kitaptan alındı bu çarpıcı sözler. Şimdi söyleyin bakalım, İngilizlerle ilişki kurmak vatan hainliği sayılabilir miymiş?

Kaldı ki, kimin hain, kimin kahraman olacağına gazete köşelerinden yahut meclis kürsüsünden karar verilemez; hatta mahkemeler bile buna karar veremez. Bunun kararını kamuoyunun vicdanı ve "tarih" denilen o acımasız yargıç verirse verir. Hem Fransızlar şu General Petain"in hain mi kahraman mı olduğuna 60 küsur yıldır karar verebildiler mi? Adam üstelik vatanını Almanya"ya gerçekten peşkeş çektiği ve işgalcilerle düpedüz işbirliği yaptığı için İkinci Dünya Savaşı"ndan sonra herkesin gözü önünde yargılanıp idama mahkûm edildiği halde bugün dahi onun bu şekilde davranmakta haklı olduğunu düşünen Fransız vatandaşları azımsanmayacak sayıdadır. Dahası, bu bir rejim sorunu değildir Fransa"da; bir tarih sorunudur. Ne diyelim, darısı bizim Vahdettin"in başına.

En iyisi son sözü, bir ara bakanlık da yapmış olan Hüseyin Cahit Yalçın"a bırakmak. Bakın yakın tarihimizdeki hain-kahraman düellosu hakkında bu tecrübeli kalem ne ibret-âmiz laflar söylemiş: "İzzet Paşa kabinesinde mütarekeyi [Mondros"u] imza eden Rauf [Orbay] Bey, bugün âdeta vatan haini oluyor. Çünkü Halk Fırkası"ndan çıkmıştır. İzzet Paşa kabinesinde mütarekeyi kabul eden ve imza etmesi için emir verenler arasında bulunan Fethi [Okyar] Bey ise bugün Millet Meclisi Reisi bulunuyor. Çünkü, henüz Halk Fırkası"na mensuptur. Bu ne mantıktır, bu ne ölçüdür, bu ne mutaassıp fırkacılık [particilik] hissidir?"(6) Tarih yalan söylemez; ama ona yalan söyletilebilir. Tabii yatsıya kadar...

1) Bkz. Tufan Türenç, "Tarih yalan söylemez: Vahdettin haindir", Hürriyet, 14 Kasım 2007. 2) Orhan Koloğlu, 1918: Aydınlarımızın Bunalım Yılı, İstanbul 2000, Boyut Kitapları, s. 190. 3) Atatürk"ün Bütün Eserleri, cilt 2, İstanbul 2003, Kaynak Yayınları, s. 232. 4) Bkz. S. Ramsdan Sonyel, Turkish Diplomacy 1918-1923, Londra 1975, s. 154, dipnot 1"den aktaran: Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler 5, İstanbul 1992, Tekin Yayınevi, s. 249-250. 5) Price"ın Extra-Special Correspondent (Çok Özel Yazışmalar) adlı kitabından (1957, sayfa 104) aktaran Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Çeviren: Cemal Köprülü, Ankara 1991, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 98. 6) Aktaran: Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz, cilt IV, İstanbul 1962, s. 180.

Mahir Kaynak asıl hedefi açıkladı/Ya biz de kullanılıyorsak…

Eski istihbaratçı Mahir Kaynak"tan yaşadığımız olayları ters yüz edecek açıklamalar...

Ya biz de kullanılıyorsak…

İnsan duygu, düşünce ve eylemlerinden sorumludur. Aklının çapı ve idrakinin boyutları oranında elbette yapıp ettiği şeylerin sonuçlarından da sorumludur. Her durumda sorumlu bir varlıktır insan.

Bu gün Türkiye"de bazıları daha büyük bir sorumluluk altındadır. Bulundukları konum, birikim, makam ve mevkileri onlara göstermeleri gereken bir “üstün sorumluluk” yüklüyor.

