31 Mart 2010 Çarşamba

HİZBULLAH'IN SIRLARI DEŞİFRE OLDU

Hizbullah terör örgütünün gerçekleştirdiği kanlı eylemler ve gizli görüşmeler deşifre oldu.

Terör örgütü Hizbullah'ın lideri Hüseyin Velioğlu'nun 17 Ocak 2000'de İstanbul Beykoz'da çıkan çatışmada ölü ele geçirilmesinin ardından başlatılan operasyonlarda yakalanan ve aralarında üst düzey sorumluların da bulunduğu 31 sanıklı ''Hizbullah Ana Davası''nın gerekçeli kararı tamamlandı. "Terörist bizim insanımız, hedef aldığı kitle bizim insanımız ve faaliyet gösterdiği yer bizim sınırlarımızın içi olduğuna göre, çözümü de büyük ölçüde aynı topraklar içerisinde aranacaktır'' ifadesi yer alan kararda ayrıca Hizbullah'ın örgütsel şifrelerine ve bağlantılarına da yer verildi.
Terör örgütü Hizbullah'ın lideri Hüseyin Velioğlu'nun 17 Ocak 2000'de İstanbul Beykoz'da çıkan çatışmada ölü ele geçirilmesinin ardından başlatılan operasyonlarda yakalanan ve aralarında üst düzey sorumluların da bulunduğu 31 sanıklı ''Hizbullah Ana Davası''nın gerekçeli kararı tamamlandı. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hazırlanan ve kitaplaştırılacak olan bin 180 sayfalık kararda, aralarında yazar Konca Kuriş ve eski DEP milletvekili Mehmet Sincar'ın öldürülmesi eylemlerinin de bulunduğu 188 adam öldürme ve 84 yaralama olayları detaylı bir şekilde yer aldı. Kararda, örgüt tarafından adları tespit edilemeyen PKK'lı veya sempatizanı olan 15 kişi ile muhbir oldukları ileri sürülen 5 Hizbullah üyesinin cesetlerine ulaşılmadığı belirtilirken, cinayetlerin faili meçhul kaldığı vurgulandı.
"SOĞUK SAVAŞ, TERÖRÜ DOĞURMUŞTUR"
İçinde bulunduğumuz çağın psikolojik savaşlar çağı olarak nitelendiğinin ifade edildiği kararda, "Bireysel ve kitlesel iletişim araçları geliştikçe psikolojik savaş stratejileri, taktikleri de o ölçüde gelişmiş, çok karmaşık düzeylerde bir bilim ve sanat dalı haline gelmiştir. Bu yönden, içinde bulunduğumuz iletişim çağ' ?psikolojik savaşlar çağı' olarak da nitelendirilmektedir. Değişen dünya dengeleri ve uluslararası ilişkilerdeki farklılaşmalar sonucunda, sıcak savaşlar, yerini soğuk savaş metotlarına bırakmıştır. Soğuk savaşın gereği olarak ortaya çıkan psikolojik savaş türü ve bu savaşın vazgeçilmez unsuru düşük yoğunluktaki çatışmalar, terör kavramını da beraberinde getirmiştir" ifadeleri yer aldı.
''TERÖR SOSYO-EKONOMİK ŞARTLARDAN DOĞUP BAZI GÜÇLERİN KONTROLÜNE GİRMEKTE''
Sosyo-ekonomik şartlardan doğan terörün bir süre sonra suni güçlerin kontrolüne girdiğinin vurgulandığı kararda, "Demokratikleşme alanında atılan adımlar terörü nicelik olarak azaltmakla birlikte, demokratik ortamlarda terör eylemlerinin etkinliği özellikle kitle iletişim araçlarının etkisiyle daha da artmaktadır. Toplumun sosyo-ekonomik şartlarından ve mevcut yapının eksikliğinden kaynaklanan terör faaliyetleri, bir süre sonra bazı güçlerin kontrolüne girmekte veya birtakım çevrelerce suni bir şekilde, istismara açık sorunlar üzerine bina edilmektedir" denildi.
''İÇ DİNAMİKLERİ ELE ALIP, DIŞ DİNAMİKLERİ DİKKATE ALMAMAK HATA''
Toplumlarda, hoşnutsuzlukların oluşturduğu küçük grupların varlığı kaçınılmaz olduğunun belirtildiği kararda, siyasal sistem dengesini ve gücünü koruduğu sürece, bu durumun çok fazla korku verici olmadığına dikkat çekildi. Terör mevcut veya istismara açık bir zeminin olmadığı yerlerde yaşama imkânı bulamadığının altının çizen mahkeme, terörü yorumlarken, sadece iç dinamikleri ele alıp, dış dinamikleri dikkate almamanın hata olacağını kaydetti. Terörizm karşısında kamuoyunun dış güçlere karşı daha etkili tavır alınması yönünde beklentilere ittiğinin yer aldığı kararda, böyle bir yaklaşım devlet tarafından ortaya konmadığı taktirde de inandırıcılık ve otoriteye güven duygusu zayıflamakta, devletin güçsüz ve aciz kaldığı imajı uyandığı vurgulandı.
"TERÖRİST BİZİM İNSANIMIZ, SORUNU ÇÖZMELİYİZ"
Sorunun iç dinamiklerle çözülmesi yönünde tavsiyede bulunulan kararda, "Terörist bizim insanımız, hedef aldığı kitle bizim insanımız ve faaliyet gösterdiği yer bizim sınırlarımızın içi olduğuna göre, çözümü de büyük ölçüde aynı topraklar içerisinde aranacaktır. Daha önce de belirttiğimiz üzere buradan, dış etkinin gözardı edilmesi anlamında bir sonuç çıkarılmamalıdır. Bir toplumda sorun oluşturan veya sorun olmaya uygun konu ve kavramlar ele alınmak suretiyle, bu kavramlara farklı anlamlar yüklemeye çalışıp insanları, mevcut sorunları çözebilmek için bir araya getirmekten alıkoyacak bir zeminin oluşturulması, terör ortamına katkıda bulunmaktadır. Toplum içindeki insanları gruplaşmalara iten sorunların çözülebilmesi için, öncelikle sorun olan kavramlara netlik kazandırılması gerekmektedir. Kavram üzerinde bile anlaşılamayacak bir ortamın varlığı, her grubun kendi ideolojik yapısı içerisinde çözümler aramasına, dolayısıyla birbiriyle çelişen yaklaşımların ortaya çıkmasına yol açmaktadır" denildi. Uluslararası arenada terör kavramının netlik kazanmamasından çözümün bulunamadığının kaydeden mahkeme, bir tarafın terörist ilan ettiğini, diğer tarafın özgürlük savaşçısı olarak nitelediğine dikkat çekti.
"AKADEMİK ÇALIŞMALAR YAPILMALI"
Terörizmin bir ideoloji olmadığını bir strateji olduğuna vurgu yapılan gerekçeli kararda, "Bu bağlamda terör olgusunu yalnızca iç ve dış düşmanların varlığına bağlamak yeterli olmayabilir. Başka bir deyişle, terörü toplumun ekonomik ve sosyo-kültürel yapısından da ayırmamak gerekmektedir. Terörün minimize edilmesi, toplumda etkinlik alanının daraltılması için terörün nedenleri, sonuçları mutlaka araştırılmalı, bu konuda akademik çalışmalar yapılarak sosyal politikalar üretilerek toplumsal ve restorasyon mutlaka yapılmalıdır. Terör örgütleri ile mücadele edilirken terörün ve terörizmin nedenleri şiddet unsurunun geçer akçe olmasının nedenleri araştırılıp buna göre üretilecek sosyal politikalar sonucu terörle mücadelenin daha başarılı olacağı tartışmasız bir gerçektir" denildi.
İRAN BAĞLANTISI
Terör örgütü Hizbullah'ın zaman zaman adından dolayı Lübnan'da faaliyet gösteren Şii-Hizbullah örgütü ile karıştırıldığı vurgulanan kararda, dosyadaki belgelere göre örgütün Lübnan'daki örgütle bir ilgisinin tespit edilemediği kaydedildi. Örgütün yabancı ülkelerden İran ile bir dönem bağının olduğu ifade edilen kararda, ''Sanıklardan Edip Gümüş 3 defa İran'a giderek bir villada kaldığını, orada Hüseyin Velioğlu ile görüştüğünü belirtmiştir. Ancak örgütün İran istihbaratının bizzat yönlendirmesi sonucu herhangi bir eylem yapıp yapmadığı tespit edilememiştir'' denildi. Kararda, ayrıca Hizbullah'ın örgütlenme şemasının, İran istihbarat servisine bağlı PASDAR-Devrim Muhafızları ile büyük benzerlik gösterdiği de ifade edildi. Örgütün önemli ölçüde yurt dışı örgütlenme faaliyetlerine rastlanılmadığı belirtilen kararda, şu ifadelere yer verildi: ''İsa Altsoy'un Müslüman ülkelerdeki radikal İslami cemaat liderleri ile görüşmeler yaptığı görülmektedir. Avrupa'da örgütlenmeye çalışmışlardır. Son dönemlerde örgütün tabanının çökmesi, maddi sıkıntılar içine girilmesi, örgüt tarafından geçimleri sağlanan ve önemli görevler yürüten örgüt mensuplarının çalışmak zorunda kalmaları, bu nedenlerle yakalanmamak amacıyla yurt dışına kaçma girişiminde bulundukları tespit edilmiştir.''
ŞİFRELİ TELEFON KONUŞMALARI
Teknolojik iletişimi üst düzey örgüt yöneticilerinin yapabildiğinin belirtildiği kararda şöyle denildi: "Telefonda konuşulacak konular önceden şifrelenmiştir, şifreli konuşulur, örgütle ilgili bir kelime kullanılmaz. Dosya içerisinde bulunan örgütsel doküman incelendiğinde "Fahrettin için tespit edilen telefon şifreleri başlığı altında fasulye (Aziz Tunç), bulgur (Ş. Yusuf), pirinç (Suat Hoca), fiyatlarımız ucuzdur (Baskın yapıldığı), parasını peşin vereceğim (yakalandığı) şeklinde şifreler belirtilerek ayrıca buna ilişkin örnek de verilmiştir. Ş: Yusuf yakalandı: Bulgur gönderin parasını peşin vereceğim, Semt sorumlularından iki kişi yakalandı: iki torba nohut gönderin fiyatınız ucuzdur" şeklinde örgütsel doküman içerisinde şifrelerin kimin tarafından kullanılacağı ne anlama geldiği nasıl kullanılacağına dair örneklere kadar elemanlara gönderildiği anlaşılmaktadır.''
KURYELERİN ŞİFRELİ BULUŞMASI
Kuryelerin ise buluşulan yerlere önceden belirlendiğini kaydedildiği kararda, "Konulan işaretlerdir, gelen şahıs işarete dikkat eder, işaret yok ise şüpheli durum olduğunu sezerek alternatif buluşmayı bekler. " Hc Selman randevuları-17/10/1999, Latif 20/11/1999 günü saat 13.00'te Urfa'da Abide Kavşağı'ndaki yeşilliklerde olacak. Sağ elinde ..... gazetesi sol elinde poşet içerisinde 'elma' olacak gelen ona 'bekçi siz miziniz?' diyecek, o da 'hayır' 'sahibiyim' diyecek , Mahmut Elaltunteri'yi getirecek arkadaş 10/11/1999 günün akşam yatsı arası harem otogar mescidinde olacak önüne bir kutu asprin bırakacak saatini de elinde tutacak, gelen ona 'Bu ilaç karaciğer için olur mu?' diyecek o da 'Hayır bağırsak içindir' diyecek şeklindeki notlarda şifrelerin yazıldığı anlaşılmıştır."
KURİŞ VE SİNCAR CİNAYETLERİ
Hizbullah adına yazar Konca Kuriş, eski DEP milletvekili Mehmet Sincar'ın öldürülmesi eylemleri ile gazetecilerinde bulunduğu 181 kişinin öldürülmesiyle ilgili detaylar da anlatıldı. Batman'da Eylül 1993 tarihinde Sincar'ın öldürülmesi eyleminin talimatını sanık Musa Özer'in verdiği, eylem sorumlusunun Sinan Yakut, tetikçilerin de Rıfat Demir ile Hüseyin kod adlı şahıs olduğu belirtildi. Batman'a geldiği haberi alınan milletvekili Sincar'ın çarşı içinde vurulduğu anlatıldı. Yazar Konca Kuriş'in ise Temmuz 1998'da Mersin'de evinin önünde silah zoruyla kaçırıldığı, aynı ildeki bir hücre evinde bir süre tutulduktan sonra örgüte ait bir otomobil ile Konya'ya götürüldüğü belirtildi.
20 FAİLİ MEÇHUL CİNAYET AYDINLATILMADI
Örgütün sorgulayacakları adamları çarşaf giydirerek, sorgu evlerine götürdüğünün belirtildiği kararda, 15'i PKK'lı 5'i Hizbullah üyesi ismi belirlenmeyen 20 kişinin cesetlerinin bulunmadığına da dikkat çekildi. Örgütün iki numaralı ismi Edip Gümüş'ün yargılandığı 35 davadan 34'ünde delil bulunamadığın, yakalandığı Beykoz'da güvenlik güçleriyle çatışmaya girdiği belirtildi. 105 Eylemden yargılanan, örgütün askeri kanat sorumlusu ve örgütün şu anda sözde cezaevi sorumlu Cemal Tutar'ın yakalandıktan sonra itirafçı olduğunun yazıldığı kararda Tutar'ın 85 eyleme katıldığının tespit edildiğine dikkat çekildi.
DAVANIN SONUCU
Yaklaşık 9 yıl süren Hizbullah Ana Davası'nda örgütün iki numaralı ismi Edip Gümüş, sözde askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar ve örgütün üst düzey yöneticileri ile tetikçileri Fuat Balcı, Abdulkerim Kaya, Mehmet Varol, Mustafa İpek, Mahmut Demir, Kemal Gülşen, Sinan Yakut, Şeyhmus Kinay, Yusuf Beğiç, Mehmet Veysi Özel, Rifat Demir, Mehmet Beşir Acar, Mehmet Tahir Ak ve Mehmet Garip Özer'i, '''Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mevcut anayasal düzenini silah zoruyla yıkarak, yerine şer'i esaslara dayalı İslam devleti kurmayı amaçlamak'' suçundan müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı.
Mahkeme diğer sanıklar Mehmet Feysel Bozkuş ve Yunus Avcı'ya 14, Fahrettin Özdemir, Mehmet Ezme, İsmail Kınay ve Abdulvahap Ekinci'ye 10, Mehmet Sudan'a 12, Mehmet Nuri Karabulut ile Gazi Kavan'a 6 yıl 3 ay ve Abdulkuddus Yersiz'e 1 yıl 6 ay hapis cezası vermişti. Hakkında yakalama emri bulunan sanıklardan Ejder Arpa ve Cihan Yıldız'ın dava dosyasının ayrılmasına, Fahrettin Duman ve Fehmi Gürsol'un da beraatlarına karar verilmişti. Yargılamanın devam ettiği 2004 yılında ölen sanık Turan Arı'nın da davasının düşürülmesi de kararlaştırılmıştı.

22 Mart 2010 Pazartesi

Gül'e Ödül "Anayasa Düzenlemelerinden Uzak Dur!" Çağrısı Mı?

Birazcık Türkiye ve dünya gerçeklerini bilenler bilirler ki, Türkiye’deki mevcut statükonun kurucuları İngilizlerdir; koruyucuları da, Yahudi destekli İngiltere ve ABD’dir.

İngiltere’de statükonun, İngiliz derin iradesinin temsilcisi kraliyet ailesidir. Sembolik önemin ötesinde derin, etkili misyona sahiptir kraliyet ailesi. İşte bu aile Abdullah Gül’e bir ödül verdi.

Habere göre: “İngiltere Kraliyet Ailesi'nin yarı resmi düşünce kuruluşu Chatham House'un '2010 Ödülü'ne Cumhurbaşkanı Abdullah Gül layık görüldü. Chatham House, her yıl bir ülkeden devlet yetkilisine, "uluslararası ilişkilerin gelişimine sağladığı katkılarından" dolayı ödül veriyor.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Irak'ta farklı mezhepler arasında arabuluculuk rolü, Afganistan-Pakistan liderlerini bir araya getirmesi ve Türkiye'nin Ortadoğu ile olan bölgesel işbirliğine yaptığı katkılarından dolayı" ödüle layık görüldü.

Chatham House tarafından övgüyle bahsedilen Abdullah Gül hakkında şu görüşlere yer verildi: "Gül, Türkiye'de ve uluslararası camiada bütünleştirici etkisi ile çok önemli bir figür. Türkiye'nin yakın zaman önce kat ettiği ilerlemenin de önemli isimlerinden biri. Abdullah Gül, bölünmüş Kıbrıs'ın bütünleşmesi konusunda çok önemli adımlar atmış ve Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalleşmesi için başrol oynamıştır."

Gül'ün Türkiye'nin AB üyeliğinin de önemli destekçilerinden biri olduğunu vurgulayan Chatham House, "Kendisinin liderliği altında Türkiye, sivil demokrasinin yerleşmesi ile siyasi ve hukuk reformlarının gerçekleşmesinde önemli yol almıştır." ifadelerine yer verdi.

