30 Haziran 2010 Çarşamba

ABD APO'yu Niye Teslim Etti?

1999’da Öcalan Kenya’da alınıp paketlendi ve Türkiye’ye teslim edildi. Özel kuvvetler yakaladı ve getirdi havası verildi kamuoyuna. Dibindeki K. Irak’ta iken bir şey yapamayan, Karakollarına yüzlerce teröristle defalarca baskın yiyen ve gerekli istihbaratı edinemeyen bir gücün bu işi sahiplenmesine ancak tebessüm edilir. Apo’nun yakalanmasının kazancı Ecevit’in hanesine yazıldı. Hemen ardından gidilen seçimde APO rüzgarını arkasına alan DSP ve MHP yüksek oylar alarak koalisyon hükümeti kurdular. Herkes APO’nun asılmasını beklerken MHP’li hükümet idam cezasını kaldırdı. APO’yu bize teslim edenler onu cezaevinde, kendileri namına beslememizi istediler. Millet APO yakalandığı için terörün biteceğini zannediyordu; ama bitmedi. Rahmetli Ecevit bile “Apoyu bize niye teslim ettiler ki” diye sorgulamıştı.

Peki, stratejik ortağımız(!), dostumuz(!), son zamanlarda anlık istihbarat paylaşımı yaptığımız ABD ve İsrail ellerinde büyüttükleri bir örgütün liderini neden ve niçin Türkiye’ye teslim etmişlerdi?

Bu haraketle ne ummaktaydılar, neler planlamaktaydılar?

Türkiye Anglo-Yahudi ittifakının vesayetinde bir ülkedir. 1980 öncesi sağ-sol çatışmaları nasıl ABD’nin oluşturduğu, beslediği, ihtilalle noktaladığı birşeyse; hiç şüpheniz olmasın ki PKK terörü de bunların peydahlamasıdır. PKK’nın bu güçler tarafından oluşturulup büyütülmesi, Kürtlerin mağdur edildiği, bazı haklarının verilmediği, derin baskılara maruz kaldığı gerçeğini değiştirmiyor. Bilakis Anglo-Yahudi ittifakı devletin imkan ve kabiliyetlerini de Kürt sorununu büyütmek için kullanmasını bilmiştir. 1990’lı yıllarda bu güçler bir taraftan Kürtlere militer güçler ve karanlık eller üzerinden baskı yaparken, öte taraftan Çekiç güç üzerinden PKK’ya silah, eğitim, bilgi, vs desteği vermiş; Kürtçülüğü köpürtmüştür.

Ne oldu da ABD-İsrail, APO’yu paketleyip Türkiye’ye teslim etti? Ne değişti de PKK’yı terör örgütü ilan ettiler?

APO’nun Türkiye’ye teslimi, bir strateji değişikliği idi; Kürt sorununda başka bir safhaya geçişti. Ayrılıkçı terör ve şiddet fonksiyonunu yerine getirmişti; bundan sonra konunun daha öteye taşınmasına ihtiyaç vardı. BOP çerçevesinde terör ve şiddetle ayrılıkçı fikirler ve husumet gerektiği kadar kabartılmıştı. Dünyaya, Kürtlerle Türkler arasında bir “problem”, bir “savaş” olduğu fikri kabul ettirilmişti. Bundan sonra terör ve örgüt, sadece caydırıcılık açısından gerekliydi. Artık bir “toplumsal dönüşüme”, “ayrılıkçı”, “uzlaşmaz”, “şoven” bir nesil yetiştirilmesine ve Kürt meselesinin kurumsallaştırılmasına, toplumsal taban oluşturulmasına ihtiyaç vardı.

İşte bu noktada “KCK“ denilen, örgütün şehir yapılanması devreye sokuldu. Dağlardaki misyon başarıyla tamamlanmış, sıra Kürtlerin toplumun diğer kesimlerinden koparılmasına, ayrıştırılmasına ve devletleştirilmesine gelmişti. 1990’lı yıllar boyunca örgütü Türkiye’nin başına bela eden, dünyada tanıtan, uluslararası destek veren batı ve Anglo-Yahudiler APO’nun teslimiyle “Kürtlerin toplumsal ve siyasi dönüşümü” projesini başlattı. Bunun için ayrılıkçı Kürtçü hareketi yeniden yapılandırdılar; şehirlerde örgütlediler, dernekler, vakıflar, lokaller, eğitim birimleri, sosyal faaliyet çalışmaları başlattılar. Kadınlara, gençlere, meslek guruplarına el attılar. Sendikalar, meslek örgütlenmeleri kurdurttular ve bunların organizasyonunda know-how verdiler, yol gösterdiler.

Kürt sorununda bir ileri safhaya geçilmişti; ağırlık şehir yapılanmalarına verilecekti. Dostlarımız(!)Apo’yu paketleyip teslim ettiler; ama bazı şartları da dayattılar.

Neydi o şartlar?

APO asılmayacaktı ve avukatları üzerinden örgütü yönlendirmesine müsade edilecekti. APO hükümete teslim edilmiş gibi görünüyorsa da, gerçekte Anglo-Yahudi İttifakının çok etkin olduğu bir kuruma teslim edilmişti. Dün derinler ve onların dış müzahirleri adına dağlarda kullanılan Apo, bu defa lüks cezaevinden kullanılacak ve konuşturulacaktı. Zavallı kamuoyu kendisini bir süreliğine de olsa iyi hissedecekti. Kürtlerin dönüştürülmesi için silahlı çatışmalar azaltılacak, terör stabil hale getirilecekti. Bu arada örgütün şehir yapılanması tamamlanacak, hücreler oluşturulacak, eğitim faaliyetlerine, sosyal faaliyetlere hız verilecekti. Türk toplumundan kopuk militan, aykırı, şöven nesiller yetiştirilmesi için zaman kazanılacaktı.