Mahir Kaynak; Türkiye"nin akıllıca planlanmış bir operasyonla karşı karşıya olduğunu, içeriden bazılarımızın da bu operasyona alet olduğunu, farkında olmadan kullanıldığını söylüyor; operasyonun hedefine işaret ediyor, laiklik hassasiyeti kullanılıyor, yakın hedef Erdoğan"ın tasfiyesi, asıl ve büyük hedef Türkiye"nin geleceği diyor.

Ne dersiniz, Türkiye"yi koruduğuna inandığımız hassasiyetlerimiz, ideolojimiz, duygu, düşünce ve eylemlerimiz Türkiye"nin geleceğini karartacak bir operasyonun çarkını çeviriyor olmasın... Biraz sonuçlara bakalım...


AK Parti"ye kapatma davasının kabul edilmesinin ardından “Operasyon” diye bir yazı yazdınız…

Bunun iyi hazırlanmış bir operasyon olduğu ortada. Bu gerçeği anlamak için partinin kapatılmasının hangi sonuçları doğuracağını irdelemek gerekir.

Nasıl bir operasyon?

Operasyonun iki amacı var; birincisi Türkiye"nin dünya üzerindeki konumunu değiştirmek. İkincisi, AK Parti"nin Güneydoğu"da güçlü oyu var, bu da demek oluyor ki, Erdoğan Kürt sorununu çözebilir. Bunun engellenmesi için AK Parti"nin kapatılması gerekiyor.

ERDOĞAN "KÜRT NE DİYOR" DİYE SORDU

AK Parti"nin bölgede 22 Temmuz"da aldığı oy parçalanma senaryoların karşı cevap olarak değerlendirilmişti.

Bugüne kadar Kürtlere karşı yürütülen politika; onları yabancı ve sürekli ayrılmayı düşünen bir tehlike gören bir zihniyet vardı. Problemler görmezlikten gelindi ve sürekli itham edildi. Hiç kimse Kürt ne diyor diye sormadı. Erdoğan Kürt ne diyor, diye soruyor.

Yani “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” bahane?

Evet, ama davayı açanların bu operasyonun içinde olduğu iddiasında değiliz.

Kim bu operasyonun sahipleri?

Operasyonu telkin edenler var. Bir kademeye kadar davayı telkin eden ve açanlar esas itibariyle Türkiye"nin gidişatından ve laikliğin zaafa uğramasından şikayetçi olabilir ama daha üst kademede bu uluslararası bir olaydır. Kürt meselesinin çözülmesi büyük güçler tarafından hoş karşılanmaz.

Erdoğan AB"nin ikircikli tavrıyla sık karşılaşıyor…

Tayyip Bey"in pozisyonu zor. Türkiye AB hedefinden vazgeçtiğinde farklı bir hedefi oluşacak. Beliren durum Türkiye"nin kendi başına odak olmasıdır.

"ODAK ÜLKE" İHTİMALİ VAR

Bu mümkün mü?


Bence en mümkün olan durum bu. Türkiye"nin çevresine karşı hasmane tavır sergilememesi, onları yabancı telakki etmemesi ve bütün projelerini bölgesel olarak yapmasıyla mümkündür. Buna şartlar çok müsait. Bu bölgede ABD geldi ve iki trilyon dolar harcadı ama başarılı olamadı. Çünkü bölgeye yabancıydı. Türkiye ABD"nin yapmak istediği fonksiyonun daha iyisini yapar, hem de bu ağırlıkta bir bedel ödemezdi.

Dış dünya Türkiye"yi kendi haline bırakır mı?

Bir müttefik arayacaksınız. ABD bölgede Türkiye"yi müttefik olarak görmeye razı. Onlar dünyada, biz bölgemizde büyüğüz.

Kapatma AK Parti iktidarına son vermez diyorsunuz...

Aynı kadroların kuracağı yeni parti, muhtemelen yeni katılmalarla, eskisinden daha güçlü biçimde iktidarını sürdürür.

Erdoğan"sız bir AK Parti…

Erdoğan"ın yasaklanması partinin yönünde ve Türkiye"nin dünyadaki yerinde önemli farklılıklar yaratır.

Ne gibi?