İngiltere Kraliyet ailesi Büyük Britanya İmparatorluğunu temsil eder ve İngiliz hükümetini aşan misyonlara sahiptir. İngiltere kraliçesi aynı zamanda 50’yi aşkın eski sömürge ülkesinin (Common Wealth) kraliçesidir. Onlar arasındaki birliği ve işbirliğini sağlar, İngilizlerin emperyal hedeflerine hizmet eder. Bizde saltanatı ve hilafeti yıkan İngilizler Kraliyeti çıkarları için, sonuna kadar kullanmaktadırlar.

Bir defa İngiltere ne Ortadoğu’da Türkiye’nin etkin olmasını ister, ne de dün kendi lehine kurduğu, bu gün nemalandığı bölgedeki bölünmüşlüğün, kavgaların bitmesini ister. Türkiye’nin böyle çabalar içine girmesinden de fevkalade rahatsız olur. Türkiye’nin demokratikleşmesini ve ülkede yüz yıl önce kurdukları tezgahın bozulmasını ise asla istemezler. Bozulacaksa da kendi istedikleri istikamatte bozulmasını ve kendi inisiyatiflerinde yeniden kurulmasını isterler. Türkiye’deki statükonun yıkılmasından, Ergenekon tarzı yapıların sarsılmasından, militer anlayışın ırgalanmasından en fazla rahatsız olacak ülke İngiltere ve ABD’dir. Anayasa hazırlıklarının bu ülkeleri ciddi şekilde tedirgin ettiğini ve bunu engellemek için yoğun çaba içine girdiklerini düşünüyorum. Bazı partilerin ve kurumların bu köklü değişimi engellemeye gücü yetmeyebilir mülahazasıyla, Gül’ü de bu işten uzak tutmaya çalışıyor olabililer. Abdullah Gül’e verdikleri ödül böyle bir çabaya hizmet ediyor olabilir.

Bizdeki statükonun bekçilerinden Baykal, verilen ödüle paralel Gül’e tehditle karışık bir uyarıda bulundu ve; ‘Cumhurbaşkanı’ndan beklentimiz şudur: Anayasa değişikliği önüne geldiğinde paketin 367’den fazla oy alan maddelerini referanduma götürmeyeceğini, ‘Paketin tamamını halkoyuna sunacağım’ demeyeceğini bugünden ilan etmelidir.’ Dedi. Statükonun sahipleri ve destekçileri ankaşılan Gül’ü denklemin dışında tutmaya, kenarda durmaya zorlamaktadırlar. Milletin teveccühünü kaznmış bir lider olan Abdullah Gül’ün ne ödüllerden ne de tehditlerden etkilenmeyerek, vicdanının sesini dinleyeceğini ve milletin demokratikleşme taleplerini dikkate alacağını umuyoruz.

Türkiye herşeye rağmen batının kurduğu kurumsal ve aristokratik kuşatmayı kırmalı ve bağımsız, millete dayalı bir devlet olmak için bu değişiklikleri mutlaka yapmalıdır. Yoksa statükonun ve onun kurucuları-hamileri İngiltere-ABD rotasında yürümeye devam ederiz. Abdullah Gül aldığı ödül nedeniyle böyle bir fırsatı engellememeli, bilakis bu değişime ve demokratikleşmeye tam gaz destek vermelidir.

Beyaz Türkler ve onların malzemesi Kek Türkler kurumların saltanatını yıkan, milleti öne çıkartan ve milli iradeye dayanan değişikliklerin olmaması için çalışacaklardır. Bu değişiklikleri ABD’nin planladığı, zorladığı yalanını yayacaklardır. Ama milletin basireti bunları aşacak güçtedir, umulur ki devlet adamlarımız da milletin basiretine sahip olsun!

6 Mart 2010 Cumartesi

ASALA

ASALA (İngilizce: Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia tamlamasının kısaltmasıdır; Ermenice: Հայաստանի ազատագրության հայ գաղտնի բանակ Hayastani Azatagrut'yan Hay Gaghtni Banak) veya tam adı ile Ermenistan'ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu, 1973 ve 1985 yılları arasında[4], Türkiye dahil 16 farklı ülkede Türk ve diğer mülki ve diplomatik hedeflere karşı terör eylemlerinde bulunmuş solcu ve aşırı milliyetçi Ermeni terör örgütü. 1980-1990 yıllarında ABD tarafından resmi terör örgütü listesine alınmıştır.

1970'li ve 1980'li yıllarda, genelde Türk hedeflere karşı saldıran ASALA, ayni zamanda değişik nedenlerle Madrid'te Trans World Airlines ve Los Angeles'ta Air Canada ofislerini de bombalamıştır. ABD ve Kanada hedeflerine karşı bu türlü saldırılar örgütün Ermeni milliyetçiliği ile birlikte, PKK gibi, Marksist-Leninist ideolojisine bağlılığı ile açıklanabilir.

Ermeni teröründe, Türkiye’deki iç huzursuzluğun zirveye çıktığı 1979 yılından itibaren büyük bir artış gözlenmeye başlanmıştır. Ermeni teröristler, 21 ülkenin 38 kentinde, 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılarda Türkiye'nin 42 diplomatı ile 4 yabancı uyruklu kişi hayatını kaybederken, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu kişi de yaralanmıştır.

ASALA'nin Türkiye içinde ilk terör eylemi 1982'nin 7 Ağustos tarihinde Ankara Esenboğa Havalimanında gerçekleştirdiği bomba saldırısı olmuştur. Saldırı sonucunda 9 kişi hayatını kaybetmiş, 72 kişi yaralanmıştır.

ASALA'ya mal edilen saldırılar farklı kaynaklarda[kaynak belirtilmeli] değişiklikler arz etmektedir. Amerikan hükümet kaynaklarına[kaynak belirtilmeli] göre 1968'den itibaren ASALA, 84 olayda 299 kişiyi yaralamış 46 kişiyi öldürmüştür.

Paris'te Türk Hava Yolları'nı bombalayan örgüt üyelerine 30 ay ceza verilmiştir. 1983 Temmuz'unda gerçekleşen Orly Havaalanı katliamında 8 kişi öldürülüp 52 kişi yaralanmıştır.

ASALA, kendi milliyetçi hedeflerinin yanısıra Marksizm-Leninizm'i de desteklemiş, benzer eğilimleri olan İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA), PKK/Kongra-Gel/KADEK, ve Kızıl İtalyan Tugayları (Italian Red Brigades) gibi diğer uluslararası silahlı örgütler ile işbirliği yapmıştır.

1985 ve 1997 yılları arasında ASALA tarafından kayda değer bir terör eylemi gerçekleştirilmemiştir. 1997 yılında Brüksel'deki Türk Konsolosluğu bombalanmış, bir kişi yetkilileri arayarak olayı ASALA'nın gerçekleştirdiğini iddia etmiştir. Bu iddiayı doğrular bir kanıt ele geçirilememiştir.

1991'de Ermenistan'ın kurulması ile ASALA en önemli hedefini gerçekleştirmiştir. Eski ASALA mensupları kendilerine Ermeni hükümeti ve ordusunda yer bulmuşlardır.[kaynak belirtilmeli] Uluslararası bir eyleme yönelmeyen ASALA mensuplarının şu an Dağlık Karabağ bölgesinde Azeriler ile savaşıyor olmaları ihtimal dahilindedir.

1983 Paris Orly Havaalanı saldırısından sonra örgüt birçok ufak gruba bölünmüştür. Zamanla örgüt içi çekişmeler ve anlaşmazlıklar ortaya çıkmış, kurucularından Agop Agopyan öldürülmüş, Ermeni halkından da yeterli destek göremeyip, tarih sahnesinden çekilmiştir.

Hizbullah (Türkiye)

Türkiye Hizbullahı, Lübnan'daki Hizbullah ile organik bir bağı olmayan radikal İslamcı, silahlı, yasadışı bir örgüttür. Hizbullah, "Allah'ın partisi" (Allah taraftarı) anlamına gelir.

Liderliğini Hüseyin Velioğlu'nun yaptığı silahlı örgüt, daha çok Sünni Kürtler arasında faaliyette bulundu. 2000 yılının başlarındaki yoğun polis operasyonlarıyla önemli ölçüde çökertildi. Terörle mücadelede bu operasyonlar çok önemli birer örnek olarak gösterilmektedir. Türkiye Hizbullahı, döneminde yaygın marksist leninist çizgideki kürt muhalefetine karşı bir "panzehir" olarak sol örgütlere karşı bir alternatif olarak da görülürken, anti-komünist görüşü nedeniyle derin devlet tarafından gelişmesine engel olunmadığı, göz yumulduğuna dair iddialar ortaya atılmaktadır.

Marksist Leninist Komünist Parti

Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP), 10 Eylül 1994'te kurulan illegal komünist bir örgüttür. Parti, içinde eylem yapmakta ve örgütlenmekte olduğu sistemlerin ağır baskıları ve yasaklamaları neticesinde kendisini illegal olarak tanımlamakta ve bu çerçevede eylemlerini yürütmektedir. Örgüt, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün yayınladığı "Türkiye'de halen faaliyetlerine devam eden başlıca terör örgütleri" listesinde "Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP)" adı altında yer almıştır.

Kuruluş Kongresi (1. Kongre) belgeleri, onun teorik, siyasal ve örgütsel temellerini oluşturur. 'Birlik devrimi' olarak ifade edilen bu gelişme, 'komünistlerin birliği' düşüncesine sahip parti önceli örgütlerin, 1989'dan itibaren örgütler içinde ve örgütler arasında yürüttükleri bir mücadelenin sonucudur.

1991'de TDKİH ve TKİH birleşir. Eylül 1994'te, TKİH ve TKP-ML Hareketi Birlik Kongresini toplar ve MLKP-K kurulur. Eylül 1995'te toplanan 1. Parti ve Birlik Konferansı, MLKP-K ile TKP-ML (YİÖ) arasındaki birliği sağlar ve "Kuruluş" ekini kaldırır. Böylece MLKP, dört komünist örgütün birleşmesiyle oluşur. Kamuoyunda Ergenekon davası olarak bilinen davanın iddianamesinde MLKP örgütünün Ergenekon Terör Örgütü ile bağlantılı olduğu ileri sürülmüştür.

Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist

Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist (TKP/ML), 1972'de İbrahim Kaypakkaya'nın Doğu Perinçek Grubundan ayrılması sonucu kurulan örgüttür. Silahlı kanadı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO), gençlik örgütü Türkiye Marksist Leninist Gençlik Birliği (TMLGB)'dir.. Örgüt, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün yayınladığı "Türkiye'de halen faaliyetlerine devam eden başlıca terör örgütleri" listesinde "TKP/ML - KONFERANS" adı altında yer almıştır.[1]

Örgüt,İbrahim Kaypakkaya'nın görüşleri çizgisinde, devrimci bir örgüttür. Marksizm-Leninizm-Maoizm ideolojisini benimseyip, Halk Savaşı(Gerilla Savaşı) vermektedir. Özellikle bir dönem askeri eylemlerle sıkça adını duyuran örgüt; yabancı uyruklu militanlarıyla da tanınmaktadır.

Örgüte darbe yapıp ayrılan grup 2003 yılında Maoist Komünist Parti adını aldı. Bugün her iki örgüt de faaliyetlerini sürdürmekte...

PKK

Kürdistan İşçi Partisi (Kürtçe: Partiya Karkerên Kurdistan ya da پارت ی کار که‌رێن ی کوردستان), Türkiye'nin güneydoğusu, Irak'ın kuzeyi, Suriye'nin kuzeydoğusu ve İran'ın kuzeybatısını kapsayan bölgede bir devlet kurmayı amaçlayan[13] ve bu amaçla söz konusu toprakların Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde kalan kısmına sahip olabilmek için[14] güvenlik kuvvetleri, geçici köy korucuları ve sivillere[15] [16][17][18] karşı silahlı eylem yapan yasadışı silahlı örgüt. Örgüt daha çok Kürtçe adının başharflerinden oluşturulmuş PKK ismi ile bilinir. Ayrıca KADEK (Kürtçe: Kongreya Azadî û Demokrasiya Kurdistanê, Türkçe: Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) ve Kongra-Gel (Halk Kongresi) isimlerini de kullanmıştır.[19][20] PKK, 7. Parti Kongresi'nde bağımsız bir Kürdistan fikrinden vazgeçtiğini açıklamıştır.[21]

PKK, aralarında Türkiye dahil olmak üzere, Avrupa Birliği[22], ABD[23], Birleşmiş Milletler ve NATO[24] gibi bir dizi ülke ve uluslararası kuruluş tarafından terör örgütü olarak ilan edilmiş, ayrıca ABD'nin uyuşturucu kaçakçıları listesinde bulunan[25][26] etnik ayrılıkçı, militan bir organizasyondur.

Türkiye'de Meclis tarafından "terör örgütleri listesi" yayınlanmamıştır.[kaynak belirtilmeli] Bununla birlikte Emniyet Genel Müdürlüğü'nün yayınladığı "Türkiye'de halen faaliyetlerine devam eden başlıca terör örgütleri" listesinde "PKK/KONGRA-GEL (Kürdistan Halk Kongresi-KHK)" adı altında yer almıştır.[27]

1974 yılında Abdullah Öcalan tarafından kurulan PKK'nin ideolojisi, Devrimci Sosyalizm ve Kürt Milliyetçiliği[kaynak belirtilmeli] üzerine kuruludur. PKK'nın amacı, Kürdistan diye tanımlanan, Kürtlerin de yaşadığı, Irak'ın kuzeyi, Suriye'nin kuzeydoğusu ve İran'ın kuzeybatısı arasında kalan coğrafi bölgede, bağımsız sosyalist bir Kürt devleti kurmaktır.

Veli Küçük

Veli Küçük (d. 9 Mayıs 1944, Türkmen köyü, Gölpazarı, Bilecik[1]) emekli Jandarma Tuğgenerali. Edirne, Van, Eskişehir, Ağrı ve Kocaeli İl Jandarma Alay Komutanlıkları görevlerinde bulundu. 1996’da generalliğe terfi etti. General olarak Karadeniz’de Giresun’da konuşlandırılan Giresun Bölge Komutanlığı’nın kuruluşunu tamamlayarak iki yıl Giresun Jandarma Bölge Komutanlığı görevinde bulundu. Çanakkale Tugay Komutanlığı görevinde iken, tugayı Bilecik iline naklettirdi. Bilecik’ten 2000 yılında tuğgeneral rütbesindeyken emekli oldu.

Adı ilk kez Susurluk davası ile gündeme gelen Küçük, Abdullah Çatlı'nın ölmeden önce telefonla görüştüğü son kişiydi.TBMM Susurluk Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış, Genelkurmay Başkanlığı`nın Veli Küçük`ün komisyona ifade vermesine gerek olmadığı yönünde karar aldığını ve bundan dolayı komisyona çağrılmadığını söylemiştir. Bu dönemde davanın kilit isimlerinden Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın kullandığı cep telefonunun Küçük'ün üzerine kayıtlı olduğu saptanmıştı.

Adı Ermenistan'a yönelik kontrgerilla örgütlenmesine de karışmıştır. Kızılelma koalisyonunun mimarlarındandır. Hrant Dink'in 301'den yargılanmasında baş rolü oynayan Kemal Kerinçsiz ile birçok defa görüntülenen Küçük, Dink'in avukatı Erdal Doğan'ın iddialarına göre Dink'i telefonla tehdit etmişti. Üzeyir Garih cinayetinde de kendisine bağlı askeri personelin dahli olduğu iddiaları vardır. Finansbank'ın da dahil olduğu Fiba Holding'e bağlı Endi market firmasında yönetim kurulu üyeliği yapan Veli Küçük'ün, Finansank'ın Yunan Kilisesinin Bankası'na satışı konusunda Hüsnü Özyeğin'e yardımcı olduğu da iddia edilmektedir.

Veli Küçük son olarak 22 Ocak 2008 günü sabaha karşı 3 sularında Ergenekon örgütüne yönelik düzenlenen operasyonda gözaltına alındı ve 26 Ocak'ta "halkı isyana tahrik" suçundan tutuklanarak ceazevine kondu. Ergenekon davasında silahlı terör örgütü kurma, yönetme, TC hükümetine karşı silahlı isyana tahrik, zorla hükümeti ıskata teşebbüs, kasden öldürmeye azmettirme, korku ve panik yaratacak şekilde patlayıcı madde atmaya azmettirmek, Mala zarar vermeye ve ruhsatsız patlayıcı bulundurmaya azmettirme suçlarından yargılanmaktadır.[5] Hakkında 2 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 239 yıldan 524 yıla kadar hapis isteniyor.

Tarık Ümit

Dündar Kılıç'ın eski ortağı, MİT ajanı. Ümit, 1947 yılında Düzce'de doğdu. Babasını kaybedince küçük yaşta Almanya'daki amcası Cemalettin Ümit'in yanına gitti. 1968'de Türkiye'ye döndüğünde Alman eşinden iki kızı vardı.