2000’ler Kürtleri dönüştürmenin, sosyolojik olarak toplumdan koparmanın, militanlaştırmanın, protestleştirmenin yılları oldu. Devlet ve hükümetler rehavet içinde iken, dostlarımız(!) şehir yapılanmaları üzerinden Kürtçüleri örgütlediler, sivil-siyasi altyapıyı güçlendirdiler. 1990’larda Kürtlerin kitlesel desteğine sahip olamayan; dinsiz, Marksist bir örgüt olarak görülen PKK ve onun siyasi partileri bölgede etkin olmaya, belediyeler almaya başladı. Öyleki, son yerel seçimlerde bölgedeki belediyelerin çoğunu, yüksek oylarla almayı başardı. Dağlarda aranan PKK şehirlere yerleşmiş, tezgahını kurmuş ve hedefine ulaşmıştı. Halk içinde örgütlenen bu yeni yapı belediye başkanları atıyor, yardım sandıkları kuruyor, halkı mahkemelerde yargılıyor ve toplum üzerinde siyasi bir aktör haline geliyordu. Apo’nun teslim edilmesi dağlardan şehirlere inmenin, toplumsal örgütlenmenin, devlete ve dünyaya siyasi bir muhatap haline gelmenin taktiğiydi. Ve bunda epeyce başarılı oldular. Terör örgütünü “sakıncalı” listesine alan batıyı, ABD’yi bize yardımcı oluyor zannettik. Oysa terör örgütünün modası geçmiş, fonksiyonu bitmişti. Anglo-Yahudi ittifakı biz dağlara bakarken, dağlardan çok daha tehlikeli, şehirleri kilitleyebilen, insanlar üzerinde tahakküm kuran, sandıklara müdahale eden, siyasi hareketlere hükmeden yeni bir yapı kurdular.

Peki Anglo-Yahudi ittifakının bundan sonraki adımı nedir?

Bundan sonraki adım, ayrılıkçı Kürt hareketine, dünya kamuoyunda meşruiyet kazandırmak, Kürtlerle Türklerin birlikte olamayacağına ikna edecek tablolar oluşturmak, kurumsal altyapılar kurmak ve dönüştürülen Kürtleri Türkiye’den koparmaktır. Başarabilirlerse daha sonra, sıkışan-yalnızlaşan İsrail’e sadık bir müttefik olacak “Büyük Kürdistanı” kurmak. Kürtlerin büyük çoğunluğunun “biz ayrılmak istemiyoruz!” demesi çok şey ifade etmez. Öyle olaylar kurgularlar ve bu olayları dünyaya öyle sunarlar ki, bir oldu bitti ile karşı karşıya bırakırlar. Ne Kürtler, ne Türkler istemediği halde, fiili bir durumla yüzyüze gelebiliriz. KCK denilen örgütün şu anda yaptığı sonraki safhalara Kürtleri ve toplumu hazırlamaktır.

“Bölünme” işinde sanıldığının aksine kullanılacaklar Kürtlerden öte Türkler ve Türkçülerdir. Kürtçülere, KCK’ya tahrik edici, sabırları zorlayıcı eylemler yaptırabilirler; ama dünya kamuoyuna “birlikteliğin yürütülemeyeceği”ne yönelik malzemeyi verecek olan Türkçülerdir; ulusalcı milliyetçilerin yapacağı taşkınlıklardır, sert söylemlerdir.

Şu anda PKK terör örgütü konjonktürel nedenlerle ve iç politika malzemesi olarak kullanılıyorsa da, büyük tehlike KCK ve şehir yapılanmasıdır; örgütün batı desteğinde yürüttüğü toplumsal-siyasal organizasyonlardır. Uzun vadeli tedbirler ve çözümler PKK’dan öte KCK’ya karşı düşünülmelidir. Artık militan üreten ocak, dağlar değil şehirlerdir; KCK’dır.

Bazı aydınlar ve liberaller KCK ile BDP’yi karıştırmakta ve KCK’ya yapılan operasyonları yanlış bulmakta, hatta PKK saldırılarının sebebi gibi sunmaktadırlar. KCK siyasi bir örgüt, yapılanma değildir; aksine BDP’nin demokratik, siyasal bir parti olmasını engellemektedir. KCK toplumu tehdit ve yıldırma ile baskı altına alan, insanların özgür iradelerini bloke eden, şehirleri dağlardaki silahlı örgütle tehdit eden, BDP’li belediye başkanlarına “emir eri” muamelesi yapan ve aşağılayan, cam çerçeve indirip kepenkleri kapattıran, belediye otobüslerine molotof atarak masum insanları yakan, insanları yargılayan ve cezalandıran, devlete parallel yapılandırılmış illegal bir örgüttür. Demokrasi adına bu örgütü savunmak gaflet değilse, hıyanettir.

ABD Apo’yu teslim etmiş, ama ayrılıkçı Kürtçü hareketi desteklemeye devam etmiştir. Örgütü hızla kurumlaşmaya ve devletleşmeye doğru götürmektedir. Bir fırsatımız olursa ABD Adana konsoloslarının bu işleri nasıl örgütlediklerini, her gelen Adana konsolosunun bu işe hasredildiğini, bölgeyi adım adım nasıl gezdiğini ve bizim istihbaratçıların nasıl armut topladıklarını sizlere anlatırız…

Hiç yorum yok:

Kategoriler

"Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir... Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir… Türk milletinin tarihi bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır..."
Mustafa Kemal ATATÜRK