Tayyip Bey"in siyaseti Türkiye"de devlet-millet zıtlaşmasının önüne geçiyor. Türkiye"nin 70 senelik yönetimi devlet-millet zıtlaşmasına dayanır, buna tahterevalli siyaseti diyorum, biri devleti kurtarır kazanır, diğeri millet iradesi der kazanır. Bu tür bir yönetim de belli istikametlere yönlendirilir. Tayyip Bey bunu gördü ve bu ayrılık yanlıştır dedi, karşılıklı yakınlaşmaktan söz etti. Devletin ordusuna saygım büyük, laiklik ilkesine tavır almayacağım, siz de halkın taleplerine sırtınızı dönmeyin, halka rağmen bir yönetimin kurulamayacağını görün dedi. Dolmabahçe mutabakatı sanki bunun bir simgesiydi.

İki taraf da eleştirdi bunu...

Laikler “Genelkurmay Başkanı siyasete teslim oldu” dediler, öbür taraf ise “askere teslim oldun” dediler.

LAİKLİK HASSASİYETİ KULLANILIYOR

Operasyonu dışarıdan kurgulayanlarla içeriden katılanların hedefleri farklı ama bir noktada ittifak ediyorlar…

Türkiye"de çatışmalar bugüne kadar hep ideolojik temelde yürütülmüştür ama sonuçları siyasi olmuştur. 1980 darbesi solcularla sağcıların çatışması şeklinde görüldü, halbuki proje Türkiye"nin ekonomik olarak batı ile bütünleşmesiydi ve Batı bu hedefine ulaştı. Bizde insanlar bu projenin aleti olduğun farkına bile varmadılar. Bu gün AK Parti"yi kapatmak isteyenleri itham etmiyorum, ülke için daha iyi olur diye inandıkları davanın savunuculuğunu yapıyorlar. Ama operasyonun sonuçları onların beklediği şeyleri getirmeyecektir.

9 Mart 1971"deki solcu cuntanın bu süreçte de izlerini görüyor musunuz?

O fikrin uzantısını görüyorum. Esas itibarıyla sol görünmekle beraber o dönemde sol bir hareket söz konusu değildi, yukarıdan aşağıya başlatılmış bir hareket vardı. Asıl amacı siyasiydi. Bugün de öyle. İnsanlar solcu, İslamcı oluyor bir de bakıyorsunuz aynı şeye hizmet ediyorlar. Analizleri ideolojik değil siyasi yapmak gerekir.

ABD bir operasyonla Türkiye"nin kendinden kopmasına seyirci kalır mı?

Kalmaz… 12 Mart"ta da böyle oldu, ABD karşı güçle uzlaştı. Herkes kendi payını aldı ve uzlaştılar. Şimdi de ABD geri çekilir ve belli bir pozisyonda pazarlıkla uzlaşabilirler. 9 Mart"ta sol cuntacılar egemendi. 12 Mart"tan sonra egemen olan iktidarlar sol cuntanın yarı yarıya ortak olduğu iktidarlardır. Sol cunta taraftarları hiçbir zaman tasfiye edilmedi.

İNÖNÜCÜLER ATATÜRK"E KARŞI DARBE YAPTI

Bizde darbe ve muhtıralar birbirinin devamı niteliğinde mi?


Öyle görünüyor. İki güç var, bu 1960"ta da böyleydi. Herkes sanıyordu ki Atatürkçüler muhafazakârlara karşı darbe yaptı. Bu doğru değil, İngiltere ABD"nin Türkiye üzerindeki etkisini kırmak için 1950 darbesini tezgâhladı. Darbe Celal Bayar"ın liderlik ettiği partiye karşı yapıldı. Celal Bayar, Atatürk"ün son Başbakanı"ydı. Ya Atatürk davasına ihanet edecek adamı Başbakan yapacak kadar öngörüsüzdü ya da İnönücüler Atatürk"e karşı darbe yaptı. Bence ikincisi doğru.

Bu süreçte CHP ve MHP"yi nereye koyuyorsunuz?