Yeraltı dünyasıyla da bu tarihlerde tanıştı. Kendisi gibi Düzceli olan ve adı eroin kaçakçıları arasında geçen Ferda Seven ile ilişki kurdu. Seven'in tavsiyesiyle Dündar Kılıç'ın yanında çalışmaya başladı. Ancak 1975'te yaşamında yeni bir sayfa açıldı ve MİT'le ilişkiye geçti.



14 Haziran 1978'te ikinci sınıf uzman olarak teşkilattaki resmi görevine başladı. Mehmet Eymür ve ekibi tarafından oluşturulan MİT raporunun hazırlanmasına katkıda bulunanlar arasında yer aldı.



Eymür, MİT Güvenlik Dairesi başına geldiğinde, MİT raporu sonrasında görevinden uzaklaştırılan Ümit'le ilişkisini sürdürdü.



Ümit, 1994 yılında Korkut Eken aracılığıyla Mehmet Ağar'la tanıştı. Ümit'in istihbaratı sonucu yüklü miktarda eroin imalatında kullanılan asit - anhidrit ele geçirilmesi emniyette dost kazanmasının yolunu açtı.



Ümit, belirsiz kişilerce 2 Mart 1995'te kaçırıldı ve halen kayıp. Kaybolmasının ardından Mehmet Eymür, kızı Hade Birinci'yi arayıp babasının Korkut Eken tarafından kaçırıldığını belirtti. Ümit'in, son görüldüğü kişiler özel timci polisler Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlu oldu.



Kaçırılmasından sonra telefon kayıtları üzerindeki incelemede son gecesinde hem emniyet hem de MİT merkeziyle görüştüğü tespit edildi. Kayıtlarda rastlanan son numaralar ise, Alaattin Çakıcı'nın kardeşi Gencay Çakıcı ve özel timciler Ayhan Akça ile Ziya Bandırmalıoğlu'nun arkadaşı Avşar Kederoğlu oldu.



Mehmet Eymür, Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadede, Tarık Ümit'in Dündar Kılıç'a yönelik polis eylemine girmediğini, kaçırılmasından İbrahim Şahin ve Mehmet Ağar'ın haberdar olduğunu, Abdullah Çatlı tarafından sorgulandığını öne sürdü.



Komisyona ifade veren Tarık Ümit soruşturmasını yürüten Jandarma İstihbarat Astsubay Ahmet Altıntaş ise Ümit'in ailesinin Orta Asya'daki 4.5 milyon dolarlık uyuşturucu parasının Kıbrıs'ta First Merchant Bank'ta aklanması sırasında ortaya çıkan anlaşmazlık olabileceğini söylediğini aktardı.



Bir süre sonra Altıntaş görevinden alındı, Tarık Ümit'in ortadan kayboluşu ise Susurluk Raporu'nun değinmediği olaylar arasında yer aldı.



Resmi soruşturma dosyasına göre ise Tarık Ümit son olarak Erenköy'deki Divan Pastanesi'nde otururken İbrahim Şahin'in koruması Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlu tarafından götürüldü. Daha sonra kendisinden haber alınamadı.

Şadi Naci Özpolat

Yasadışı örgüt DHKP - C'nin sözde siyasi kanat sorumlusu. Yasadışı DHKP-C örgütü adına Anayasal düzeni bozmak için eylemler yaptığı iddiasıyla 1990 yılında tutuklandı. Hakkında İstanbul DGM'de idam cezası istemiyle dava açıldı. 1995 yılında karar bağlanan davada, müebbet hapis cezasına çarptırıldı.



Dokuz yıl boyunca Bayrampaşa Cezaevi'nde yattı. Özpolat'ın adı ilk olarak 1996 yılında cezaevlerinde yaşanan açlık grevlerinde duyuldu. Örgütün üst düzey yöneticisi olarak açlık grevine katılmayan Özpolat, arkadaşlarının gözü önünde ölmesi için talimat verdi.



Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde kalan sol örgüt militanlarının jandarmaya ateş açması ile patlak veren çatışmanının ardından Türkiye genelindeki cezaevlerinde başlayan eylemi bitiren anlaşmaya, Bayrampaşa Cezaevi'nde iki tarafın görüşmeleri sonunda varıldığı yıllar sonra ortaya çıktı.



Cezaevindeki örgüt temsilcileri, varılan anlaşmayı bir kağıt üzerine döküp, altını tek tek imzaladı, sonra da bu anlaşma cezaevi yönetimi tarafından eylemlerin sürdüğü diğer cezaevlerine ayrı ayrı fakslandı. Anlaşma metninin altında Şadi Özpolat'ın adı da yer aldı. Şadi Özbolat'ın Bayrampaşa Cezaevi yönetimine hitaben yazdığı, ''Talimat'' gibi dilekçenin faksında ''Eylemlerimizi bitiriyor, tüm yoldaşlarımızı selamlıyoruz'' denildi.



Cezaevlerindeki eylemlerin bitirilmesi için Bayrampaşa'da yürütülen görüşmelere Adalet Bakanlığı'nı temsilen katılan İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici'nin, isyancıların başı Şadi Özpolat'la tanıştığı ortaya çıktı. Başsavcı Çitici, daha önce de Özbolat ile mahkumların sorunları konusunda görüşmelerde bulundu. Bayrampaşa Cezaevi eski Savcısı Necati Özdemir'in de katıldığı görüşmelerde mahkumlar taleplerini Başsavcı'ya iletti.



Herkes ölüm orucunda, o değil

Özpolat'ın ikinci sesini duyurduğu olay ise yine ölüm orucuydu. 2000 yılı sonunda F tipi cezaevlerini protesto eden tutuklu ve hükümlüler yine açlık grevi ve ölüm orucuna başladı. Bayrampaşa Cezaevi'nde, Sabancı suikastının emrini veren Ercan Kartal'la aynı koğuşta kalan Özpolat, 1996 yılında olduğu gibi yine açlık grevi emrini verdi.



Arabulucuların cezaevine giderek tutuklu ve hükümlülerle yaptığı görüşmelerde ön planda yer aldı. Özpolat, güvenlik güçlerine uzun süre direnen tutuklu ve hükümlülere "Kendini yak" emri vererek 17 kişinin ölümüne neden olunca, herkesin kanını dondurdu. Ancak yasadışı örgüt üyelerinin direnişi uzun sürmedi. Aralık 2000'de cezaevlerine, ölüm orucu ve açlık grevini durdurmak amacıyla "Hayata Dönüş Operasyonu" düzenlendi. Özpolat'ın da aralarında bulunduğu tutuklu ve hükümlüler, Bayrampaşa Cezaevi'nde güvenlik güçlerine ancak bir gün direnebildiler. Operasyon çerçevesinde yakalanan Özpolat'ın açlık grevinde veya ölüm orucunda olmadığı, operasyon sırasında burnunun bile kanamadığı ortaya çıktı.



Devlet dersi

Güvenlik güçlerinin cezaevlerine girmesinin ardından Adalet Bakanlığı, buradaki yasadışı örgüt üyesi tutuklu ve hükümlüleri F tipi cezaevlerine nakletti. Bu karar çerçevesinde Özpolat ve örgütün diğer üst düzey sorumlusu Ercan Kartal, Edirne F Tipi Cezaevi'nde tek kişilik koğuşlara yerleştirildi.



İlk gün sakal ve bıyık traşı olmamak için direnen Özpolat'ın "Bizi 10 yıldır kimse arayamadı. Siz de arama yapamazsınız" demesine karşılık üstü arandı, saç ve sakalları traş edildi. Özpolat, F tipi cezaevine sevk edildiği için başlattığı açlık grevini iki gün sürdürebildi. F tipi cezaevi hayatına kısa zamanda uyum sağlayan Özpolat, daha sonra yeraltı dünyasının ünlü ismi Alaattin Çakıcı'nın da yattığı Kandıra F Tipi Cezaevi'ne sevk edildi.

Semih Tufan Gülaltay

Semih Tufan Gülaltay (d. 6 Ağustos 1968, Kars) Akın Birdal suikastı'nın azmettiricisi, TİT üyesi.

İnsan Hakları Derneği eski Genel Başkanı Akın Birdal'a yapılan suikastın planlayıcısı ve azmettiricisi olmak suçlamasıyla 2 Haziran 1998'de yakalandı.[1] Birdal'a silahlı saldırıda bulunulmasıyla ilgili olarak 'suç işlemek için Türk İntikam Tugayı (TİT) isimli silahlı örgütü oluşturduğu, siyasi amaçla Birdal'ı öldürmeye tam teşebbüste bulunduğu ve bu suça iştirak ettiği gerekçesiyle 19 yıl hapse mahkûm edidi.[1] Ancak şartlı salıvermeden faydalanarak ve 4.5 yıl sonra tahliye edildi. Ulusal Birlik Partisi’ni kurdu.

Gülaltay’ın Birdal suikastından sonra, Ergenekon zanlılarından emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin’in devre arkadaşı olan emekli Binbaşı Namık Zihni Ozansoy’un evinde saklandığı ve Tekin’in Gülaltay’ı cezaevinde ziyaret ettiği biliniyor. Gülaltay’ın Ulusal Birlik Partisi adına düzenlediği bir toplantıya eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Hurşit Tolon da katılmıştır.

22 Ocak 2008'de Ergenekon soruşturmasının 4. dalga operasyonunda gözaltına alınmıştır. Davada silahlı terör örgütüne üye olmak suçuyla yargılanıyor.

Sedat Peker

Sedat Peker, (d. 26 Haziran 1971, Sakarya), organize suç örgütü lideri.

Rizeli bir aileden gelen Sakarya doğumlu olup uzun süre Almanya'da yaşayan Peker, Turancı olduğunu dile getirmektedir.

Peker Turancı bir site de kurmuş ve bu site ile Turan dünyasına ulaşılarak Türk Birliğine katkı sağlanılacağını dile getirmiştir. 1990 yılında T. Bülent Kılıç ile kurduğu bir oto firmasının servisinin dolandırılmasından ve ortağından ayrıldıktan sonra yasadışı örgüt kurarak bir çok suça karışmıştır.

1997'de Rize'de kaçakçı Abdullah Topçu'yu öldürmek suçundan savcı karşısına çıkan ve serbest bırakılan Peker'in iki adamı, aynı davadan müebbet hapse mahkum olmuştur.

Tehditle tahsilat yapmak, zorla alıkoymak, adam öldürmeye azmettirmek ve benzeri suçlardan yedi ay boyunca aranan Peker, teslim olacağını bildirerek 19 Ağustos 1998'de Romanya'dan Türkiye'ye getirildi.

Ekim 1998'de Peker ve adamları hakkında 7,5 yıla kadar hapis istemiyle dava açildı. Bu davadan yargılandığı sırada duruşmada "Eski bir milletvekili bana mesaj göndererek, "Mahkemede fazla artistlik yapmasın.", "Her şeyi size anlatmak istiyorum çünkü ben bunları anlatmazsam şüpheli bir şekilde intihar edebilirim" dedi. 12 sanıkla birlikte çete oluşturmak suçundan yargılandığı davada, 24 Mayıs 1999'da tahliye edildi. Sekiz ay 29 gün cezaevinde bulundu.

17 Haziran 2001'de İstanbul Organize Suçlar ve Silah Kaçakçılığı Şubesi tarafından Fikirtepe Ülkü Ocakları eski Başkanı Atilla Kaya'nın 26 Eylül 2000 saat 22.30'da Hızırbey Caddesi'ndeki Ülkü Ocakları binasında göğsünden vurulması olayının azmettiricisi olarak gözaltına alındıysa sanığın savcılıkta ifadesini değiştirmesi ile serbest bırakılmıştır.

12 Mart 2005 tarihinde İstanbul Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü tarafından yapılan Kelebek Operasyonu ile tutuklanmış ve İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava 31 Ocak 2007 tarihinde karara bağlanarak 14 yıl 5 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılmıştır.

Peker ayrıca örgüt kurmak, tehdit, iş yeri kurşunlama, yaralama, hürriyeti tehdit, yağma ve sahte kimlik kullanma iddiasıyla İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmaktadır.

Ergenekon davasında silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla yargılanmaktadır.

Sami Hoştan

Sami Hoştan, (lakabı: Arnavut Sami, d.1 Temmuz 1947), Susurluk davası hükümlüsü, Ergenekon davası sanığı.

Eski İstanbul Sheraton Oteli gazinosunun da ortaklarındandır. 2. MİT Raporu'nda DHKP/C örgütü ile ilişkili olduğu, İspanya, Hollanda ve Kolombiya bağlantılı uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı ileri sürülmüştür. Raporda ayrıca, Tarık Ümit'in kaçırıldıktan sonra Abdullah Çatlı tarafından Hoştan'ın çiftliğinde sorgulandığı da iddia edilmiştir.

1996'da Susurluk'taki trafik kazasının sonrası ortaya çıkan karanlık ilişkilerle ilgili 14 sanığın yargılandığı dava dördüncü yılın sonunda karara bağlandı. Davanın kararına göre, Özel Harekat Dairesi eski Başkan Vekili İbrahim Şahin ve eski MİT görevlilerinden Korkut Eken, "Cürüm işlemek için çete oluşturmak ve bu çeteyi yönetmek" suçundan altışar yıl, Hoştan'ın da aralarında bulunduğu 12 sanık ise "Cürüm işlemek için çete oluşturmak"tan dörder yıl hapis cezasına çarptırıldı. Sanıkların tümüne yurtdışına çıkma yasağı konuldu. Ceza onaylandığı taktirde İnfaz Yasası'na göre daha önce 31 gün cezaevinde tutuklu kalan Hoştan, 555 gün daha hapis yatacak

22 Ocak 2008 tarihinde Ergenekon soruşturmasının 4. dalga operasyonunda gözaltına alındı. Ergenekon davasında silahlı terör örgütüne üye olma ve 6136 sayılı kanuna muhalefet suçlamalrıyla tutuksuz yargılanıyor.

Ömer Lütfi Topal

Kumarhaneler Kralı olarak tanınan Topal'ın Türkiye'de 20, KKTC, Polonya, Romanya, Azerbaycan ve Türkmenistan'da altı kumarhanesi bulunuyordu. 1957'de İstanbul'a gelen Topal, 1965 yılına kadar Beyazıt'ta bakır işiyle uğraştı.



1972 yılına kadar iplikçilik, 1977 yılına kadar da maden işçiliği yaptı. 1977'de Yunanistan'da beş kilo eroinle yakalanan Zeki Akbaş ve Cahit Kraltürk'ün ismini vermesi nedeniyle ABD mahkemelerinde 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı.



1978'de Belçika'da Mesut İnce'yle birlikte altı kilo eroinle yakalandı. Üç yıl Belçika'da, üç yıl da ABD'de hapis yattı. 1984 yılında serbest kalan Topal, 1990 yılında Caddebostan Büyük Kulüp'ün işletmeciliğini yapmaya başladı.



Kumarhanelerini, kendisine ait olan Regal Turizm, Emperyal Otelcilik ve Turizm ve Leisure İnvestments şirketleri tarafından çalıştırdı. Sağ kolu olan Bülent Fırat'ı öldürmeye azmettirmekten yargılandı. Kaçarak Antalya'da saklandı. 1996 yılında ortağı Hikmet Babataş'ın öldürülmesiyle ilgili olarak aranıyordu.



Topal, 28 Temmuz 1996 gecesi Yeniköy'deki evine giderken, 34 BTG 96 plakalı otomobilinde kalaşnikoflarla çapraz ateşe alınarak öldürüldü. Silahların hiçbir parmak izi olmaksızın olay yerinde bırakılması, cinayetin profesyonel kişilerce işlendiği izlenimini verdi.



Saldırganların kullandığı sahte plakalı otomobil, kısa süre sonra Sarıyer Taşocağı Mevkii'nde bulundu. İçindeki Uzi marka makinalı tabancaya ait dokuz milimetrelik şarjör, kalaşnikof şarjörü, 52 mermi, havlu, sırt çantası ve ameliyat eldiveni ele geçirilen otomobilin Ankara'dan çalıntı olduğu belirlendi.



Önce cinayetin 90 trilyon liralık kumar sektörünün kendi içindeki hesaplaşma olduğu iddiaları ortaya atıldı. Ortaklarıyla aralarında hep sorun çıktığı vurgulanan Topal'ın, son olarak Bodrum'da Hikmet Babataş'ın ölüm emrini verdiği iddia edildi.



Temiz silahlarla cinayet

Olayda kullanılan silahların İstanbul ve Ankara'daki laboratuvarda yapılan balistik incelemesinde, daha önce hiçbir eylemde kullanılmadıkları ortaya çıktı. Dönemin asayişten sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Bilgi Ünal, sonuca daha çabuk ulaşmak için üç ekip görevlendirdi.



Soruşturma sırasında, Topal cinayetinde üç polisin yer aldığı yolunda yapılan bir ihbar, önce Ünal'ın, ardından İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu'nun soruşturmaya devam edilmesi talimatı üzerine üç polis, 4 Ekim 1996 günü gözaltına alındı.



Bir gece Asayiş Şube Müdürlüğü'nde sorgulanan Özel Harekat'ta görevli polisler Ercan Ersoy, Ayhan Çarkın ve Oğuz Yorulmaz'ın cinayetle ilgili her şeyi ayrıntılarıyla anlattıkları, bunları Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller'le dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın bilgisi dahilinde yapıldığını söyledikleri öne sürüldü.



Polislerin olay günü otomobilleriyle Topal'ın otomobilinin önünü kestikleri ve çapraz ateşe tuttukları iddia edildi. Bu gelişme üzerine bulunduğu Ankara'dan İstanbul'a dönen Yazıcıoğlu başkanlığında yapılan toplantıda, konu bir kez daha gözden geçirildi.





Yazıcıoğlu'nun telefonla arayarak bilgi verdiği Emniyet Genel Müdürlüğü'nün, üç polisin Ankara'ya gönderilmesi talimatını verdiği ileri sürüldü. Polislerin, İstanbul'a gelen Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin tarafından 6 Ekim'de Ankara'ya götürüldükleri belirtildi.



Topal cinayetinin bir anda karanlığa gömülmesine yol açan bu gelişmeden sonra ortadan kaybolan üç polis, Susurluk'taki kazada DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak'ın korumaları olarak ortaya çıktı.



Susurluk Savcısı'nın koruma görevi yapan polisler hakkındaki faksına cevaben Emniyet Genel Müdürlüğü'nden Emniyet Müdürü İzzet Sezgin Şenel imzasıyla gönderilen yazıda, üç polisin alınan karar gereği 17 Ekim 1996'da "Bakan oluru" ile Bucak'ın korumasına verildiği belirtildi. Yazıda, korumaların halen Bucak'ın yanında oldukları kaydedildi.



Susurluk Cumhuriyet Savcılığı'nın dosyayı bölerek İstanbul DGM'ye göndermesinden sonra Bucak'ın koruma görevini yapan Çarkın, Ersoy ve Yorulmaz'la Enver Ulu, Mustafa Altınok ve Ömer Kaplan'ın ifadelerinin alınması gündeme geldi.



Uzun süre ifade vermeye yanaşmayan korumalar, Emniyet Genel Müdürü Alaattin Yüksel'in kesin talimatı karşısında İstanbul DGM'ye giderek ifade verdi. Ayağı alçıda bulunan koruma Mustafa Altınok'un ifadesi ise Ankara DGM'de alındı.



DGM'de ifadeleri alınan korumalardan Çarkın, Yorulmaz ve Kaplan'ın adının son yayınlanan MİT raporunda da geçtiği bildirildi.



Emniyette deprem

Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener ise soruşturmanın tarafsızca yürütülmesi gerekçesiyle Yazıcıoğlu, Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin, Emniyet Müdür Yardımcısı Ünal ve Bucak'ın koruma polisleri Çarkın, Ersoy ve Yorulmaz'ın görevden uzaklaştırıldıklarını açıkladı.



Öte yandan Susurluk Komisyonu tarafından sorgulanmak istenen özel timciler, ifade vermeye gitmedi. Bu olaydan kısa bir süre sonra Çarkın, Yorulmaz, Ersoy, Kaplan ve Altınok, Ocak 1997'de İstanbul Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği'ne teslim oldu.



DGM'ye sevk edilen özel timcilerden Ayhan Çarkın, Topal'ın öldürüldüğü gece Kadıköy yakasında görevli olduğunu öne sürerek, DGM savcısına verdiği ifadede ise izinsiz olarak görev yerini terk ederek, arkadaşlarıyla eğlenmeye gittiğini söyledi.



DGM'de ifadeleri alındıktan sonra tutuklanarak Metris Cezaevi'ne gönderilen özel timciler, Ankara'da vermedikleri ifadeyi bu kez cezaevinde Susurluk Komisyonu'na verdiler.



6 Mart 1997'de ise İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Topal'ın öldürülmesinden sonra tutuklanan Çarkın, Yorulmaz ve Ersoy'la Topal'ın iş ortağı Ali Fevzi Bir ve Sami Hoştan'ın gözaltına alındığını savcılığa bildirmeden Ankara'ya gönderdikleri gerekçesiyle İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Bilgi Ünal, Asayiş Şube Müdürü Fatip Özkan, Müdür Yardımcısı Ahmet Duranalp, Cinayet Büro Amiri Refik Baştürk, Cinayet Bürosu'nda görevli Başkomiser Şentürk Demiral'la polis memuru Ziyaettin Ferman hakkında soruşturma başlattı.



DGM'de 11 sanıklı dava

Susurluk'taki kazayla ortaya atılan ve Topal cinayetine kadar uzanan çete iddialarını araştıran İstanbul DGM Başsavcılığı, 11 sanık hakkında dokuz yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açtı.



Ayrıca Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Topal'ın öldürülmesiyle ilgili soruşturma dosyası, bir fezlekeyle Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderildi.



Fezlekede, özel timciler Çarkın, Yorulmaz, Ersoy, Altınok ve sigortacı Serdar Özdal hakkında "tasarlayarak adam öldürmek ve bu suça katılmaktan" idam cezası istendi.



Fezlekede, sanıklarla Topal arasındaki husumet ve öldürme nedeninin tespit edilemediği, sanıklar arasında iyi bir dostluk olduğu, ancak daha sonra bu birlikteliğin sona erme gerekçesinin belirlenemediği ifade edildi.



Ağustos 1997'de idamları istenen dört özel tim görevlisi ile cinayet gecesi kullanıldığı öne sürülen cep telefonunu Haluk Kırcı'ya satan sigorta şirketi sahibinin yargılanmasına başlandı. Polis memuru Mustafa Altınok ve sigortacı Özdal tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.



Topal'ın eski avukatı Ekrem Marakoğlu ise yaptığı açıklamalarla dikkatleri üzerine çekti. Marakoğlu, Topal'ın kızı ve oğlunun cinayetten yaklaşık iki ay sonra "Mehmet Özbay" sahte kimlikli Abdullah Çatlı'ya 535 bin dolar ödeme yaptığını öne sürdü. Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığı, Marakoğlu'nun iddiaları konusunda inceleme başlattı.



8 Kasım 1997'de Topal'ın öldürülmesi ve Susurluk davası kapsamında gıyabi tutuklu olarak aranan "Aliço" lakaplı Ali Fevzi Bir Çekmeköy'deki bir çiftlik evinde yakalandı. Topal'ın eski iş ortağı Bir'in daha önce teslim olmak için yetkililerle bağlantı kurduğu ortaya çıktı.



Bir, Topal davasında katıldığı ilk duruşmada, "Topal öldüğü zaman, İsrailli ortağı çocuklarından 46 milyon dolar alacaklı olduğunu belirterek parasını istedi. Bu parayı ya tahsil ettiler ya da ediyorlar" dedi.



24 Kasım 1997'deki duruşmada ise özel timciler Çarkın, Yorulmaz ve Ersoy'la Topal'ın iş ortağı Ali Fevzi Bir hakkında delillerin büyük bir bölümünün toplanmış olması ve haklarındaki delil durumu göz önüne alınarak 250'şer milyon kefalet karşılığında tahliye kararı verildi.



Çiller özel timcilere sahip çıktı

Özel timcilerin tahliyesinin ardından DYP Lideri Tansu Çiller, "Terörle mücadele için dağlara çıkmış benim polisimi, özel timcimi hapse attılar. Sonra bunlar tahliye oldu" diyerek, Topal cinayeti davasında yargılanan özel timcilere sahip çıktı.



CHP İçel Milletvekili Fikri Sağlar ise Çiller'in eşi Özer Uçuran Çiller hakkında "Topal'ın öldürülmesini azmettirdiği" gerekçesiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Uçuran Çiller, konuyla ilgili ifade verdi. Ancak Başsavcılık, Özer Çiller hakkında başlatılan soruşturmada yetkisizlik kararı verdi.



Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın, Sarıyer Cumhuriyet Savcılığı'na gönderdiği sürpriz tanık Hülya Ağaç'ın, Topal'la Çiller ailesine ilişkin şok açıklamaların olduğu ses kasedi ortaya çıktı.



Savaş'ın savcılığa gönderdiği Ağaç'ın ANAP'lı Tevfik Diker'le yaptığı konuşmanın ses bantında Çiller ailesinin Topal'dan 1 trilyon liraya yakın para aldıkları iddia edildi. Tansu ve Özer Çiller, bunun üzerine Diker hakkında "kişilik haklarına hakaret ettiği" gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.



Şubat 1998'de ise Topal ve Susurluk davası kapsamında gıyabi tutuklu olarak aranan Sami Hoştan polise teslim oldu. Hoştan, çıkarıldığı DGM'ce tutuklandı.



Topal davasının tek tutuklu sanığı olan Hoştan, çıktığı ilk duruşmada, "Burada tanık mıyım, sanık mıyım? Ne olduğumu hala bilemiyorum" dedi. Hoştan, daha sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.



Mart 1998'de ise Topal'ın bütün hesapları didik didik edildi. Topal'ın hesaplarında saptanan vergi kaçağı nedeniyle servetine 17 trilyon liralık tedbir konuldu.



Topal cinayetiyle bağlantılı Susurluk skandalı Türkiye'nin gündemini meşgul ederken 16 Mayıs 1998'de yaşanan ilginç olay, çete kurmak iddiasıyla yargılanan tutuksuz sanıkların bu kez de futbola bulaştıklarını gözler önüne serdi.



Zonguldak'ta oynanan 3. Lige terfi finalinde tribünler "Susurluk" diye inlerken skandalın kahramanları Sami Hoştan, özel timciler Ayhan Çarkın ve Oğuz Yorulmaz'ın da izlediği maçta öldürülen Topal'ın ortağı Ali Fevzi Bir'in takımı Özsahrayıcedid, Pursaklar Belediyespor sahadan çekilince şampiyon oldu.



Ankara Pursaklar Belediyesi ve futbol takımının başkanı Hacı Şahin, hakemi suçlayarak, "Bizi yaktı, daha maçın başında iki oyuncumuza kırmızı kart gösterdi. Bazı kimseler karanlık güçlerini kullandı" dedi.



2.5 yıl sonra mirası açıklandı

Topal'ın öldürülmesinin üzerinden iki buçuk yıl geçtikten sonra eşleri ve çocukları arasında yapılan trilyonluk sözleşme ortaya çıktı. Sözleşmede Emperyal Otelcilik'le birlikte 21 şirket Elif ve Murat Topal kardeşlerle Ebru Zeynep Topal'ın velayetini üstlenen Topal'ın eski eşi Safiye Belli'ye bırakıldı.



Topal'ın dini nikahlı eşi Birsu Hilal Altıntaş ise 2 otomobil, çeşitli şirketlerin hisseleri, Sarıyer ve Bodrum'daki gayrimenkul ile meskenlerin sahibi oldu.



Topal'a ait Emperyal Şirketler Grubu'nun eski Genel Müdürü Ahmet Kara'nın polise verdiği ifadesinde rüşvet listesinde yer alan polis şeflerinden siyasi parti il başkanlarına kadar ünlü isimleri açıkladığı ortaya çıktı.



Emniyette ve DGM'de aynı ifadesini tekrarlayan Kara, rüşvet verilen kişilerin arasında Susurluk kazasında ölen Polis Müdürü Hüseyin Kocadağ'ın da bulunduğunu iddia etti. Kocadağ'a düzenli para ödendiğini ileri süren Kara, bir defasında 10 bin mark ve 50 bin dolarlık zarf hazırladığını, bunu Topal'ın Kocadağ'a teslim ettiğini söyledi.



Kırcı dışında tüm sanıklar serbest

Haluk Kırcı'nın yakalanmasının ardından Topal'ın öldürülmesinin üçüncü yılında, olayla ilgili dördü özel timci, sekiz sanığın yargılandığı davada sonuca ulaşılamadı. Bir ucu Susurluk'a dayanan davanın bugüne kadar görülen 13 duruşmasında, en son yakalanan Kırcı dışında tüm sanıklar birer birer tahliye edildi.



Ocak 2000'de görülen duruşmada, dosya esas hakkındaki görüşünü hazırlaması için savcıya verildi. Kırcı, af tasarısının kendisiyle ilgili haberler nedeniyle rafa kaldırıldığını ileri sürerek, "Cezaevlerindeki 40 bin kişi benim yüzümden mağdur oldu" dedi.



12 Mayıs 2000'de Topal'ın katil zanlıları olarak gözaltına alınan iki iş ortağı ve üç Özel Timci'yi, savcılık yerine Ankara'ya göndererek "görevi kötüye kullandıkları" ve "görevi ihmal ettikleri" gerekçesiyle yargılanıp beraat eden dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu ve Emniyet Müdür Yardımcısı Bilgi Ünal'ın kararın Yargıtay tarafından bozulması üzerine yeniden yargılanmasına karar verildi.

Oral Çelik

Ülkücü görüşü benimseyen Çelik'in adı ilk olarak 1978 ve 1979 yıllarında Malatya'da cinayet ve bombalama olaylarına karıştı. Öğretmen Nevzat Yıldırım'ın öldürülmesi olayına da adı karışan Çelik, İstanbul'da izin kaybettirdi.



Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi suikastının yönlendiricisi ve Papa suikastının kilit ismi olarak anıldı. Adı ilk olarak Mehmet Ali Ağca'yı cezaevinden kaçıran Er Bünyamin Azer Yılmaz ve diğer sanıkların ifadesinde geçti.



Hakkında olaydan iki yıl sonra tutuklama kararı çıktı. 1985 yılında İsviçre'de Abdullah Çatlı ve Mehmet Şener'le birlikte yakalandı. 14 Kasım 1986'da Fransa'da uyuşturucu suçundan üzerinde Bedri Ateş sahte kimliğiyle yakalandı.



Uzun süre kimliğini reddeden Çelik'in üç yıl hapiste yattıktan sonra asıl kimliğinin anlaşılması üzerine Türkiye tarafından iadesi istendi. İsmini 1993 yılında kabul eden Oral Çelik, cezası dolduktan sonra 17 Aralık 1993'te İtalya'ya iade edildi. Burada uyuşturucu kaçakçılığı ve sahte kimlik kullanmaktan yargılandığı davada beraat etti.



İtalya'dan İsviçre'ye iade edilen ve Basel'de uyuşturucu davasında yargılanan Çelik, bu davadan da beraat etti. 1996 yılında Türkiye'ye iade edilen Çelik aleyhinde silahlı çete üyesi olmak, ruhsatsız silah taşımak ve cezaevinden adam kaçırmak suçlarından açılan davalar zamanaşımından düştü.



İpekçi davasında da tahliye edilen Çelik, cezaevinden çıktıktan sonra Malatya'da evlendi, Çağrı İnşaat, Nakliyat, Güvenlik Turizm adlı bir şirket kurdu. Çelik, Malatyaspor Kulübü Başkanlığı da yaptı.



Çelik ve adamları, 03 Mayıs 2000'de Tayfun Tombuloğlu'yla bir alacak verecek olayıyla ilgili gözaltına alındı ancak bir gün sonra serbest bırakıldı.

17 Mayıs 2000'de bu olaydan dolayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, "Korkutarak zorla senet ve para tahsil ettikleri" gerekçesiyle, Oral Çelik ve adamları olduğu belirlenen beş kişi hakkında dava açtı. Sanıklar hakkında 13 yıl 6'şar aya kadar ağır hapis istendi.

2002 erken seçimlerine Malatya'dan bağımsız milletvekili adayı olmuştur.

Nesim Malki

Musevi asıllı işadamı Malki, 28 Kasım 1995'te Bursa'da Özdilek Tesisleri önündeki trafik ışıklarında düzenlenen saldırı sonucu öldürüldü. Tunca Tekstil'in sahibi olan Nesim Malki, piyasaya faizle para vermesiyle tanınıyordu.



Ölmeden bir süre önce Trabzonspor Kulübü eski başkanlarından Sadri Şener'in iflasına neden oldu. Bu nedenle kurşunlanan Malki, olaydan kılpayı kurtuldu.



Kıbrıs'ta 1993 yılında Tunca Bank'ı kurdu ve Genel Müdürlüğü'ne Emlakbank'ın eski Genel Müdürü Şükrü Karahasanoğlu'nu getirdi. Kısa bir süre sonra Bank Indosuez Türkiye'yi satın aldı.



Ancak bu satış Hazine engeline takıldı. Malki'nin uyarılarına rağmen Sümerbank ihalesine giren ve 103.7 milyon dolara satın alan Hayyam Garipoğlu'nu desteklemesinin de ölümüyle ilişkisi olduğu ileri sürüldü.



Malki'den birkaç gün önce öldürülen Yener Kaya'nın da Malki ile ilişkili olduğu, kimi tekstil hisselerinin işlemlerini kontrol ettiği iddia edildi. Malki cinayetiyle ilgili olarak yakalanan ilk kişi Mehmet Sümbül oldu.



Sümbül'ün sorgulanmasının ardından, ünlü işadamı Hayyam Garipoğlu, Bursa Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi eski Müdür Yardımcısı Yusuf İlhan ve Malki'nin ortağı Erol Erkohen'in yanı sıra şu kişiler de gözaltına alındı:



Firari tetikçi Oğuz Işık'ın yeğeni Zeki Işık, İlhan Öztürk, Ömer Eker, Arif İrfan Eker, ANAP milletvekili adayı Fazlı Taştan, Malki'nin sahibi olduğu Tunca Tekstil'in mali işlerinden sorumlu müdürü Bayram Bozdemir, cinayet sırasında şoförlüğünü yapan Cengiz Ülksel, tetikçilerden Burhanettin Türkeş'in baldızı, çetenin kasası Hamide Aykaç, olay tarihinde Evcil'in baş muhasebecisi olan Sabri Köroğlu, Ahmet Ersöz, Esat Özgür, Mehmet Hanefi Kaya, Bursa Terörle Mücadele Şubesi'nde görevli eski polis memurları Eyüp Garip, Atilla Yılmaz ve Erdem Acar, Mehmet Sümbül'ün eşi Mine Sümbül.