Geçmişten bakalım, Gül Başbakan oldu hükümeti kurdu, CHP Erdoğan"ın yasaklarını kaldırmaya onay verdi, Siirt seçimleri iptal edildi. Tayyip Bey adeta zorla Meclis"e sokuldu. Bunda CHP"nin büyük payı var. İdeolojik olarak saçma geliyor ama siyasi açıdan bakıyorum, CHP Gül"ün temsil ettiği siyaseti istemiyordu. MHP milliyetçi ama Gül"ün cumhurbaşkanı seçilmesinde başrol oynadı. Sonra parti kapatmayı zorlaştıralım ama odak olmayı sağlayan kişilere siyaseti yasaklayalım dedi. Bu yaklaşımın hedefinde sadece Erdoğan var.

Operasyon ne zaman başladı?

MHP"nin türban konusunu gündeme getirdiği tarihte.

Devlet içinde nasıl bir çatlak var; bizim adamlarımız, onların adamları gibi mi gözüküyor…

Her oyuncu kendi ideolojisini ön plana çıkarmak üzere kendi yandaşlarını topluyor. Bur operasyonda ilgi çekici olan ideolojik olarak birbirinin tam zıddı olan unsurlar siyasi olarak aynı istikamette olabiliyorlar.

Operasyona AK Parti içinden katılan var mı?

İçeriden de destek bulur ama bunlar operasyonu desteklemek için değil, çıkarları örtüşenler, yeni ümitler besleyen o tarafta yer alabilirler.

AK Parti kapatılırsa kamuoyu duruma nasıl bakar?

Siyasete müdahale olarak algılar. Son tahlilde halk mağdurların yanında yer alır.

HEDEF LİDERLİĞİ ELE GEÇİRMEK

Operasyonun mantığı nedir?



Örgütün ideolojisiyle uğraşma, yönetimini ele geçir ve aynı ideolojiyi hedeflerine uygun yorumlayarak kendi siyasi hedeflerine ulaş.

Herkes bir adım geri atsın, uzlaşalım çağrıları buna mı işaret ediyor…

Çağrıyı yapanların bir kısmı operasyonun farkında bir kısmı değil.

Medya nereye yakın?

Önemli bir bölümü küresel sermayeye yakın. Başlangıçtan itibaren kendilerine yakın olmadığı halde AK Parti"yi desteklediler.

Son altı ayda ne oldu da uzaklaştılar?

Türkiye AB"den uzaklaştı ortaklık sona erdi.

Fakat medya AB"yi hükümetin daha çok gündemde tutması yönünde çaba harcamadan hızla bir çatışmaya girdi…

Ya düzeltmeye çalışırsın ya da bunu en iyi yapacak kadroları başa getirelim dersin…

Kapatma davasına kadar kimsenin aklından geçmezdi bu süreçte AK Parti"nin alternatifinin olabileceği...

Turgut Özal"ı götürürsün, Mesut Yılmaz"ı getirirsin tam ters istikamete gider parti. Türkiye"nin hastalığı, siyaseti ideoloji zannetmesi, hangi taraftansın dediğinde size ideolojisini söylüyor. Farklı ideolojiler aynı siyasi hedefe yönelebilirler.

Sağ-sol zaten göreceli…

Siyasal birliktelik önemli, siyasi hedefi görmek lazım. Hayatım ülkeme yönelik tüm operasyonların gerçekleştiğini görmekle geçti. Darbeler Türkiye"nin dünya üzerindeki konumuyla ilgiliydi. Bütün darbeleri bu çerçevede düşünmek lazım.


Analizleri ideolojik değil siyasi yapın herşey netleşir

Siz ne zaman operas-yonları böyle okumaya başladınız?

1971"de muhtıra verildiğinde istihbarat görevi yaparken bunun Avrupa"nın operasyonu olduğunu gördüm. Solcuların sözleri bana komik geliyordu, tam bağımsızlık istiyorlar ama Türkiye o tarihte tam bağımsızdı, çünkü dış ticareti sınırlıydı. Sovyetler"den yardım alan bir ülke ve solun bağımsızlık için mücadele ettiğini Türkiye yedi. Hiç kimse olayı siyasi açıdan analiz etmiyor, hep ideolojik bakıyor. Operasyon başarılı olursa Türkiye"de marjinal bir kesim hariç kimse doğacak siyasi sonuçtan memnun olmayacak.