İlk yakalanan Mehmet Sümbül

Mehmet Sümbül, polise verdiği ifadede, cinayet silahlarını, Yalova'dan feribotla İstanbul'a gelirken denize attıklarını söyledi. Gözaltındaki polis memurlarının, olay öncesi istihbarat yaptıkları, bazı sanıkların, sadece Nesim Malki ile iş ilişkileri nedeniyle sorgulandıkları belirtildi.



Malki'nin öldürülmesi olayında azmettirici olarak Erol Evcil, Mehmet Sümbül, Şükrü Elverdi, Oğuz Işık ve Burhanettin Türkeş uzun süre arandı.



Malki'nin öldürülmesinden iki yıl sonra cinayetle ilgili olarak iki polis başmüfettişinin hazırladığı rapor, Emniyet Genel Müdürlüğü'nü karıştırdı.



Dönemin Emniyet Genel Müdürü Alaaddin Yüksel, kendisinin görevlendirdiği müfettişlerin raporunu Teftiş Kurulu Başkanlığı'na gönderdiğini söylerken, Emniyet Genel Müdürlüğü'ndeki incelemede raporun kaydı bulunamadı.



Bu arada Malki cinayetinin tetikçilerinden olan Oğuz Işık'ın Macaristan'da yakalandığı ancak mahkeme tarafından serbest bırakıldığı ortaya çıktı.



Bursa'da faaliyet gösteren ülkücü Burhanettin Türkeş'in Alaattin Çakıcı'yla yaptığı telefon görüşmesinin kasedini ele geçiren polis, Erol Evcil'in bağlantılarına ulaştı.



Daha sonra Evcil'in cinayeti planladığı öne sürülen Mehmet Sümbül'le ilişkisini belirleyen polis, Malki'nin bürosundaki araştırmada, Evcil'in Malki'ye kestiği yüklü miktardaki çeki ele geçirdi. Çakıcı'nın Fransa'da yakalanmasının ardından Malki dosyasını yeniden açan polis, cinayeti iki ipucu sayesinde çözdü.



İşadamları da zanlı

Kasım 1998'de soruşturma kapsamında, işadamı Hayyam Garipoğlu gözaltına alındı. Garipoğlu, öldürülmeden önce yoğun ticari ilişkisi bulunduğu Malki'nin "Sümerbank'ın gerçek sahibi olduğu" yolundaki iddialarla ilgili olarak sorgulandı.



Soruşturma sırasında Evcil'in eski sevgilisi olan Gülben Ergen de gözaltına alındı. Evcil'le ilişkisi olduğu iddiaları soruşturulan İzmir Emniyet Müdürü Ahmet Demir ise görevinden uzaklaştırıldı.



Malki soruşturması kapsamında gözaltına alınan Bursalı işadamı Fazıl Taştan ve Muharrem Kutay ise İstanbul DGM'de verdikleri ifadenin ardından serbest bırakıldı.



Taştan, serbest kaldıktan sonra yaptığı açıklamada, "Bu olayın failleri ve azmettirenleri daha çok çıkar. Bu konuda bir şey bilmediğimi söyledim. Ama, bana kalırsa, bu hadiseyle ilgili, bilgisi olanları Bursa Stadyumu'na doldursanız almaz. Kanaatime göre, Erol'un bunu yaptığına hala inanmıyorum" dedi.



Korkmaz, "Çakıcı, Malki'yi üstüme yıkıyor"

İşadamı Korkmaz Yiğit'in kendisine ait televizyonlarda yaptığı açıklamalar ise gündeme bomba gibi düştü. Yiğit, kasette Çakıcı'nın Malki cinayetini kendisine yıkmak istediğini şöyle anlattı:



"Nesim Malki ile öldürülmeden dört ay önce tanıştım. O dönemde Hayri Kozakçıoğlu ile görüştürdüm. Ona Çakıcı'dan tehdit aldığını söyledi. Cağaloğlu'ndaki valilikten ayrıldık. Hemen Çakıcı beni aradı. 'Nesim benim ekmek kapım, bakmakla yükümlü olduğum yüzlerce kişi var. Onu koruma. Senin araban kaza yapabilir. Ondan uzak dur' dedi."



" Sesini duyduğumda boğazımın kuruduğunu, vücut kimyamın bozulduğunu hissettim. Bir hafta sonra yine aradı. 'Sen Nesim'i Dündar Kılıç'a götürmüşsün, Dündar benim can düşmanım. Ben ona, 'Ben Nesim'i götürsem devlete götürürüm. Ya sen beni tanımıyorsun ya da beni zor duruma düşürmek için böyle davranıyorsun' dedim."



"Daha sonra Nesim öldürüldü. Öldürülmeden bir gün önce yine aradı, 'Nesim'i ara, de ki, Nesim yarın öldürüleceksin de' dedi. Demek ki, cinayeti benim üzerime yıkmak istiyordu. Ama ben aramadım."



İddianamede cinayet tarifi

Haziran 1999'da İstanbul DGM Savcılığı'nın Nesim Malki'nin öldürülmesiyle ilgili hazırladığı iddianamede, cinayetin nasıl işlendiği ayrıntılarıyla anlatıldı.



İddianamede, cinayetin azmettirici olmakla suçlanan işadamı Erol Evcil'in görevlendirdiği iki kişinin, Malki'nin kendileriyle görüşmeyi reddetmesi üzerine, işadamını otomobilinde kurşun yağmuruna tuttuğu belirtildi.



Ekim 1999'da Malki'yi öldürmek ve bu amaçla kurulan çeteye yardım etmek suçlamasıyla işadamları Hayyam Garipoğlu, Mehmet Emin Cankurtaran ve Yüksel Çağlar'ın da aralarında bulunduğu 14 sanık yargılanmaya başlandı.



İlk duruşmada, tetikçi olmakla suçlanan Mehmet Sümbül, delil yetersizliği yüzünden tahliye edildi. Serbest kaldıktan sonra ortadan kaybolan Sümbül'ün cesedi Hizbullah'a yönelik düzenlenen operasyonlarda ortaya çıkarılan ölüm evinde bulundu. Davada modacı Canan Yaka da tutuksuz yargılandı.



Evcil de yakalandı

Malki cinayetini azmettirdiği gerekçesiyle tüm dünyada İnterpol tarafından aranan Evcil, 28 Kasım 1999'da Bursa'da bir villaya düzenlenen operasyon sonucu yakalandı. Uzun süre Bursa'da sorgulanan Evcil'in, son bir yıldır Bursa'da saklandığı ortaya çıktı.





Evcil, Bursa Emniyeti'nde verdiği ifadede Malki cinayetini azmettirdiğini kabul etti. Nesim Malki cinayeti ve Türkbank'ın resmi ihalesine fesat karıştırmak iddialarıyla açılan soruşturmalar kapsamında, İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı'nca Evcil hakkında her iki olaya ilişkin olarak idam ve toplam 49 yıla kadar hapis cezası talep edildi.



İnterpol'ün kırmızı bültenle aradığı, Malki cinayetinin tetikçisi olduğu öne sürülen Burhanettin Türkeş de Edirne Kapıkule'den Türkiye'ye giriş yaparken yakalandı. Olay yerinde Malki'yi nasıl öldürdüğünü anlatan Türkeş, İstanbul DGM tarafından tutuklandı. Türkeş, polise verdiği ifadesinde, dönemin Bursa Valisi Orhan Taşanlar'ı Erol Evcil'den rüşvet istemekle suçladı.



Evcil, 27 Mart 2000'de Malki cinayetinin azmettiricisi olarak DGM'de hakim karşısına çıktı. Evcil, iddianamenin üç gün önce kendisine ulaştığını söyledi ve savunmasının hazırlanması için süre talep etti.



Ancak mahkemede konuşmayan Evcil'in 28 Mart'ta gazetelerde yer alan poliste verdiği ifadeler herkesi şok etti. Evcil ifadesinde, "DYP - SHP döneminde THY'nin uçak alımını kazanmak için Euro Special firması, dönemin Ulaştırma Bakanı Yaşar Topçu, Devlet Bakanı Cavit Çağlar ve THY Yönetim Kurulu Başkanı Yardelen'e 55 milyon dolar komisyon verdi. Paranın paylaşılmasında Malki'nin İsviçre'deki Swiss Bank - Swiss Lant Bank hesabı kullanıldı. Malki bana banka dekontlarını gösterdi ve 'Bu silah bende oldukça bana kimse bir şey yapamaz' dedi" dedi.

Mustafa Duyar

Mustafa Duyar, (d: 12 Aralık 1970 Yoncakaya Köyü Hatay, ö: 15 Şubat 1999 Afyon), Terör örgütü DHKP/C militanı İsmail Akkol'la birlikte 29 Eylül 1995'de İstanbul Maslak'ta İl Jandarma Alay Komutanlığı nizamiyesi önünde gece nöbeti tutan Serdar Öztürk ve Tarkan Yağcı isimli iki jandarma erini öldürdü.[1] 9 Ocak 1996'da DHKP/C militanları Fehriye Erdal ve İsmail Akkol'la birlikte Sabancı Merkezi'nde Sabancı Holding Yönetim Kurulu üyesi Özdemir Sabancı, Toyotasa genel müdürü Haluk Görgün ve sekreter Nilgün Hasefe'yi öldüren [2] DHKP/C militanı ve itirafçı.

15 Şubat 1999 tarihinde Afyon E Tipi Kapalı Cezaevi'nde çıkan bir isyanda Karagümrük çetesi mensuplarınca kaldığı 5/A koğuşunda tabancayla vurularak öldürüldü.

Duyar öldürüldükten sonra cezaevine girmeden önceki yaşantısına ilişkin el yazısıyla yazdığı 80 sayfalık anıları ve terörü lanetleyen sekiz karikatürü ortaya çıktı. Duyar, kitabının önsözünde anılarını neden kaleme aldığını şu sözlerle anlattı: "Terörü nasıl benimsediğimi ve neden seçtiğimi anlatmak kolay olmasa da bu sorunun cevabının benim özelimde sayıları küçümsenmeyecek oranda olan terör örgütü mensuplarının da bu yolu neden ve nasıl seçtiklerine bir cevap olacağına inanıyorum... Belki hikayelerin sonu farklı bitiyor. Ama konu terör olunca sonlar ne kadar farklı gibi görünse de, dikkatlice bakıldığında bütün farklı sonların finali hep aynı: Bitmeyen ayrılıklar, acılar, kan ve gözyaşı."

Mehmet Eymur

Mehmet Eymür (1943, İstanbul), MİT Kontrterör Dairesi eski başkanıdır. 9 Mart 1971 darbe teşebbüsünden sonra MİT'te Hiram Abas'la birlikte Ziverbey'de 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün'ün emrinde çalıştı. Kızıldere ve Ulaş Bardakçı'nın öldürüldüğü operasyonlara katıldı.

1975'te Ankara MİT Bölge Dairesi Başkanlığı Takip Şube Müdürlüğü de yapan Eymür, 1980'de Bulgaristan'a gittikten sonra 1982'de Kenan Evren'in damadı Erkan Gürvit tarafından Köşk'e çağırıldı. ASALA'ya karşı eylemlerde görevlendirildi.

Türkiye'ye döndükten sonra Mardin MİT Bölge Müdürlüğü'ne getirildi. Daha sonra Ankara'da Kontrespiyonaj Dairesi içinde kurulan Kaçakçılık ve İstihbarat Şube Müdürlüğü'ne tayin edildi. Başkan yardımcılığı görevine getirildikten sonra 1984'te Genelkurmay Başkanlığı'ndan alınan izinle Babalar Operasyonu'nu başlattı.

Abdullah Çatlı'nın istihbarat amaçlı kullanıldığını ancak daha sonra kontrolden çıkıp kendisini bile görevden aldırmak istediğini ileri sürdü. Ergenekon çetesi tarafından öldürüldüğü farzedilen MİT görevlisi Tarık Ümit'in kaçırılmasının ardından Mehmet Ağar'ı aradığını ve serbest bırakılmasını söylediğini açıkladı. Ergenekon çetesine sızan Tuncay Güney'in de MİT Kontrterör Dairesine bilgi aktardığı öne sürülmektedir.

70'li yılların başında girdiği MİT'te Alaattin Çakıcı'nın yakalanmasının ardından Washington'dan merkeze çağırıldı. Emeklilik kararına direnince MİT Yasası'nın 19. Maddesi işletildi ve Mesut Yılmaz'ın onayıyla Şeker Fabrikaları'na müşavir olarak atandı. Daha sonra emekliye ayrılarak Washington'a yerleşen Eymür, en son İnternet'te açtığı sitede yaptığı açıklamalarıyla gündeme geldi.

Eymür, 2000'de bir gazeteye verdiği demeçte, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım konusunun MİT'le değil kendisiyle özdeşleştirilmesinden rahatsız olduğunu belirterek, "Teşkilatın elemanları arasında yüzlerce Yeşil var. Yeşil önce de vardı, yetkililer ne derse desinler, bundan sonra da olacaktır" dedi.

Eymür hakkında, e-mail yoluyla ve açtığı web sitesindeki açıklamaları nedeniyle basına "Devletin gizli sırlarını ifşa etmek" suçundan soruşturma başlatıldı. Sitede yer alan bilgiler üzerine MİT, Eymür hakkında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne suç duyurusunda bulundu. DGM Savcılığı yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi. Cumhuriyet Savcısı Kasım Hacıkamiloğlu tarafından yürütülen soruşturma çerçevesinde, Eymür'ün adres tespiti ve kimlik bilgileri için Başbakanlığa yazı gönderildi.

MİT'in, adından en fazla söz ettiren isimlerin biri. Emekli olduktan sonra Washington'a yerleşen Eymür, yeniden İstanbul'da. Bu kez çok farklı bir görevi var. Gazino, otel ve kumarhaneler zinciri sahibi Sudi Özkan'ın danışmanlığını yapan Eymür, "sentez" isimli yeni bir kitap çıkardı.

Mehmet Ali Ağca

Ülkücü görüşü benimseyen Ağca, 1 Şubat 1979'da Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi'ye düzenlenen suikastın tetikçisi olarak 25 Haziran 1979'da yakalandı. Ağca, çeşitli ifadelerinde Oral Çelik, Mehmet Şener, Yavuz Çaylan'ın isimlerini verdi.



Polis tarafından soruşturma sürdürülürken gereken ek gözaltı süresi verilmedi ve Ağca, Maltepe Askeri Cezaevi'ne kondu.



23 Kasım 1979'da aynı cezaevinden kaçırılan Ağca, 26 Kasım 1979'da Milliyet Gazetesi yakınındaki bir çöp kutusunda bulunan mektupta kendi el yazısıyla Papa'yı vuracağını bildirdi. 28 Nisan 1980'de İpekçi davasından dolayı ölüm cezasına çarptırıldı.



13 Mayıs 1981'de Papa'ya suikast düzenleyen Ağca, olay yerinde yakalandı. Papa soruşturması boyunca 128 kez ifade verdi, 22 Mart 1986'da ömür boyu hapse mahkum edildi.



Halen İtalyan hapishanesinde yatan ve "Ben mesihim" gibi ilginç iddialarda bulunan Ağca, 1999 yılının son günlerinde de evlenmek istediğini belirterek yine dikkatleri üzerine çekti.



13 Mayıs 2000'de Papa, Portekiz'in Fatima kentinde, Meryem Ana'nın yaklaşık bir asırdır saklanan üçüncü sırrını açıkladı. Papa, 83 yıl önce üç çocuğa görünerek üç sır veren Meryem Ana'nın Ağca suikastını o zamandan bildiğini ve kendisini ölümden kurtardığını söyledi. Papa'ya suikast girişiminin anahtarının Fatima kentinin üçüncü sırrında olduğunu iddia eden Mehmet Ali Ağca, bu sırrın açıklanmasını istemişti. Tarihlerin de bunu doğruladığını savunan Ağca, serbest kaldıktan sonra Fatima kentini zirayet etmek istediğini sık sık dile getirmiş, bu kente yerleşmek istediğini söylemişti.



Papa'nın Fatima'nın üçüncü sırrını açıklamasının ardından Ağca, "O gün bin kere de ateş edilseydi Papa yine kurtulurdu" dedi.



Türkiye'ye iade edildi

13 Haziran 2000'de İtalya Cumhurbaşkanı Carlo Azeglio Ciampi, Ağca'nın affını imzaladı. Ağca, THY'ye ait kargo tipi bir uçakla sabaha karşı İstanbul'a getirildi. Sadece gasp suçundan Türkiye'ye iadesi kararlaştırılan Mehmet Ali Ağca'nın Abdi İpekçi cinayetinden tekrar yargılanmasının mümkün olmadığı açıklandı. Kadıköy Adliyesi'nde gasp davasıyla ilgili mahkemeye çıkarılan terörist Ağca'nın ilk sözü, "Ben, Abdi İpekçi'nin katili değilim. Ben sadece bir aktördüm" oldu.



Ağca, daha sonra çıkarıldığı bütün duruşmalarda şov yaptı. Her duruşmadan sonra basın mensuplarına mektup dağıtan Ağca, Vatikan'a tehdit savurdu. Vatikan'dan hesap soracağını ileri süren Ağca, "Katolik olmam için Vatikan bana 50 milyon dolar, özgürlük ve kardinallik önerdi. Vatikan'da kral olmaktansa, Afrika'da maymun olmayı tercih ederim" dedi.



Erken af

Ağca, Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkeme'sinde görülen gasp davasında, iki gasp suçundan toplam 36 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Ağca'nın bu cezası, hapiste kaldığı süre ve iyi hali gözetilerek 7 yıl 2 aya indirildi. Ancak Ağca, Şartla Salıverilme Yasası'ndan yararlanamadı.

12 Ocak 2006 tarihinde serbest bırakıldı.

Adalet Bakanlığı'nın itirazı üzerine, Yargıtay tahliye kararını oybirliğiyle bozdu, Mehmet Ali Ağca 20 Ocak 2006 tarihinde tekrar tutuklanıp Kartal H Tipi Cezaevi’ne konuldu.

18 Ocak 2010 tarihinde cezasını tamamlayıp hapisten çıkmıştır.

İpekçi davasında tanık olmayı reddetti

Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi'nin öldürülmesine ilişkin olarak Yalçın Özbey ve Yusuf Çelikkaya hakkında "Taammüden adam öldürmek suçuna katılmak"tan 20 yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası istemiyle yeni bir dava açıldı. Ancak İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davanın ilk duruşmasına getirilen Ağca, yeni davada tanıklık yapmayacağını söyleyerek yemin etmedi. İfadesini "yeminsiz" veren Ağca, "Yalçın Özbey, bazı yerlerde İpekçi suikastına karıştığını anlatıp övünüyordu. Bu trajedide övünecek ne varsa? Ben bu karanlık suikastın en büyük mağduruyum" dedi.

Yıllardır üzerinden çıkarmadığı mavi kazağının özgürlüğü temsil ettiğini iddia etmektedir. Kendi başına mı hareket ettiği, yoksa Türkiye dışı güçler tarafından mı kullanıldığı bilinmemektedir.

Mahmut Yıldırım (Yeşil)

Ahmet Demir adıyla bilinen Kontrgerilla elemanı Yeşil'in gerçek adı. Bingöl, Solhan ilçesi Dicnik Köyü'nde 1951 yılında doğdu. MHP kökenli, 1973'te Bingöl Genç İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından kullanıldı ve ilişki aynı yıl MİT Tatvan Bölge Müdürlüğü'ne devredildi.



Kasım 1975'te askerden geldikten sonra Milli Görüş hareketi içinde MİT adına çalıştı. Yıldırım, Elazığ'da 1977'de Etibank Ferro Krom tesislerinde puantör olarak göreve başladı. İşlemleri 20938 sicil numarası üzerinden yapılıyordu.



Tam dört yıl sonra farklı bir göreve soyunup, farklı bir isimle anılmaya başladı. Yeni adını gözlerinin rengi olan "Yeşil"den aldı.



Susurluk kazasından sonra ortaya dökülen ilişkiler, pek çok cinayetin tetikçisi olduğunu ortaya koydu. Herkes Yeşil'den söz etti ancak bulunamadı. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, aldığı bilgileri aktarırken Yeşil'in öldürüldüğünü söyledi.



Ancak kısa bir süre sonra Yeşil, İHD Başkanı Akın Birdal'ı vuranların arkasındaki isim olarak ortaya çıktı. Daha sonraki bilgiler Yeşil'in hala hayatta olduğunu ortaya koydu. Susurluk Raporu'nda da Yeşil'e 12 sayfalık özel bir yer ayrıldı.



Ahmet Demir, Mehmet Kırmızı sahte kimliklerini kullanan, Güneydoğu'da "Sakallı" adıyla bilinen Solhanlı Mahmut Yıldırım'ın geçmişi bir ölçüde deşifre edilebildi. Bir dönem MİT'te, bir dönem JİTEM'de görev aldığı anlaşıldı.



JİTEM subayı Ahmet Cem Ersever'in öldürülmesinden, Güneydoğu'daki pek çok faili meçhul cinayete kadar sayısız olayda tetikçilik yaptığı belirlendi. Hatta Abdullah Öcalan'ın Suriye'de öldürülmesi için görevlendirilen ekipte de yer aldığı öne sürüldü.



Afyon Cezaevi'nde öldürün Sabancı suikastı sanıklarından DHKP - C'li Mustafa Duyar'ı Türkiye'nin Şam Büyükelçiliği'nden alıp getiren ekipte onun da adı sayıldı. Ancak istihbarat birimlerinin kamuoyuyla pek de paylaşmadığı kanıya göre, aslında Yeşil tek bir kişinin değil, birden fazla görevlinin kullandığı ortak kod adı.



Yeşil kodunu kullananlardan biri üst düzey görevlerde bulunuyor. Bir dönem Güneydoğu'da PKK'ya karşı yürütülen mücadelede özel operasyonlar, karşı gerilla eylemleri ve taktikleri onun yönetiminde yürütüldü.



Mahmut Yıldırım ise Yeşil kod adıyla dolaşan bir tetikçi. Ankara'da bir pavyonda eğlenirken olay çıkarttığı için gözaltına alınan, götürüldüğü Emniyet Müdürlüğü binasında Orhan Taşanlar ve ekibi tarafından kaburgaları kırılana kadar dövülen Yeşil'i polisin elinden alan ve MİT'te tedavi ettiren kişinin Mehmet Eymür olduğu öne sürüldü.



Üzerinde taşıdığı 0542 214 50 21 numaralı telefonla aradığı yerler arasında resmi kurumların yanı sıra, Abdullah Çatlı, Sami Hoştan, Sedat Peker gibi isimler de bulunuyor. Mesut Yılmaz'a Budapeşte'te yumruk atanlar da Yeşil'in telefonundan arananlar arasında yer alıyor.



Yeşil adının korkuyla anılması Susurluk çetesi tarafından tahsilat amacıyla kullanıldı. Susurluk çetesinin tehditle para topladığı kişileri arayan hep Yeşil idi. Ömer Lütfü Topal'ın öldürülmeden önce para yatırdığı Ziraat Bankası Ankara Heykel Şubesi'ndeki hesabın sahibinin de Ahmet Demir kimliğini kullanan Yeşil olduğu ortaya çıktı.



Mahmut Yıldırım, sıradan bir memur başladığı yaşamını bugün herkesin bildiği ancak kimsenin tanımadığı kanlı bir tetikçi olarak sürdürüyor. Kaçak olarak nerede yaşadığını kesin olarak saptayabilen yok.

Korkut Eken

1945 doğumlu emekli yarbay olan Eken, Kara Harp Okulu mezunu. 80'li yıllarda Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesindeki Özel Harekat Timleri'nin yetiştirilmesi görevini üstlendi.



MİT'te Kaçakçılık Dairesi başkan yardımcılığı görevinde bulundu. Mehmet Eymür tarafından yazıldığı bilinen 1. MİT Raporu'yla tasfiye edilen Hiram Abas - Mehmet Eymür ekibinden olduğu biliniyor.



Gazi Mahallesi olayları sırasında oluşturulan güvenlik masasında Özel Harekat Danışmanı olarak görev aldı. Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadede, Abdullah Çatlı'yla bir yemekte tanıştığını, Çatlı'nın 1980 öncesinde devlet tarafından kullanılmış olabileceğini söyledi.



İstanbul DGM'de süren çete davasında yargılandı. Ayrıca Hospro şirketi tarafından emniyete verilen ve bir kısmı kayıp olan silahlarla ilgili olarak Eken, Mehmet Ağar, İbrahim Şahin'in de aralarında bulunduğu birçok kişi hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Ağar, soruşturma sırasında verdiği yazılı ifadede silahları Eken'e senet karşılığı verdiğini açıkladı.



Susurluk davasında en yüksek cezayı aldı

Susurluk'taki trafik kazasının ardından ortaya çıkan karanlık ilişkilerle ilgili 14 sanığın yargılandığı dava dördüncü yılın sonunda karara bağlandı. Karara göre, MİT eski görevlisi Eken'le birlikte Özel Harekat Dairesi eski Başkan Vekili İbrahim Şahin, "Cürüm işlemek için çete oluşturmak ve bu çeteyi yönetmek" suçundan 6'şar yıl ağır hapis cezasına mahkum oldu. Diğer 12 sanık da yine "Cürüm işlemek için çete oluşturmak"tan 4'er yıl hapis cezasına çarptırıldı. Sanıkların tümüne yurtdışına çıkma yasağı konuldu.



"İmralı'da yatmak istiyorum"

Eken duruşma çıkışında yaptığı açıklamada, cezayı hak etmediğini belirterek, "Devletin, kendisi için fedakarlık etmiş insanları ortada sahipsiz bırakması gerekmiyordu. Cezaevlerinin durumu ortada. Ben de bir çete lideriysem, iyi şartların sunulduğu İmralı Adası'nda yatmak için talepte bulunacağım" dedi. Eken, "Orada çetebaşı kalıyor. Ben de çetebaşı olarak ceza aldığımdan, orada kalabilirim. Hem orada kalan kişi perhiz yemekleri yiyor. Benim de sağlık durumum iyi değil, ben de perhiz yemeği yerim. Zaten oradaki kişiyle daha önce karşılaşamamıştık. Orada görüşürüz" dedi.

İbrahim Şahin

(d. 1956, Tokat), emekli Emniyet Müdürü, Susurluk davası mahkûmu, Ergenekon davası sanığı.

Susurluk skandalıyla Ömer Lütfi Topal'ın öldürülmesi olayına adı karıştı. Susurluk'taki trafik kazasında ölen firari hükümlü Abdullah Çatlı ile yakın arkadaş olduğu ortaya çıktı. Hakkındaki adli soruşturma nedeniyle açığa alındı. Ömer Lütfi Topal'ın cinayetine karıştıkları öne sürülen özel tim polislerini koruduğu ve Tarık Ümit'in kaçırılmasına karıştığı gerekçesiyle soruşturuldu.

Kendisinin de dahil olduğu 14 sanık hakkında çıkan 27 Ocak 1997 tarihli tutuklama kararından sonra firar etti. 6 Mart 1997'de Cürüm işlemek amacıyla silahlı teşekkül oluşturmak ile Hakkında yakalama ve tevkif müzekkeresi bulunan kişiyi yetkili mercilere haber vermemek suçundan 5 ile 9'ar yıl arasında ağır hapis cezası istemiyle dava açıldı. 11 Mart 1997'de teslim oldu ve yargılandı. 12 Eylül 1997' de tahliye edildi.

DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, Şahin'in göreve iadesini isterken, onu "şehit olmaktan dönmüş değerli bir polis şefi" olarak nitelendirdi ve Şahin'den özür dilenmesi gerektiğini ifade etti.

Mart 1999'da Emniyet Genel Müdürlüğü'ne hibe edilen ve kaybolduğu öne sürülen silahlarla ilgili olarak İbrahim Şahin'in de aralarında bulunduğu özel harekatçılara "görevi ihmal" suçundan birer yıla kadar ağır hapis cezası istemiyle dava açıldı.

28 Mart 2000'de trafik kazası geçirerek ağır yaralandı. Sağlık durumunda düzelmenin sürdüğünü açıklayan doktorları, beyinde su toplandığını ve tedaviyi uzatmak zorunda kaldıklarını söylediler. 14 Nisan 2000'de hastanede bilincini kaybetmiş halde yattığı sırada 'görevi ihmal'den bir yıl hapis cezasına çarptırıldı.

13 Mayıs 2000'de Mehmet Ağar, hakkında çete kurduğu iddiasıyla oluşturulan TBMM Soruşturma Komisyonu üyelerine ifade verdi. Komisyon başkanı Mehmet Pak "Şahin'in ifadesini bu şartlar altında alamadık. Doktorlar 6 ay ile 2 yıl arasında hastanın tekrar hatırlamaya başlayacağını söylediler" dedi.

Susurluk davası dördüncü yılın sonunda karara bağlandı. Özel Harekat Dairesi eski Başkan Vekili Şahin, MİT eski görevlisi Korkut Eken'le birlikte 'Cürüm işlemek için çete oluşturmak ve bu çeteyi yönetmek' suçundan 6'şar yıl ağır hapis cezasına mahkum oldu. Şahin'in kısa süreli fenalık geçirdiği duruşmada, diğer 12 sanık da yine 'Cürüm işlemek için çete oluşturmak' tan 4'er yıl hapis cezasına çarptırıldı. Sanıkların tümüne yurtdışına çıkma yasağı konuldu.

İbrahim Şahin 2001 yılında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından affedildi.[1]

İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan Abdullah Çatlı'nın, Özel Tim'de görevli polis memurunun oğlunun sünnet düğününde dönemin Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin ve polis memuru Ayhan Çarkın'la oynarken çekilmiş fotoğrafları da basında yer aldı.

İbrahim Şahin susurluk davasından mahkumiyet almıştır. Cezaevinde iken kalıcı olarak hafızasını kaybettiği gerekçesiyle kendi el yazısıyla cumhurbaşkanına affedilmesi için dilekçe vermiştir. Bunun için adli Tıp Kurumuna gitmiştir. Kurum ise Şahin'i ceza ehliyetinden kurtaran bir rapor düzenlemiştir. Raporu düzenleyen adli tıp uzmanı Prof. Dr. Erbil Gözükırmızıdır. Ülkücü birini İşçi Partili bir adli tıp uzmanın kurtarması kamuoyunca algılanamamıştır. [2] İbrahim Şahin'i cezaevine girmekten kurtaran Adli Tıp Raporu'nun altında diğer ilginç bir ismin imzası daha vardır. O kişide Nur Birgen'dir. Raporun altında imzası bulunan Nur Birgin'i Adli Tıp Kurumu'na atayan kişi ise dönemin Adalet Bakanı olan ve geçtiğimiz aylarda Yargıtay tarafından Susurluk davasıyla ilgili yargılanmasına karar verilen Mehmet Ağar'dı. İşkence gören sanıklara 'sağlam' raporu vererek işkenceyi gizlediği iddiasıyla 3 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan, Tabipler Birliği tarafından 6 ay meslekten men cezası verilen Birgen, buna rağmen hiçbir ceza almadığı gibi terfi ettirilmişti.


ERGENEKON
8 Ocak 2009 tarihinde Ergenekon soruşturması kapsamında evlerinde arama yapıldıktan sonra tutuklandı. İstanbul'daki evinde bulunduğu iddia edilen krokiler kullanılarak yapılan kazılarda Ankara Gölbaşı'nda yerin altında bol miktarda bomba ve cephanelik ortaya çıkartıldı:[4]

* 2 adet lav silahı
* 10 adet el bombası fünye grubu
* 820 gram plastik patlayıcı,
* 210 cm saniyeli fitil,
* 8 metre infilaklı fitil,
* 1 adet dolu el bombası gövdesi,
* 4 adet hakem bombası,
* 1 adet antipersonel tüfek bombası,
* 21 adet sis bombası ve kutusu
* 2 adet gösteri el bombası

Evinde yapılan aramalarda Ermeni Patriği II. Mesrob, Sivas Ermenilerinin ruhani lideri konumundaki Minas Durmazgüler, Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız, Genel Sekreteri Kazım Genç'e yönelik suikast planları ve Ankara'daki Optimum Alışveriş Merkezi'ne bombalı saldırı planı bulunmuştur.

Hüseyin Velioğlu

Hizbullah örgütü lideri. 1952 Batman Gercüş doğumlu. Durmaz olan soyadını 1978 yılında Velioğlu olarak değiştirdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde PKK lideri Abdullah Öcalan'la birlikte aynı dönemde öğrenci oldu.



Üniversitede okuduğu dönemlerde Milli Türk Talebe Birliği içinde faaliyet gösterirken, Akıncı grubuyla ilişkiye geçti. 1980 sonrası Diyarbakır'a gtti. 1987'de İlim Kitabevi çevresinde örgütlenmeye başladı.



1991'de eyleme başlayan, örgüt içinde ılımlı olarak bilinen "Menzil" grubunu tasfiye etti. Şiddet yanlısı bilenen "İlim" kanadı olarak eylemlerini yoğunlaştırdı.



12 Temmuz 1998 tarihli Aydınlık Gazetesi'nde öldürüldüğü haberi çıktı. Ancak Velioğlu'nun o tarihlerde Kuzey Irak'ta Kürdistan İslami Hareket Lideri Şeyh Osman'dan siyasi ve askeri eğitim aldığı tespit edildi.



Silahlı eylemler yapmasına karşın bugüne kadar güvenlik güçleriyle karşı karşıya gelmemeye özen gösteren şeriatçı terör örgütü Hizbullah'ın elebaşı, 17 Ocak 2000'de Beykoz'da bir villaya yapılan ve televizyonların canlı yayınladığı 4.5 saatlik operasyon sonucunda ölü ele geçirildi.