Şimdiki durum ne?

Kafalar karışık. Türkiye"nin yönü konusunda da belirsizlik var. Birileri sabahtan akşama milli egemenlik diyor, halk seçerse en iyisini seçer diyor. Halk seçer de halka kim seçtirir bunu soran yok?

Halka kim seçtiriyor?

Medya. Ayrıca operasyonlar yapılır. 2001"de kriz yarattılar iktidar gitti. Şimdi de yaparlar iktidarın tozu bile kalmaz.

Darbe dönemlerinde "nöbet cetveli" hazırlayan komutanları biliyoruz. Bugün durum nasıl?

Türkiye"ye yönelik operasyonları kapatma davası etrafında yürütüyorlar. Darbeci eğilimler kontrol altına alındı, bir şekilde siz kenarda durun dendi.

Laiklik tehlike altında iddiasına rağmen asker bu sessizliği kabullendi mi?

Öyle…

O da sonuca mı bakıyor?

Hayır, darbe yapmanın maliyeti yüksek bunu dışarının desteği olmadan yürütmek mümkün değil. Destek almazlarsa darbe yapma ihtimali sıfır.

Operasyonu Avrupa yapıyor dediniz. Kastınız?

Avrupa"nın içinde en çok operasyon yapan ülken İngiltere"dir. Çünkü küresel sermayenin yönetim merkezi Londra"ya taşındı. Bu operasyonlar Londra üzerinden yapılıyor.


Operasyonlar başarısız olacak

Bu operasyon siyasi olarak okunabilirse engellenebilir mi?

Evet, Türkiye"ye operasyonun mahiyetini anlatmak lazım. Laikliği koruduklarını zannedebilirler ama sonuç onları da memnun etmeyecek.

Yani kullanıldıklarını görmeliler…

50 yıllık tarih bunu gösteriyor. Bir sürü adam “bizi kullandılar” diyor. Yaratacağınız sonuçları görün, Türkiye"nin geleceği neredeyse hep beraber orada uzlaşın diyorum.

Kanaatiniz nedir?

Erdoğan ve Gül operasyonun farkına varıyorlar, nasıl bir Türkiye"nin hedeflendiğini yargı ve egemen güçler de fark edecekler, parti kapanmayacak ve operasyon başarısızlığa uğrayacak.

Kim egemen güçler?

Türk Silahlı Kuvvetleri…

Medya ve patronlar farkeder mi?

Fark ettirilir. Kendi başlarına hareket etmezler. TSK"nın farkında olması o cepheyi güçlendirir, operasyon yapanlar da TSK"yı karşısına almak istemezler. Büyük medyayla asker arasında hiçbir sürtüşme olmamıştır.

Erdoğan kalır, Kürt sorunu çözülür, devlet-millet çatışması sona ererse.

Bu ülke üzerinde operasyon yapmak güç hale gelir, Türkiye"nin dünya üzerinde ne kadar büyük potansiyeli olduğunun farkına varırız.

Tayyip Bey ne yapmalı?

Sert reaksiyon göstermesin, kendisini kurtarıyor izlenimi veren düzenlemelere girmesin, Türkiye"ye durumu anlatsın, bunun irtica-laiklik kavgası olmadığını, Türkiye"nin kaderinin değişeceğini söylesin ve yapacağınız hata geleceğinizi tehlikeye düşürür desin. Eğer problem anlaşılırsa mesele Tayip bey meselesi olmaktan çıkar, Türkiye meselesi olarak görülür. Anayasa Mahkemesi"ndeki 11 üye de bu gerçeği görür.

Mehmet Gündem / Yeni Şafak

Kategoriler

"Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir... Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir… Türk milletinin tarihi bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır..."
Mustafa Kemal ATATÜRK