Esrarengiz bir şekilde kaybolan işadamlarını bulmak amacıyla çalışma yapan İstanbul polisi, bu süreçten sonra Hizbullah'ın birçok kişiyi kaçırarak vahşi bir şekilde öldürdüğünü ortaya çıkardı.



Uzun süre Adli Tıp Morgu'nda bekletilen Velioğlu'nun cesedine hiç kimse sahip çıkmadı. Ölümünden 20 gün sonra gömülen Velioğlu'nun cenaze töreninde, kara çarşaflı kadınların da aralarında bulunduğu grupla polis arasında gerginlik yaşandı.



Ölümünden sonra Velioğlu'nun, yaklaşık 20 yıl önce Batman'da Petrol - İş Şube Başkanlığı'na aday olduğu ortaya çıktı. Sendikacılar, Petrol - İş'te mücadele ettikleri Velioğlu'nun kapanan Milli Selamet Partisi çevrelerinin adayı olduğunu ve o sırada Batman'da sıkıyönetimin başında bulunan Temel Cingöz tarafından da desteklendiğini ileri sürdü.



Hizbullah'a yönelik gerçekleştirilen operasyonlar sonucunda Velioğlu'yla halen aranan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım arasında bağlantıyı sağlayan kişi olduğu bildirilen Abit Taşan da gözaltına alındı.

Hüseyin Kocadağ

İstanbul Emniyet eski Müdür Yardımcısı olan Kocadağ, özel timin kurucuları arasında yer aldı.



Gölbaşı'nda bir kişinin vurulması olayına karıştığı ve İranlı bir kadınla ilişkisi olduğu, yeraltı dünyasının önde gelen isimleriyle ilişki kurduğu iddiasıyla 19 Şubat 1985 - 19 Ağustos 1985 tarihleri arasında polislikten uzaklaştırıldı.



Sonra mahkeme kararıyla geri döndü. Behçet Cantürk'le ilişkili olduğu öne sürüldü. Alaattin Çakıcı, eski karısı Uğur Kılıç'ı emniyet müdür yardımcılarından Mehmet Çağlar'la ilişkisi olduğu için suçlarken Kocadağ'ın da adını verdi.



Açılan soruşturmada, Mehmet Çağlar'la bu ilişkiyi bildiği ileri sürülen meslektaşı Hüseyin Kocadağ'ın temiz çıktığı Şubat 1995'te İçişleri Bakanı Nahit Menteşe tarafından açıklandı.



Kocadağ, 11 kez disiplin soruşturmasına uğradı. Bunlardan birinde kumar oynanmasına izin vermek ve adli bir olayın boyutunu değiştirmek yoluyla çıkar elde etmekten dolayı Ocak 1986'da meslekten kesin olarak ihraç edildi.



Mart 1987'de Danıştay kararı ile geri döndü. Devlet aracını özel işlerinde kullandığı için altı ay süreli kısa durdurma, resmi sıfatına saygınlığını sarsacak davranışta bulunmaktan 10 gün maaş kesimi cezası aldı, İstanbul Emniyet müdür yardımcısı olduğu dönemde işkence yapmaktan soruşturma geçirdi.



Kocadağ, 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen kazada, Abdullah Çatlı, sevgilisi Gonca Us ve Sedat Bucak'ın içinde bulunduğu arabayı kullanıyordu.



Kazada ölen Kocadağ'ın Susurluk kazasında İzmir ya da İstanbul'a emniyet müdürü olmak için Çatlı'nın aracılığıyla Mehmet Ağar'la ilişki kurmak için yer aldığı ileri sürüldü. Ayrıca Ankara Sheraton Oteli'nin kumarhanesine yüzde 10 oranında ortak olduğu da iddialar arasında yer aldı.



Susurluk'taki kazadan sonra Kocadağ'ın Çatlı'nın üzerindeki silah ruhsatına kefil olduğu ortaya çıktı. Kocadağ'ın ailesi polis lojmanından çıkartılmakla yüz yüze kalırken, manken Hülya Arık ise Kocadağ'la emniyet için yapılan bir fotoğraf çalışmasında tanıştığını, uzun süre birlikte olduğunu ve ölen polis şefinin çocuğunun babası olduğunu iddia etti. Arık, Kocadağ'ın babalığını ispatlamak için DNA testi yaptıracağını açıkladı.

Hiram Abas

Mustafa Hiram Abas (1932, İstanbul - 26 Eylül 1990, İstanbul), Türk tarihinin en başarılı istihbaratçılarından biridir. Dönemin en iyi silah kullanan istihbaratçılarından biri olarak kabul edilir.

1932'de İstanbul'da doğdu. Müfettişlik görevinden sonra yedek subay olan ve MİT'te çalışmaya başlayan Hiram Abas 12 Mart döneminde MİT'te etkin görevlerde bulunan Abas, 1978'de Namık Kemal Ersun'un tasfiyesiyle ilişkili olarak kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.

1983'te ikinci kez MİT'e dönen Abas, 1988'de yayımlanan MİT raporu olayında sorumlu görülerek, raporu kaleme alan Mehmet Eymür'le pasif göreve alınmak istenince, ikinci kez teşkilattan kendi isteğiyle ayrıldı. Korkut Eken ile abi kardeş, eski MİT müsteşarı ve korgeneral Mehmet Fuat Doğu ile baba oğul ilişkisi içinde olduğu çeşitli kitaplarda belrtilmiştir.

Amerikan silah firmalarının Türkiye temsilciliğini yapan bir şirkette çalışırken 26 Eylül 1990 sabahı işine gitmek için yola çıktığında uğradığı suikastta yaşamını yitirdi. Evinin yakınlarında, belediye işçisi gibi giyinmiş kişilerin açtığı çapraz ateşin ortasında kalan Abas, olay yerinde öldü. Cinayeti DEV-SOL üstlensede, Hiram Abas'ın faili meçhul davası tozlu raflarda çürüyüp gitmiştir.

Kurtlar Vadisi'ndeki eski karakterlerden Aslan Akbey'in (Aslan Amca-Dizideki gerçek adı: Abbas Ustaoğlu) Hiram Abas'ı temsil ettiği ileri sürülmektedir.

Hanefi Avcı

Hanefi Avcı (d. 1956, Karabıyıklı, Pazarcık, Kahramanmaraş), şu anda Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü yapmakta olan Türk bürokrat.

1956 yılında Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesinin Karabıyıklı köyünde dünyaya gelen Hanefi Avcı, öğrenim yaşamına doğduğu köydeki Karabıyıklı İlkokulu'nda başladı. Ortaokulu Gaziantep'teki Karşıyaka Ortaokulu'nda, liseyi ise Ankara'daki Polis Koleji'nde bitirdi. Ardından Polis Enstitüsü'nde okudu ve lisans öğrenimi için girdiği Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1980 yılında mezun oldu.

Hanefi Avcı daha sonra İçişleri Bakanlığı'na girdi ve bu dönemde sırasıyla Mersin, Diyarbakır, İstanbul illerinde şube müdürlüklerinde görev yaptı. 2003 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı'na getirilen Avcı; 2005 yılında geçici olarak, 2006 yılında ise asaleten Edirne İl Emniyet Müdürü oldu. Hanefi Avcı Edirne İl Emniyet Müdürlüğü yaptığı sırada, 18 Haziran 2009 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan ortak kararname ile Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü'ne atandı.

Hâlen birinci sınıf emniyet müdürü olarak Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü görevini sürdürmekte olan Hanefi Avcı, 2006 yılında TASAM'ın Stratejik Vizyon Sahibi Bürokrat Ödülü'nü kazanmıştır.

Haluk Kırcı

Bahçelievler katliamı sanığı olan Kırcı, ülkücü çevrede "İdi Amin" ve "Esmeray" lakaplarıyla tanınıyor. Bahçelievler katliamından iki yıl sonra yakalanan Kırcı, 17 Kasım 1980 tarihli 14 sayfalık ifadesinde Abdullah Çatlı ile birlikte yaptıkları katliamı en ince ayrıntılarına kadar anlattı.



12 Nisan 1988'de idama mahkum oldu. Bir yıl sonra şartlı tahliye yasasından yararlanarak 'yanlışlıkla' tahliye edildi ve tekrar aranmaya başladı. 1 Ağustos 1992'de evlenirken nikah şahidi dönemin Erzurum Valisi Mehmet Ağar'dı.



İkinci MİT Raporu'nda, Özel Örgütün Ülkücü Mafya içindeki bölümünde yer aldığı ve Çatlı'nın ölümünden sonra örgütün silahlı kanadının lideri olduğu öne sürüldü.



Abdullah Çatlı'nın ekibinde, Abdurrahman Buğday, Sami Hoştan, Sedat Peker ve Mehmet Gözen'le birlikte yer aldığı da iddialar arasındaydı. 25 Ocak 1996'da Küçükçekmece'de yakalandıktan sonra 1 Şubat'ta Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı'na teslim edildi.



Başsavcılığın, Ankara Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nin ilamı gelene kadar nezarette tutulmasını istediği Kırcı, aynı gün firar etti. Sedat Demir ve Mehmet Ağar'ın baskılarıyla serbest bırakıldığı için Komiser Servet Atan ve polis memuru Celal Yanar'la Nihat Demiray hakkında soruşturma açıldı.



Yanar, ifadesinde dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar'ın "Nezarete atmayın, polislerle otursun" talimatı verdiğini söyledi. Sedat Demir, bu davada delil yetersizliğinden beraat etti.



Diğer polislerin de beraat kararı Yargıtay tarafından bozulmasına rağmen, CMUK'un "Aleyhte temyiz olmaz" hükmü gereğince tekrar yargılanmaları mümkün olmadı.



Adanalı'yla yakalandı

Uzun süre ortadan kaybolan Kırcı, 11 Ocak 1999'da Pendik Kurtköy'deki arkadaşının evinde yakalandı. Operasyonda Kırcı'nın üzerinde Sedat Fidan adına düzenlenmiş sahte kimlik çıktı. Kırcı'yla birlikte eşi Vesile Erzincanlı, Bahçelievler katliamı sanıklarından, tekstilci arkadaşı Bünyamin Adanalı ve eşi Sibel gözaltına alındı.



Bahçelievler katliamı ve Ömer Lütfi Topal davasından gıyabi tutuklu olarak aranan Kırcı'nın yakalanmadan bir hafta önce Romanya'dan Türkiye'ye girdiği öğrenildi.



Tutuklandıktan sonra ölüm orucuna başladığını söyleyen Kırcı, emniyetteki sorgulamasında 1996'da gıyabi tutuklama kararıyla aranırken gözaltına alınması sırasında serbest bırakılması için devreye giren kişinin Mehmet Ağar değil, Korkut Eken olduğunu öne sürdü.



Susurluk'taki kaza yerinde kendisinin de olduğunu söyleyen Kırcı, ifadesinde "Mercedes'in arkasındaki arabada ben de vardım. Yaralıları ben çıkardım. Arkadaşlara haber verdim" dedi.



Kırcı'nın yakalanmasının ardından 3713 sayılı yasadan 'yanlışlıkla' yararlandırılarak şartlı tahliye edilmesini sağlayan dosya da yeniden açıldı. Öte yandan gözaltında bulunduğu süre zarfında hastaneye sağlık kontrolüne götürülen Kırcı, emniyet çıkışında yaptığı açıklamalarla da dikkat çekti.



"Beni 68'li ağabeylerim sorgulasın"

Kırcı'nın basın mensuplarına "Beni 68'li ağabeylerim sorgulasın" sözleri, 68'liler arasında değişik yorumlara neden oldu. Bu arada Kırcı'nın 1991'de Çatlı'nın kardeşi ile Promesse Tıbbi Malzeme şirketi kurduğu ve Sağlık Bakanlığı ihalelerine girdiği saptandı.



Kırcı, yakalandıktan üç gün sonra tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi'ne kondu. Dönemin Emniyet Müdürü Necati Bilican, Kırcı'nın sorgusundan bir sonuç alınamadığını, bundan sonraki aşamada savcılığın devreye gireceğini bildirdi. Kırcı, daha sonra Eskişehir E Tipi Cezaevi'ne nakledildi.



Kırcı hakkında Susurluk olayına ilişkin açılan dava, DYP Milletvekili Sedat Bucak, Özel Harekat Dairesi eski Başkan Vekili İbrahim Şahin'in de aralarında bulunduğu 14 sanıklı Susurluk ana davasıyla birleştirildi.



Duruşmada Çatlı'ya övgü

Kırcı, çıktığı ilk duruşmada 1980 öncesinde olaylara katıldığını ve cinayet işlediğini kabul etti. 29 Haziran 1999'da Susurluk davasından tahliye edilen Kırcı, mahkemeye gönderdiği dilekçede, "Basının ve batının baskısı sonucu DGM'lerin sivilleştirilmesini protesto ediyorum" dedi.



Kırcı, talimatla ifade verdiği Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nde de Çatlı'yı överek "Hizmeti büyüktür" dedi.



Yedi kez idam cezasına çarptırıldığı Bahçelievler katliamı davasının gerekçeli kararında mahkeme, ülkücüler tarafından gerçekleştirilen katliamın Çatlı tarafından planlandığını ve yaptırıldığını belirtirken, TİP'li yedi öğrencinin evine öldürme amacıyla girenler arasında bulunan Kırcı'nın tetiği çeken kişi olduğunu kaydetti.



İstanbul 6 No'lu DGM'de görülen Susurluk davasının Şubat 2000'deki duruşmasında ise adeta komedi yaşandı.



Karar aşamasına gelen davada, hazırladığı 115 sayfalık savunmasının bazı bölümlerini iki saat boyunca okuyan Kırcı, ayrıca cezaevinde yazdığını söylediği ve dünya görüşünü açıkladığını ifade ettiği "Donmuş Zaman Manzaraları" isimli kitabını da mahkeme heyetine verdi.



İfadesinde Eken'i "vatansever", Çatlı'yı da "devlet adına hareket eden biri"olarak tanımlayan Kırcı, Çatlı'nın önce MİT, sonra emniyet tarafından kullanıldığını, 1991'den itibaren MİT'in Çatlı'yı tekrar kullanmak istediğini savundu. Duruşma sırasında mahkeme heyetiyle Kırcı arasında ilginç diyaloglar da yaşandı.



Susurluk davasında 4 yıl hapis cezası aldı

Susurluk'taki trafik kazasının ardından ortaya çıkan karanlık ilişkilerle ilgili 14 sanığın yargılandığı dava dördüncü yılın sonunda karara bağlandı. Karara göre, Özel Harekat Dairesi eski Başkan Vekili İbrahim Şahin ve MİT eski görevlisi Korkut Eken, "Cürüm işlemek için çete oluşturmak ve bu çeteyi yönetmek" suçundan 6'şar yıl, aralarında Kırcı'nın da bulunduğu 12 sanık da yine "Cürüm işlemek için çete oluşturmaktan 4'er yıl hapis cezasına çarptırıldı. Sanıkların tümüne yurtdışına çıkma yasağı konuldu. Ceza onaylandığı taktirde İnfaz Yasası'na göre daha önce 155 gün cezaevinde tutuklu kalan Kırcı, 431 gün hapis yatacak.

Fethullah Gülen

Finans şirketlerinden yüzlerce özel okula kadar birçok kuruluşa sahip bir topluluğun ruhani lideri olan Fethullah Gülen, 10 Kasım 1938'de Bitlis-Ahlat'ta doğdu. Babası İmam Ramiz Efendi'ydi. İlk Kuran derslerini annesi Refia Hanım'dan aldı. İlköğreniminin üçüncü yılında öğretmeni kulağını çekince, bir daha okula gitmedi. İlkokulu dışarıdan bitirdi. Ailesinin Erzurum'a yerleşmesiyle birlikte Kurşunlu Cami Medresesi'nde Sadi Efendi'den ve yine ünlü din alimlerinden Osman Bektaş'tan ders almaya başladı.



Gençlik yılları din eğitimiyle geçti. 17 - 18 yaşlarına geldiğinde artık bir Nur talebesiydi. Said - i Nursi'nin takipçilerine açık siyasetten uzak durmaları tavsiyesi nedeniyle siyasetle pek ilgilenmiyordu. Ancak 60'lı yıllarda, hayatının önemli bir dönemini geçirdiği Erzurum'da "Komünizmle Mücadele Derneği"nin kurucuları arasında yer aldı. Askerlik öncesi ve sonrasında Edirne'de dört yıl imamlık yaptı. 1966'da İzmir Kestanepazarı Camii'ne atandı.



12 Mart döneminde tutuklanıp, Askeri Mahkeme'de yargılandı. Altı ay 15 gün hapis yattı. 70'li yıllarda İzmir-Bornova'da verdiği vaazlarla ünlü bir vaiz haline geldi. Gözyaşları içinde verdiği vaazlar, Gülen'in adını duyurmasında etkili oldu. 12 Eylül'den sonra hakkında çıkan tutuklama emri nedeniyle altı yıl arandı. 1986 yılında takipsizlik kararı verildi. 1992 yılına kadar vaazlarını İstanbul ve İzmir'de sürdürdü.



MİT Raporu'ndaki Gülen

Fethullah Gülen'in 1968 - 1995 yılları arasındaki faaliyetlerinin anlatıldığı MİT raporunda ise şunlar yazıyor: "1987 yılında İstanbul'daki evinde imamlarına eğitim vermeye başlamıştır. Ağustos 1987'de ders verdiği öğrencilerine yaptığı konuşmada, 'Alparslan Türkeş ile görüştüğünü, Türkeş'ten cemaatini şeriat doğrultusunda yetiştirmesini istediğini, onun da bunu kabul ettiğini' ifade etmiştir. 6 Eylül 1987'de yapılan seçim yasaklarıyla ilgili referandumda Turgut Özal'ı desteklemek maksadıyla Nurcuların 'hayır' oyu kullanmalarını sağlamıştır. Şubat 1990'da Korkut Özal'ın dünürünün İstanbul'daki evinde 'ANAP'ın geleceğiyle ilgili' toplantıya katılmıştır.



Mart 1990'da Türkiye'deki İslami faaliyetleri tek bir merkezden koordine etmek amacıyla oluşturulan İslam Şurası içinde yer almıştır. 1991 genel seçimleri arifesinde münfesih MÇP'ye (Milliyetçi Çalışma Partisi) 3.5 milyar lira yardımda bulunmuş ve seçimlerde MÇP ile ittifak yapan RP'yi desteklemiştir. 1992'de MÇP'den ayrılarak yeni bir parti kurma çalışmalarına başlayan Muhsin Yazıcıoğlu'na maddi ve manevi destek vermektedir."



Raporda Fethullah Gülen'in uluslararası ilişkileri de şöyle sıralanıyor: "Nisan 1992'de Azerbaycan'a giderek televizyon kurma çalışmalarını başlatmıştır. Aynı tarihte ABD'deki Risale - i Nur Enstitüsü'nün çalışmalarının yönlendirmek maksadıyla gizli olarak anılan ülkeye gitmiş, ardından Avustralya'ya geçerek Türk öğrencilerin akademik eğitim gördüğü okul ve kaldıkları yurtları ziyaret etmiştir. Ayrıca kuracağı üniversitelerde ders verdirmek üzere söz konusu ülkelerdeki çeşitli profesörlerle görüşmüştür. 19 Ocak 1994'te kurulan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın kurucuları arasında yer almaktadır. 1995 yılında ABD, Almanya, İngiltere ve Rusya'nın Türkiye'deki büyükelçileri tarafından ayrı ayrı ziyaret edilmiştir. Aynı yıl basında çıkan devlet yanlısı beyanları nedeniyle İBDA - C örgütünün lideri Salih Mirzabeyoğlu tarafından ölümle tehdit edilmiştir."



"Yolumu Atatürk'ten aldığım ışıkla buldum"

Örgüt dışı konuşmalarında "kendi yolunu Atatürk'ten aldığı ışıkla bulduğunu" söyleyen Fethullah Gülen'in kamuoyunu şaşkına çeviren gizli konuşma bantları, devlet içine sızan taraftarlarınca ustalıkla gizlenen birtakım dosyaları tek tek gün ışığına çıkardı.



İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı'nın iddianamesi; İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nin 20 Eylül 1972 tarih ve Askeri Yargıtay 3. Dairesi'nin onama kararı, Gülen'in "TCK'nun 163. 1, 2, 3, 36. ve 173. son maddeleriyle yargılanıp hüküm giyen eski bir sabıkalı olduğunu açığa çıkardı. Gülen, Hava Hakim Binbaşı Nurettin Soyer tarafından hazırlanan iddianamede bir numaralı sanık olarak yer aldı. 54 sanık "Laikliğe aykırı olarak devletin içtimai, iktisadi, siyasi, hukuki temel nizamlarını kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare etmek, böyle cemiyetlere girmek veya girmek için başkasına yol göstermekle" suçlandı. İddianamede, Rüştü Şardağ ve Mehmet Oruç'un bilirkişi raporlarıyla bu rapor konusunda Prof. Faruk Erem'in hukuki mütalaasına da yer verildi.



"İnkılabın öncüsü Nurcular olacak"

1971 tarihli iddianamede Gülen'in "İzmir'deki gizli cemiyet faaliyetlerini yönetici olarak düzenlediğinin kesin olarak saptandığı" belirtildi. "Bu sanığın İzmir'deki Nurcuların lideri durumunda bulunduğu, gizli Nur toplantılarının organize ettiği, Nur talebelerinin yetişmesini ve eğitimini temin maksadıyla kurulan kamplarda müdürlük yaptığı, dernek himayesinde bulunan öğrencilere yurt müdürlüğü yaparak bu öğrencilerle ilişikler kurduğu tespit edilmiştir. Tanık Ömer Tamer, 2 Mart 1970 günü saat 20.30'da evinde yapılan toplantıda sanığın Hizmet Rehberi risalesini okuduğu ve konuşmalarında hükümet çalışmalarından bahsederek 'Hükümet erkanı Allah için çalışmıyor. Allah için görmüyor, Allah için duymuyor; bu şekildeki çalışmalar hükümsüzdür. Bugünün hükümet buhranı hep imansız insanların yaptıkları işlerdendir. Bunlardan daha fazla bir şey beklenmez' dediği ve yine aynı toplantıda başka bir risale okuyup' Bir zamanlar Ağrı dağının eteklerinde validemle beraber oturuyorduk. Dağ kabardı, patladı, lavlar fışkırdı, arkasından güllük gülistanlık olup bir nur doğdu ve sonunda bu nurla beraber bir yazı peydah oldu. Yazıda Said yazılıydı. Ve uyandım" deyip anlattıklarının rüya olduğunu söyledi. Rüyanın tabirini yaptı . Tabirine göre 'bir gün büyük bir inkilap olacak Kur'anı Kerim kendini koruyacak, bu işin önderi Nurcular olacak' dediğini söyledi. Ayrıca kendisinin bu topluluğun idaresinde vazifeli olduğunu, bunun emresi olarak Said - i Nursi'nin nurculuğa yalnız başladığını ancak şimdi İzmir'in bir çok yerinde böyle toplantılar yapıldığını, Türkiye'de beş milyon yakın kardeşlerinin olduğunu beyan etti."



"Müfrit bir Atatürk düşmanı"

Gülen'in "müfrit bir Atatürk düşmanı" olduğu belirtilen iddianamedeki suçlama şöyle: "Müdürlüğünü yaptığı derneğe girmek için müracaat eden bir çocuğa imtihan suali olarak 'Atatürk'ü sever misin?' diye sorduğu, çocuğun 'sevmem' demesi üzerine, sanığın bu defa 'Niçin sevmezsin?' diye sualine çocuğun 'o memleketimizi dinsizliğe götürdü' demesi üzerine çocuğun sırtını okşayarak 'haydi oğlum sen imtihanı kazandın' dediği şahit beyanıyla sabit olmuştur."



İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde yapılan yargılama sonunda 29 sanık çeşitli hapis cezalarına çarptırılırken suçu sabit görülmeyen 25 sanık aklandı. Gülen'e TCK'nın 163/4. Maddesini ihlalden üç yıl ağır hapis cezası verildi.



Askeri Yargıtay 1973 yılında verdiği kararda Gülen'e propaganda nedeniyle verilen üç yıl ceza miktarının tayininde isabet olmadığını belirtti. Askeri Yargıtay'a göre daha ağır suç teşkil eden cemiyet kuranlar için uygulanan 163/1. Maddesinin uygulandığı öteki sanıklar için iki yıl ceza verilmesinde dengesizlik görüldü. Ancak Gülen "hakkında tesis edilen mahkumiyet hükmünde usul, kast, subut, vasıf ve uygulama yönlerinden bir isabetsizlik görülmeyerek" temyiz talebi bu yönüyle reddedildi. Daha sonra çıkarılan 1803 sayılı af yasasının yürürlüğe girmesi nedeniyle de dava ortadan kalktı.



Orduyla yıldızı barışmadı

Gülen, RP'nin 1994 ve 95 seçimlerindeki başarılarının ardından İslamcılığın yükselişinden kaygı duyan çevrelerle iyi ilişkiler geliştirdi. "Görünüşte laik" iddialarıyla sık sık gündeme gelen Gülen, medyayla da iyi ilişki kurdu. Basın mensuplarına yurtdışındaki okullar gezdirildi; cemaatinin yayın organlarında dışarıdan isimlere de yazı yazdırıldı, program yaptırıldı. Düzenlenen ödül törenlerinde bilim adamlarından sanatçılara, parti liderlerinden cumhurbaşkanına kadar ödüller dağıtıldı. Değişik dinlerin temsilcileri bir araya getirildi ve Gülen, Papa'yı ziyaret etti.



Ancak medya, siyaset ve sanat dünyasıyla son derece iyi ilişkiler kuran Gülen'in yıldızı orduyla bir türlü barışmadı. 1986 yılında yapılan bir operasyonla cemaatin askeri liselere sızmış olduğunu ortaya çıkaran askerler, bu cemaate yönelik kuşkularından vazgeçmediler. Ordu, Fethullahçı olduğu gerekçesiyle birçok askeri de ihraç etti.



Maskesi düştü

Fethullah Gülen'in, 18 Haziran 1999'da bir televizyon kanalında yayınlanan ve yandaşlarına devleti ele geçirmeleri öğüdünde bulunduğu iki konuşma kaseti, Türkiye'nin gündemine bomba gibi düştü. Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı'nın, devleti ele geçirmeye çalıştığı ve cemaatinin ileride laik Cumhuriyet'e karşı bir kalkışmaya hazırladığı iddiasıyla hakkında rapor hazırladığı Nur Cemaati'nin lideri Gülen, kasetteki konuşmalarında, yandaşlarına devlet kadrolarını ele geçirmenin önemini anlattı.



Konuşmasında, özellikle Mülkiye ve Adliye'deki kadrolaşmanın genişletilmesi gerektiğini kaydeden Gülen, "Bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir" dedi. Cemaat üyelerine, sivri çıkışlarda bulunmamaları tavsiyesinde bulunan Gülen, aksi takdirde Türkiye'deki hareketlerinin sonunun Cezayir olacağı uyarısında bulundu. Gülen, müritlerine 'aynı cephede sayılabilecekleri' DYP ve RP çizgisindeki siyasal örgütlenmelerle ilişki kurulmasını gerektiğini belirtti. Gülen konuşmasında, Atatürk'ün silah arkadaşı ve Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın önderlerinden İsmet İnönü'yü kast ederek, 'Şef, Erzurum'da çarşaf giyen kadınları sokak ortasında astı' iddiasında bulundu.



Kasetlerin ortaya çıktığı sırada sağlık kontrolü için Amerika'da bulunan Gülen hakkında daha önce soruşturma başlatan Ankara DGM Başsavcılığı yeniden harekete geçti. Soruşturmayı yürüten DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Gülen'in anayasal düzene karşı harekat stratejisini anlattığı kasetin yayının gerçekleştiği televizyondan istedi.



Siyasiler temkinli

Gülen'in bu açıklamaları üzerine siyasiler temkinli davrandı. Gülen'in elinden aldığı Hoşgörü Ödülü'yle eleştirilen dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel uzun süre yorum yapmazken, Başbakan Bülent Ecevit, "İtham edilen tarafın ne söyleyeceği belli olmadan bir şey söylemeyi doğru bulmuyorum" dedi. FP'liler, hukuk dışı elde edilen kasetlerin delil olamayacağını ifade ederken, DYP'liler de açıklamalarıyla ortamı yumuşatmaya çalıştı.



Cumhurbaşkanı Demirel, daha sonra çıkan kasetlerde Gülen'in kendisi için "Zekasının üç katı laf eder" sözleri üzerine, "Bu olay bir fikir olayı mıdır, siyasi olay mıdır, din olayı mıdır, kesin hatlarıyla ayırt edilmiş değildir. Yeni ortaya atılan iddialar karşısında, iddialara maruz olanlar ne söyleyecek onları bilemiyorum. Bir yargısız infaz yapmak istemiyorum" dedi.



ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz da Gülen'in son yıllarda Türkiye'de büyük bir ilgi ve sevgi odağı haline geldiğini belirterek, "Gülen olayının sosyolojik yönünün gözden kaçırılmaması gerekir. Ben de toplumun büyük kesimi gibi Türk toplumunun ihtiyaçlarına cevap veren bir figür oluşturduğu düşüncesindeyim" dedi.



TV'de özür

Kasetlerin ortaya çıkmasının ardından bir televizyon kanalına canlı yayında katılarak açıklamalarda bulunan Gülen, "devletin her şeyi bildiğini, vicdanının rahat olduğunu, ancak maksadı aşan ifadeleri olabileceğini" belirterek, "Özür dilerim, yanlış yapmışım" dedi. Gülen, "devleti ele geçirme" yolundaki sözleri için "Unutmuşum" diye konuştu. "Takiye yaptığı" yorumuna "Takiye değil, idare etme" diyerek karşı çıkan Gülen, "Tavsiyelerimin kanun nazarında suç olduğu kanaatinde değilim. Yanılıyorsam, tashih edilmesini isterim" dedi. "Güç kazanana kadar gizli kalınması" yolundaki sözleri anımsatıldığında "Muhatabım kimse ona göre davranmam lazımdır" açıklamasını yapan Gülen, "Her çeşit insan, radikal düşünen ve idareye talip olan insanlar da yanıma geliyor. Hissiyatlarına saygılı olmazsanız onlara laf dinletemezsiniz. Gönüllerine göre konuşulmazsa onları frenlemek mümkün olmaz" diye konuştu.



Gülen, "Hitler" benzetmesi yaparak andığı Atatürk'ü hedef alan sözleri ve diğer tepki çeken ifadeleri konusunda, "sürçülisan" gerekçesine dayanarak şöyle özür diledi: "Yakışıksız ne varsa milletten özür dilerim. Genelde yanlış bir şey görmüyorum. Ama yanlış söylenmiş sözler var. Sevimsiz, kendimi bile rahatsız eden şeyler var. Başka türlü söylenebilirdi. Sürçülisan olabiliyor. Hele benim gibi çok konuşma durumunda olan, binlerce kasete konuşan birisi için. Zaman içinde değişimle, dönüşümle insan bir de bakıyor ki, ben dünkü ben değilim. 'Herkesle beraber yaşamak, beraber paylaşmak varken' diyorsunuz, cüruf gibi kaldırıp atıyorsunuz."



Gülen'in okulları mercek altında

Milli Güvenlik Kurulu'nun 28 Ekim 1999'daki toplantısında ele alınan önemli konularından birisi özel okullardaki irticai faaliyetlerle mücadelenin sürdürülmesi oldu. "Gülen'in okulları" olarak nitelendirilen eğitim kurumları, toplantıda tekrar masaya yatırıldı. Toplantı sonucunda, Fethullah Gülen'e ait okulların çalışmaları için gereken maddi desteği vakıflar kanalıyla temin ettiği ortaya çıktı.



Milli Güvenlik Kurulu'nun 1 Şubat 2000 toplantısında ise bu okulların resmileştirilmemesi gerektiği üzerinde ısrarla durulması okullar üzerindeki şaibeleri bir kez daha gündeme getirdi. Komutanlar toplantıda, Başbakan Ecevit'e, Davos zirvesi öncesi Türkiye'nin tanıtımı amacıyla dağıtılan broşürlerde Fethullah Gülen'in cemaatine ait olduğu savunulan okulların yer almasından dolayı sitem etti.



Gülen'e Ecevit kalkanı

Kamuoyunda büyük tepkiyle karşılanmasına rağmen Başbakan Bülent Ecevit'in Gülen'e desteği devam etti. Ecevit, Şubat 2000'in sonunda Arnavutluk'a yaptığı gezi sırasında Gülen cemaatine ait okulları da gezdi. Ecevit, "Bazı çevrelerce eleştiriyi göze alarak çalışmalarınızı tebrik ederim" dedi.



Hala yurtdışında

Hakkında Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel tarafından soruşturma yürütülen Gülen, hala yurtdışında bulunuyor. İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, DSP İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı'nın Mart 2000'de Gülen ile ilgili verdiği önergede yer alan "Devlet içinde kim ve kimler tarafından korunmakta ve kollanmaktadır?" sorusuna şu yanıtı verdi: "Anayasa'nın 10. maddesindeki 'Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inancı, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetmeksizin kanun önünde eşittir' ilkesi gereği görev yapan Türk polisinin bu tür bir kollama ve koruma faaliyetinde bulunması mümkün değildir." Tantan, önergede yer alan "ABD'ye giden Nur - Işık cemaati lideri Gülen'in Türkiye'ye döndüğü doğru mudur? Girmişse ve aleyhine müzekkere varsa ne gibi işlem yapılmıştır?" sorularına da şu karşılığı verdi: "Gülen'in Atatürk Havalimanı'ndan 21 Mart 1999'da çıkış yaptığı, bu tarihten sonra bilgisayar bulunan hudut kapılarından giriş yaptığına dair herhangi bir kayda rastlanmadığı yapılan incelemeden anlaşılmıştır."

Kategoriler

"Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir... Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir… Türk milletinin tarihi bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır..."
Mustafa Kemal ATATÜRK